Bana Dostunu Söyle…
Gülen Cemaati eleştirdikleri şahıslar hususunda gayet titiz ama müttefiklerinin kimler olduğuna hiç dönüp bakmıyor!
HAKSÖZ-HABER
Zaman Gazetesi Genel yayın yönetmeni Veysel Ayhan muhasebe yaptığında vicdanen çok rahat olduğunu yazmış! Aşağıda alıntıladığımız yazısının bilhassa şu bölümü çok dikkat çekici geldi. “Hizmet Nerde Yanlış Yaptı?” ara başlığı altında Veysel Ayhan şunları söylüyor.
“Cemaat bu seçimlerde mağlup olmuş”muş. Öyle olsa bile böyle bir mağlubiyetle ancak iftihar edilir. Yolsuzluk ve rüşvet bu ülkede 5 kişiden 2’sinin değil de 5’te 5’in de desteğini alsa fark eden bir şey yok. Muammer Güler, Egemen Bağış ve Zafer Çağlayan’la ahirette beraber haşrolmak isteyenlere kim ne diyebilir! O nedenle de Cemaat ne o balkonda hizaya girebilir ne de aşağıdaki topluluğa katılıp ‘Türkiye sizinle gurur duyuyor’ diye haykırabilir…”
Bilhassa şu cümlesini çok dikkat çekici bulduk: “Muammer Güler, Egemen Bağış ve Zafer Çağlayan’la ahirette beraber haşrolmak isteyenlere kim ne diyebilir!” Çok çarpıcı bir tespit ve önemli bir uyarı! Olması gereken bir hassasiyete vurgu yapmış.
İyi ama bu vurguyu yapanlar acaba kimlerle haşrolmak istiyorlar diye sormadan geçmemek lazım! Öyle ya Muammer Güler, Egemen Bağış, ya da Zafer Çağlayan ile aynı çizgide yer almak istememek anlaşılabilir de, kimlerle haşrolmak istediğinizi hiç kendinize soruyor musunuz?
Beşşar’ın sözcüsü Kemal Kılıçdaroğlu ile, 28 Şubat’ın Başbakan yardımcısı Devlet Bahçeli ile, Gezi, Kabataş, Berkin Elvan gündemleri üzerinden ittifak kurduğunuz solla, internet özgürlüğü, tweeter muhabbeti üzerinden aynılaştığınız liberal taife ile haşrolmakta sorun görmüyorsunuz herhalde?
***
O Balkonda Kim Niye Yoktu?
Veysel Ayhan/Zaman
Haklılığı ve hukuku yasalar belirler. Eğer suçluysam 5 kişiden 2’sinin bana kefil olması beni masum yapmaz.
5 ülkeden 2’sinin diktatörlükle yönetilmesi o ülke liderlerini demokrat yapamayacağı gibi. Eğer tanıkların çokluğu masumiyet getirseydi hapishanelerde kimse kalmazdı. Bu nedenle AK Parti’nin 5 kişiden 2’sinin oyunu alması ile 5 kişiden 1’inin oyunu alması arasında hukuki fark yoktur. Suçsuzluğu yargı belirler. Peki, Türkiye’de yargı kaldı mı?
Bir savcının önüne bugün itibarıyla bir yolsuzluk geldiğinde dava açmadan önce şunları düşünecek: Acaba bu suçun ucu AK Parti’ye dokunuyor mu? Arkasında bir bakan veya milletvekili çıkabilir mi? Hatta bir AK Partilinin akrabası olabilir mi? İlk araştıracağı bu olur. Eğer sürülmek istemiyorsa o dosyası hiç kımıldatmaz. Bilir ki eğer böyle bir bağ varsa zaten polis onu dinlemeyecektir. Dolayısıyla artık yargı bitti. Yargı Başbakan demek. Türkiye’de fiilî olarak yasama, yürütme ve yargı tamamen Başbakan’dan ibaret.
Başbakan artık Egemen Bağış’ın alnından öpüp şunu diyebilir: “Ey Egemen, benden habersiz bir sürü rüşvet aldın, Bakara makara diye Kur’an’la dalga geçtin ama mühim değil, önemli olan benimle dalga geçmemen. ‘Rahmetim gazabımı geçti’ seni affettim.” Zafer Çağlayan’a “Ey Zafer, seni de affettim o saati güle güle kullan, aldığın rüşvetler devlet kasasından değildi zaten.” Muammer Güler’e dönüp “Ey Muammer, sen zaten suçlu değilsin, rüşvetler İran parasıydı, benden başkasının önüne yatmanı yadırgadım ama olsun. Hayırsever çocuktur, iyi ettik kurtardık.” Yargının mücessem hali Başbakan olunca artık hiçbir savcı ne o balkondakilere ne de o balkonun önündekilere toz konduramaz. Balkon fotoğrafının yeni Türkiye’deki anlamı budur. Bu yargının Kuzey Kore’deki yargıdan farkı ne? Kuzey Kore lideri Kim Jong-Un, yolsuzluk yaptı diye eniştesini ve beş yardımcısını aç köpeklere yedirmişti. Başbakan ise yolsuzluğu ortaya çıkardı diye cemaati hiçbir delile dayanmadan infaz ediyor. Fark ne? Fark belki yolsuzluğun Kuzey Kore’de suç, bizde artık meşru olması. Bir başka fark Kim Jong-Un’un seçimlerde yüzde 43 değil de yüzde 100 oy alması. Bu fark Yüksek Seçim Kurulu’na AK Parti bayrağı dikildiğinde rahatça çözülür.
HİZMET NERDE YANLIŞ YAPTI?
“Cemaat bu seçimlerde mağlup olmuş”muş. Öyle olsa bile böyle bir mağlubiyetle ancak iftihar edilir. Yolsuzluk ve rüşvet bu ülkede 5 kişiden 2’sinin değil de 5’te 5’in de desteğini alsa fark eden bir şey yok. Muammer Güler, Egemen Bağış ve Zafer Çağlayan’la ahirette beraber haşrolmak isteyenlere kim ne diyebilir! O nedenle de Cemaat ne o balkonda hizaya girebilir ne de aşağıdaki topluluğa katılıp ‘Türkiye sizinle gurur duyuyor’ diye haykırabilir.
Başbakan üç aydır haftada ortalama 200 defa paralel, 150 defa haşhaşi, 75 defa örgüt dedi. Bu öfkenin tek bir sebebi vardı. 17 ve 25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları. Bunlar olmasaydı “Türkçeye Türkiye’nin barış mücadelesine adamış sevgili öğretmenlerimizi tekrar tekrar tebrik ediyorum.” diyerek Cemaat’e iltifatlarını sürdürecekti. Tabii Cemaat veya iddia ettiği gibiyse Cemaat mensubu savcılar ne bilsin Başbakan’ın ‘rahmet’iyle yolsuzluğa bulaşmış AK Partilileri takdis ettiğini, affettiğini! Burda yanlış yaptılar! Balkon kutlamasında havai fişek değil de öfke patlamalarının sebebi bu: “Bu ülkeyi Pensilvanya’ya, onun hain uzantılarına bırakmayız. İnlerine gireceğiz, hesabını verecekler.” Yargı kendi olunca deliller doğal olarak kendinden menkul. Yeni Türkiye’de Ak troller ve besleme köşe yazarları savcılık yapıyor, Başbakan da infaz hâkimi. (Kem söz sahibine ait) Başbakan’ın rahmeti veya gazabı hiçbir Cemaat veya Hizmet mensubunu zerre kadar enterese etmez. Elinden geleni ardına bırakmasın. Hz. İbrahim’i (as) ateşten kurtulmaya melekleri vasıta etmeyen Hz. Allah, Başbakan’ın vaat ettiği zulümden bizi halkın oylarıyla mı kurtaracaktı? Kaybedecek ne villalarımız ne de dolar kutularımız var. Yarım yamalak da olsa imanımız ve her gün on defa canımızı vermekten kaçmayacağımız bu kutsi hizmetimiz var. Bunlar ise Allah’a emanet.
NEYİ KAYBETTİK?
Allah’ın rızası için mi yoksa kendi arzu ve heveslerimiz için mi yola çıktık? Allah rızası için çıktıysak bizim sevinç ve galibiyetimiz önemli değil. Önemli olan memnuniyet-i İlahidir. Sahne Allah’ın. Senaryo Allah’ın. Dilediğini mağlup dilediğini galip yapar. İyi bir mümin her iki halde kişisel heveslerini aşıp yaptıklarında Allah’ın muradını arar. Muhtemelen 1 yıl sonra geriye dönüp bakacak, hayret içinde ‘Allah’ım bu ne muazzam bir planmış’ diyeceğiz. Medine’den çöl sıcağında umre için 400 km yol aşıp Mekke’ye doğru yola çıkanlar Hudeybiye’den buruk ve üzgün geri dönerken sadece bir umre sevabı kaybetmişti. Ama Allah bu ağır imtihanı teslimiyet ve tevekkülle aşan sahabiye kitleler halinde bir fethin kapısını açtı. Diyelim ki Allah yarın ahirette bizi o sahabiye komşu yaptı. (Allah’ın rahmetinden niye beklenmesin?) Çilesiz, güllük gülistanlık yaşanmış bir hayatla orada olmayı nasıl içimize sindireceğiz? Sahabi bize nasıl bir hayat yaşadığımızı sorduğunda, onlara dönüp ‘Evet biz de çile çektik; bazen grip oluyorduk /başımız zaman zaman ağrırdı / biraz trafik çilesi vardı’ mı diyeceğiz? Bu yakınmalarla orda olmayı içimize sindirebilecek miyiz? Musibet istenmez. Ama Allah Rububiyetiyle bizi terbiye edip olgunlaştırmayı, cennete layık hale yükseltmeyi murad ettiyse bize düşen sevinç ve gözyaşlarıyla Allah’a hamd etmektir. Evet Allah’a binlerce defa teşekkür ederiz, Hocaefendi vasıtasıyla bizi, Müslümanlığını siyasetin kuyruğuna takanların değil; adalet ve rıza kaygısıyla yaşayan doğrular ve sadıkların yoluna yönelttiği için.
Ne gam pür âteş-i hevl olsa da kavgâ-yı hürriyet
Kaçar mı merd olan bir can için meydân-ı gayretten
Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azîmetten
Anılsın mesleğimde çektiğim cevr ü meşakkatler
Ki ednâ zevki âlâdır vezâretten sadâretten
.....-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahrâlar
Uyan ey yâreli şîr-i jeyân bu hâb-ı gafletten
(Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi)
*Hürriyet mücadelesi korkulu ateş olsa ne dert, yiğit olan gayret meydanından kaçar mı?/ Felek her türlü eziyet yollarını toplasın gelsin, millet yolunda hizmetten dönersem kahpeyim/ Bu yolda çektiğim acılar, sıkıntılar anılsın; bunun en basit zevki bile vezirlikten, başbakanlıktan daha iyidir, yücedir/ Ey yaralı kükreyen aslan, senin gezdiğin güzel sahralar zulmün …..lerine kaldı, artık gaflet uykusundan uyan!
HABERE YORUM KAT