Balyozcu-Ergenekonculara irtica çağrısı
Kur'an-ı Kerim, elbette her bir insanın hayatı da dahil olmak üzere olmuş olacak her şeyden söz eder; öyle ki, İbn Abbas (r.a.), "Devemin yularını kaybetsem Kur'an-ı Kerim'e bakarak bulurum." der.
Meselâ, Allah'ın mü'minlerin velîsi, kâfirlerin velîlerinin ise tağut olduğunu buyuran Bakara Sûresi'nin 257. âyetini; Allah'ın velîleri, yani Allah'ın Dini'nin ve Allah'a giden yolda yolun rehberinin destekçileri için korku ve hüzün olmadığını beyan eden Yunus Sûresi'nin 62. âyetini; Allah'ın göklerin ve yerin nûru olduğunu ve bu nûrun hususiyetlerini anlatan, bu nûra ulaşılan yerler olarak Allah'ın yükseltilmesine ve içlerinde Kendisi'nin zikredilmesine izin verdiği tevazu ve mahviyet sembolü evlere atıfta bulunup, Allah'ın nûrunu dört bir yana taşımak için bu evlerde O'nun zikrine koşan ve geçim çalışmalarının, ticaretlerinin kendilerini bu zikirden alıkoyamadığı kahramanlardan söz eden Nûr Sûresi'nin 35-38. âyetleriyle, bunların muarızlarını nazara veren 39-40. âyetlerini bir arada ele aldığımızda, Sahâbe'den ve Sahâbe döneminden sonra, bilhassa son 3-4 asırda dünya genelini etkileyen fikrî-siyasî akımları, hareketleri ve Âhir Zaman'da Sahâbe çizgisinde Allah yolunun hizmetçilerini ve muarızlarını bütün temel nitelikleriyle görürüz.
Bunun gibi, Bakara Sûresi 17-20. âyetlerindeki temsiller, pek çok manâ katmanları ve muhatapları içinde bilhassa birkaç nesil "irtica" savaşçılarının hallerini bütün açıklığıyla tarif etmektedir. Bunlar, şu veya bu ölçüde İslâmî bir zeminin içinden çıkmışlardır. Bu zeminde iken, onu çöl görerek bazı rüzgârların ve nefislerinin tesiri altında kendilerini dışarı atmışlar, fakat kendilerini çölün ortasında birer yolcu olarak buluvermişlerdir. Işık umdukları yerlerde üst üste gece karanlıkları içinde kalıverince de birbirleriyle irtibatları nerdeyse kopmuş, gelebilecek herhangi bir tehlikeden korunmak için ışık ihtiyacı içinde bir ateş yakmışlardır. Fakat niyetleri kötü olduğu, mürtecî gördükleri, yani arkalarında bıraktıkları zeminde yaşayan insanlara karşı kin ve düşmanlıkla yatıp kalktıkları, yaktıkları ateşte onları yakma komploları kurdukları için Allah, bu ateşlerini söndürüvermiştir. Bu halde iken, bir de şimşekler, gök gürültüleri, yıldırımlar içinde bir yağmur boşanıvermiştir. Bu arada, çöl diyerek terk ettikleri zemin bahar yağmurlarıyla dirilmekte; orada yağmuru güneş, güneşi yağmur takip ekmektedir. Fakat onlar, bu bahar yağmurlarını yüzlerine çarpan dolu, yağmurun ve onunla dirilen yerin çıkardığı sesleri kulaklarını patlatacak gök gürültüleri ve güneş ışığını kendilerini çarpacak yıldırımlar gibi görmekte ve öyle hissetmektedirler. Dolayısıyla hep bir korku ve endişe içindedirler. Bu sebeple, tutuldukları yağmur, yıldırımlar ve gök gürültüleri altında ölüm korkusuyla ne yapacaklarını şaşırmış halde parmaklarını kulaklarının içine sokarak, en azından gök gürültülerinin sesini duymamakla ölümden kurtulacakları vehmi taşımaktadırlar. Bu durumda Allah, hak ettikleri perişaniyet daha da artsın diye arada bir şimşek çaktırmakta, onlara arada bir ümit ışığı yakıvermekte, tam "ışığı gördük, kurtulduk!" dedikleri anda ise şimşek sönüverdiği için yine ümitsiz, perişan, korku içinde ve ne yaptıklarını bilmez halde kalakalmaktadırlar.
İçinde bulundukları durumda, esasen imana, göklerin ve yerin ışığı olan Allah'ın nûruna çağıran münadîye de kulaklarını tıkamış bulundukları için etraftan gelebilecek her türlü ses kaynağını kaybetmişlik içinde sağır; hakkı, doğruyu, adaleti ifadeden, bâtıla, yanlışa, zulme karşı çıkmaktan geri durdukları için artık etraftan yardım alamayacakları ümitsizliği içinde dilsiz ve hakka, doğruya, adalete kapalı kalmış gözleri, artık karanlık katmanları içinde hiçbir şey göremez hale geldiği, körler gibi hareket ettikleri için kördürler. Bu durumda onlar için tek kurtuluş yolu "irtica", yani terk ettikleri zemine geri dönmektir. Ama bu da, onlar için artık mümkün değildir.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT