Balyoz Hayal, Ergenekon Hayalet miydi?
Yargılama safahatında bazı teknik eksikler olduğu gerekçesiyle her biri hüküm giymiş cuntacılara tahliye yolunu açmakla ne hukuk-adalet tesis edilmiş olur ne de paralel yapıyla mücadele edilmiş olur.
HAKSÖZ-HABER
Anayasa Mahkemesinin kararından sonra gerçekleşen Balyoz tahliyelerini değerlendiren Kenan Alpay, “Ergenekon ve Balyoz yargılama süreci nasıl oldu da ‘asrın davaları’ olmaktan çıkıp bir anda ‘orduya kurulan kumpas’a dönüştü?” sorusuna cevap arıyor.
***
Balyoz Hayal, Ergenekon Hayalet miydi?
Anayasa Mahkemesi reklam edildiği gibi özgürlükçü yorumlar ve kararlarla hukukun üstünlüğünü teminat altına almıyor. Tersine siyaset ve toplumun bürokratik oligarşiyle, askeri darbe süreçleriyle, cuntacılarla giriştiği hesaplaşmayı sabote ediyor. İşlenen büyük ve organize cürümlerin hesabını sormakla elde edilecek toplumsal huzur ve sükûnetin yerine blok olarak bütün bir kamuoyu kurtuluşun teminatı olarak gösterilen ‘paralel yapı’yla mücadeleye yönlendiriliyor.
Ergenekoncuların ardından Balyozcuların da tahliye edilmeleriyle birlikte ortaya hem hukuki ve siyasi hem de ahlaki ve toplumsal manada büyük bir garabet çıktı. Yargılama safahatında bazı teknik eksikler olduğu gerekçesiyle her biri hüküm giymiş cuntacılara tahliye yolunu açmakla ne hukuk-adalet tesis edilmiş olur ne de paralel yapıyla mücadele edilmiş olur. Çünkü verilen karar her şeyden önce siyasi ve konjonktürel bir karardır.
Yüzleşmeden, Hesaplaşmadan Tahliye
Ergenekon ve Balyoz yargılama süreci nasıl oldu da ‘asrın davaları’ olmaktan çıkıp bir anda ‘orduya kurulan kumpas’a dönüştü? Neydi askeri darbe süreçlerinin hesabını sormak için halkın iradesini arkasına almış, çeteler ve cuntalarla mücadele yolunda kefen giymeye azmetmiş siyasal iradeyi hızlı bir biçimde ‘kumpas kuruldu’ğuna kim, nasıl ikna etti?
Oslo sızdırmalarıyla başlayıp 7 Şubat’taki MİT kriziyle iyice gerginleşen ve 17-25 Aralık operasyonlarıyla zirve yapan siyasal süreç Hükümeti, her durumda Fethullah Gülen yapılanmasına karşı konumlanmayı beraberinde getirdi. Bu sürecin neticesi olarak Fethullahçı yapılanmanın Başbakan Erdoğan’ı ve AK Parti Hükümeti’ni itibarsızlaştırıp düşürmek üzere giriştiği ve tırmandırmaktan hiç tereddüt etmediği kirli savaşın sonuçlarıyla karşı karşıyayız aslında.
Gülen Cemaati’nin kimi liberal kimi ulusolcu aktör ve kurumlarla birlikte AK Parti Hükümetine karşı gerek ülke içinde gerekse uluslararası arenada giriştiği sıkıştırma ve tecrit etme siyaseti belli bir mesafe almış durumda. Esed rejimi tarafından Suriye’de tırmandırılan katliamlar, Mısır’da Müslüman Kardeşlere karşı düzenlenen kanlı darbe hatta son olarak Irak’ta yaşanan gelişmeler üzerinden IŞİD sorunu gibi Ortadoğu’da yaşanan hemen bütün gelişmeler hiç tereddüt etmeden Başbakan Erdoğan’a fatura ediliyor.
Bir taraftan 30 Mart’ı kazasız belasız atlatmanın verdiği güvenle diğer taraftan hem Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinden zaferle çıkmak hem de Kürt sorununun çözümü yolunda yürütülen açılım sürecini selamete eriştirmek noktasında Başbakan Erdoğan’ın ağır riskler taşıdığı malum. Muhtemeldir ki bu kadar farklı cephede savaşmanın ve cepheyi bu kadar büyütme huşunda ısrarlı olmanın aleyhe işlediği değerlendiriliyordur.
Fakat buna rağmen Ergenekon ve Balyoz’da tahliyelerin yolunu açan tercih sadece Gülenci yapının sahte delil üretmiş olma ihtimali olmasa gerektir. Sanki askeri cunta kurma, yönetme ve darbeci faaliyetlerin önünü almış olmak gibi aşırı bir özgüven, temelsiz bir teminat edinmişlik havası var. Adeta ‘darbe yapacaklarda moral motivasyon bırakmadık, güçten takatten düşürdük, bütün illegal yolları sıkı sıkıya kapadık, cuntacı yapılanmaları felç ettikten sonra saldık’ gibi bir iklim yayılmak isteniyor.
HABERE YORUM KAT