Bahse giriyorum: O asker yine ağlayacak
Bugün 10 Kasım. Gazeteler, birinci sayfalarında yine büyük Atatürk resimleri, Atatürk hakkında son dakika yazıişleri masalarında uydurulmuş özensiz, çalakalem “unutmadık, unutturmayacağız” yazılarıyla çıkacaklar. Okullarda her yıl okunmaktan manasını yitirmiş şiirler okunacak, resmî törenlerle her yıl yapılmaktan tüketilmiş konuşmalar yapılacak.
Tahminim bu değil. Bunun için kimse benimle bahse girmezdi.
Gazeteniz Taraf size sadece olmuş olaylarla ilgili haberleri değil, olacak olaylar ilgili haberleri de veriyor.
Bugün bir şey daha olacak.
Belki de son dakika bir aksilik çıkar olmaz ama yine de risk alıyorum ve önceden tahmin ediyorum bugün olacak şeyi. Hatta bu konuda birkaç arkadaşımla bahse bile girdim.
Bu yazıyı 9 Kasım günü saat: 17.05’de yazmaya başladım.
Bahsettiğim şey bundan tam olarak 16 saat sonra olacak. Muhtemelen siz bu yazıyı okuduğunuzda o olayı da biliyor olacaksınız. Benim haklı çıktığımı veya acayip mahcup olduğumu da. (Benim için endişe etmeyin Murathan Mungan’ın dediği gibi “Bu ülkede her şey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız.”)
Riski büyütüp ayrıntı vereyim: İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda olacak bu olay. Televizyonlar olduğu anda bu olayı verecek. Yarın bütün gazeteler bu olaydan bahsedecek. Olayın kahramanı da tüm hazırlıklarını yaptı, o anı bekliyor.
Peki, biliyorsan neden önceden yetkilileri uyarmadın diye telaşlanmayın. Kötü bir şey değil bu. (Aman kötü bir şeyler olursa benden bilmeyin.)
Daha fazla uzatmadan, kimseyi de telaşlandırmadan tahminimi söyleyeyim:
Bugün İstanbul’da, Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün hayata veda ettiği odada düzenlenen törende saat 09.05’te başlayacak saygı duruşu sırasında Atatürk’ün yatağının başında bekleyen askerlerden en az biri gözyaşlarına hâkim olamayacak.
9 Kasım saat: 17.13 itibariyle riske girip bunu tahmin ediyorum.
Peki, bir insanın tamamen o anki haletiruhiyesinin sonucu olan ‘gözyaşlarını tutamama’ gibi bir şeyi önceden nasıl bilebiliyorum. Anlık bir his, bir duygu patlamasıdır bu. An gelir ve gözyaşlarına daha fazla hâkim olamazsın. O kişi bile gözyaşlarını tutamayacağını, gözlerine yaş gelinceye kadar bilemezken hem de.
Yok, benimkisi müneccimlik değil. Her şey tamamen bilimsel. Pek hoşlanmasam da bir çeşit tarihsel determinizm yapıyorum.
Anlatayım...
Geçen yıl saat 9’u 5 geçe Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün yatağı başında nöbet tutan her iki asker de gözyaşlarına hâkim olamadı. Bunun neresi bilimsel, tesadüf olamaz mı demeyin. 2007 yılının 10 Kasımı’nda da aynı yerde nöbet tutan iki er aynı anlarda gözyaşlarına hâkim olamamıştı.
Ne tesadüftür ki 2006, 2005, 2004’te de orada nöbet tutan farklı erler saygı duruşu sırasında gözyaşlarına hâkim olamadı. Ve ertesi günkü gazeteler bunu sanki geçen yıl da olmamış gibi büyük haberler olarak verdi. 2003 yılında gözyaşlarına hâkim olamayan erlerin adlarını bile biliyoruz: Mehmet Yazğı ve Salim Uçar.
2002, 2001, 2000, 1999 yıllarında da erlerin Dolmabahçe’de gözyaşlarına hâkim olamadığını, görevliler (vatandaşlar) tarafından gözyaşlarının silindiğini yazıyor gazeteler.
Ama en çok 1998 yılında erler ağlayınca büyük bir haber olarak girmiş gazetelerin birinci sayfalarına: Yatağı başında nöbet tutan Mehmetçik de Atasının ardından gözyaşlarına hâkim olamadı.
Belki de tam o anda gerçekten de öyle bir his kaplıyordur ki o odayı 11 yıldır her yıl adları değişse de o yatağın başında nöbet tutan erler aynı hislerle doluyor ve gözyaşlarına hâkim olamıyordur.
O halde her yıl o odada Atatürk’ü anmak için saat tam 9’u beş geçe saygı duruşunda bulunan ama bugüne kadar bir kere bile ağladıkları ya da en azından gözyaşlarına hâkim olamadıkları görülmemiş son 11 yılın İstanbul Valileri, Belediye Başkanları, 1. Ordu Komutanları ve diğer devlet zevatı hep taş kalpli, zor ağlayan insanlar arasından çıkmış.
Belki de erkeklerin ağlamasının ayıp olduğu bu ülkede her yıl kolayca ağlayan, yumuşak yürekli, duygusal erler bulunup o nöbete veriliyordur. Bir hoşluk olsun diye de ağlamalarına izin veriliyordur.
O halde 1998’den önce ya o odada aynı duygusal hava yaratılamamış ya da saat 9’u beş geçe Atatürk’ün yatağı başında nöbet tutan erler erkekler ağlamaz prensibiyle yetişmiş erkekler arasında çıkmış.
Çünkü benim pek de iddialı olmayan küçük arşiv taramama göre 10 Kasım’da Dolmabahçe’de Atatürk’ün yatağı başında nöbet tutarken ağlayan asker haberleri 1998’de kesiliyor. 1997’de baktığım gazetelerde ağlayan erleri göremedim... Tarih ilginç. 28 Şubat’ın heyheyli zamanları...
1998’den beri ise her yıl büyük bir disiplin içinde siren sesleri duyulduğu anda yatağın başında nöbet tutan askerler gözyaşlarına hâkim olamamış... İstisnasız.
Eğer o erler 11 yıldır gözyaşlarına kendi istedikleri için engel olamamışsa, 71 yıl sonra bile Türkiye’de Atatürk’ün ölümü hâlâ gözyaşlarıyla karşılanan bir durumdur. O halde Atatürkçülerimiz tehlikenin farkında mısınız telaşından vazgeçmelidirler.
Peki ya bu ülkenin okullarında okumuş, erkek adam kolay ağlamaz diye büyütülmüş o erlere 11 yıldır gözyaşlarına hâkim olamamaları emrediliyorsa...
Bir gün bir yerlerden “Dolmabahçe’de saat 9’u beş geçe nöbet bekleyen erlerin ağlaması” başlıklı ıslak imzalı bir eylem planı, bir yönetmelik, amirlere yazılmış üst yazı çıkarsa...
İşte o zaman hep birlikte Atatürk’ün arkasından hem de hüngür hüngür ağlayabiliriz. Bir insanın maneviyatına böyle bir saygısızlık nasıl yapılır diye...
TARAF
YAZIYA YORUM KAT