
Bahçeli’nin çağrısı nasıl sonuçlanacak?
Yasin Aktay, Bahçeli’nin çağrısıyla Abdullah Öcalan'ın PKK’ya silah bırakma çağrısı yapmasının iç ve dış dinamikler açısından önemli fırsatlar sunmasının yanında dikkatli yönetilmesi gereken riskler barındırdığını aktarıyor.
Yasin Aktay/Yeni Şafak
27 Şubat sadece bir gün sürsün diye
Abdullah Öcalan’ın MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin tarihi çağrısına uyarak PKK’yı silah bırakmaya çağırması 22 Ekim’de başlamış olan “tuhaf ama bu sefer oldukça güzel günlerin” devam ettiğini gösterdi. Neredeyse imkansıza yakın bu gelişmeler olduysa daha da fazlasının, daha iyi ve güzel günlerin olmaması için hiçbir sebep olmasa gerek.
Nitekim biz daha 22 Ekim’deki bu cesur inisiyatifin şaşkınlığını atlatmadan 27 Kasım’da başlayan ve 8 Aralık’ta noktayı koyan büyük bir zafer hikayesine de şahit olduk. 61 yıldır her türlü zulme maruz kalan mazlum bir halkın zincirlerinden kurtuluşu, zalimini alt edişinin hikayesine. Buna da şahit olduysak Suriye topraklarında ve Suriye halkına şimdiye kadar omuz vermiş olan Türkiye için daha güzel günler neden olmasındı?
Bahçeli’nin Öcalan’a yaptığı çağrı çok sürpriz, cesur ama çözüm üretici potansiyeli çok güçlü bir inisiyatifti. Bunun içerdiği teklifi duyan Türkiye’nin büyük çoğunluğuna “neden olmasın?” dedirten bir inisiyatif. Başarısı da buradaydı. Aslında bütün taraflar açısından süreçleri tıkındığı bir noktada bir yol, görüntünün iyice belirsizleştiği ve bulanıklaştığı bir anda net bir ufuk açıyordu.
Bu inisiyatifin 27 Şubat günü sahneye konulan planı Bahçeli’nin teklifinin bir fakıyla gerçekleşmiş oluyordu. Öcalan bu çağrıyı gelip TBMM’nin DEM Parti grubunda değil, DEM Partili yetkililerin seri temasları neticesinde bir basın toplantısıyla gerçekleştirmiş oluyordu. Bahçeli’nin çağrısında zaten insanların en fazla takıldıkları konu buydu. Hem teknik olarak bir zorluk çıkarıyordu hem de makuliyet açısından kabulü zor geliyordu. Zaten kimsenin bu konuda ısrarcı davranmamış olması teklifte de amacın teferruatlara takılmadan olumlu sonucu almak olduğu iyice görülmüş oldu.
SİLAHLARI GEÇERSİZ KILAN BİR İKLİM
Öcalan “Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanının ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında” bulundu ve “bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum” diyerek bugün için oluşmuş olan bir iklime işaret etti. Bu iklimin şartlarının dışında kimsenin hareket etme şansı yok, hareket eden tarih dışı, denklem dışı kalır.
Peki bu iklim ne? Aslında bu iklime yine Öcalan’ın kendisi işaret etti. Kürt meselesini ortaya çıkarmış olan şartların ve siyasetlerin artık kalmamış olması, yani Kürt meselesinin çok büyük ölçüde çözülmüş olması Kürtler adına silahlı bir yolla herhangi bir hak kazanım yolunu da geçersiz hale getirmiş olması. Kürtlerin sorunları varsa demokratik siyaset zemini içinde rahatlıkla çözülebilecek sınırlardadır. Bu saatte Kürtler için, Kürtlük için, Kürtlere herhangi bir hak elde etmek için silahlı mücadele etmenin bir yolu yok. Bu saatten sonra Kürtler için taşındığı iddia edilen silah ancak başka güçle, başka mihraklar adına taşınmış olacaktır.
Peki bu iklim aslında bugün mü ortaya çıktı? Suriye’de oluşan şartlar kuşkusuz bu çağrıyı daha da fazla teyit eden, Türkiye lehine çok daha güçlü şartlar ortaya çıkarmıştır. Ama biraz daha aşağı da olsa benzer şartlar 15 yıl önce de vardı ve Öcalan o zaman da çözüm sürecinde benzer bir çağrı yapmıştı.
ÖCALAN BU ÇAĞRIYI İLK KEZ YAPMIYOR
Zamanın artık silahların zamanı olmadığını, Kürt meselesinde demokratik siyasi zeminin sonuç almak için yeterli olduğunu söylemişti. Örgüt de (PKK) bir süre onu dinlemiş ve uzun süren çözüm süreci esnasında silahlar susmuştu. Devlet bu esnada PKK’ya karşı operasyonlar yapmıyordu. Örgütten de silahları bırakmasını ve militanlarının yurtdışına çıkmasını bekliyordu. Ancak bu esnada Suriye’deki gelişmeler PKK’nın aklını çeldi. Orada ABD’nin gelip DAEŞ’e karşı mücadele adına PKK’ya bir görev vermesi, onu muhatap olarak ona bir avantaj sağlaması Öcalan’ın girdiği süreci PKK açısından cazip olmaktan çıkardı.
Bu esnada görüldü ki terörsüz bir Türkiye’yi ne Avrupa ne ABD ne de Suriye rejimi istiyordu. Bilakis Türkiye’de Kürt meselesi özellikle Erdoğan döneminde önemli ölçüde çözülmüş olduğu için PKK’nın silahlı mücadele vermesine hiç zemin kalmamıştı, ama buna rağmen PKK’nın silahlarını bırakmasını bu güçler istemedi. Böylece Abdullah Öcalan’ın sözü havada kaldı ve PKK ABD’nin ve Avrupa’nın desteğiyle daha fazla güçlenebileceğini vehmetti.
Kuşkusuz 27 Şubat’ta yapılan çağrının tutması için çok daha fazla neden var. Bir defa PKK’nın ne büyük destekçisi Esed rejimi yok, İran’ın bu desteği sağlamak için Esed rejiminden aldığı lojistik imkanlar da yok, Türkiye’de terörün tutunmasının fiziksel imkanları olmadığı gibi, terörün insani desteğini temin eden inkârcı politikalar da yok. Bu zeminde Öcalan’ın çağrısı PKK için bir çıkış yolu, bir fırsat bile sağlamış oluyor.
KUŞKUSUZ SÜRECİN HÂLÂ TEHDİTLERİ YOK DEĞİL
Bilhassa İsrail güdümündeki ABD varlığı, Suriye’nin yeni devleti üzerinde, yaptırımların ve kuşatmanın kaldırılması için Türkiye ile arasına mesafe koymasını istediği giderek daha fazla hissediliyor. Suriye rejimi elbette bu baskılara direniyor, ama direnişin bir bedeli oluyor. PKK varlığını devam ettirmek için ABD’nin Suriye rejimine karşı bu konuyu bir rehin konusuna dönüştürmesi ihtimaline karşı Türkiye’nin geliştirmesi gereken bir siyaset olacaktır.
Elbette Türkiye’nin eli asla boş değildir. Ama burada bu blokajın ve ürettiği ayartıcı fırsatların (ama tabii ki boş fırsatların) Kandil içinden birilerinin aklını çelme potansiyeli de olacaktır.
Tezkire.net’e sosyolog Dr. Veysel Karataş’ın Öcalan’ın bu çağrıya yönelik değerlendirmeleri önemli ve çok haklı uyarılarla bitiyor, ama bu sefer PKK tarafına değil, Türkiye tarafına. İçine girilen süreç herkesin çok dikkatli olması gereken bir süreç.
Karataş Öcalan’ın çağrısında PKK’yı doğuran şartlara yaptığı vurguları ve tahlilleri aktardıktan sonra, onun “bu sözleri, PKK’nın varlık koşullarını yaklaşık 40 yıl önceki ulus-devlet kurgusuna bağladığını” gösterdiğini söylüyor ve “Şimdi, o kendini feshettiğine göre, onun karşısındaki kurgunun da bu yeni gerçeklik karşısında nasıl bir yön tayin edeceği asıl merak konularından biri olarak kaldı… Kaldı çünkü şu ana kadar yapılan açıklamalardan hareketle ifade edilecek olursa, bu sürecin belirli bir çerçeveye oturtulması adına herhangi bir ek koşul veya talebin ileri sürülmediğini göstermektedir. Dolayısıyla, alternatif olarak, ikinci büyük ve birincisine sebep olan daha komplike kurgunun da kendi varlık nedenini sorgulayıp sorgulamayacağı veya nasıl bir yön tayin edeceğidir” diyerek, hazır bu güzel zemin yakalanmışken bu tarafa da düşen etik bir sorumluluğun, üslup ve dilin var olduğunu hatırlatıyor.
Tabii önce biraz oldukça gecikmiş sorgulama ve tabii biraz da sürecin gerektirdiği nezaket ve zarafet. Meydanı siyasal holiganlara bırakmadan. Tam da Karataş’ın dikkat çektiği gibi “27 Şubat tam bir gün” ve sadece bir gün sürsün diye.
HABERE YORUM KAT