‘Bağımsızlık Referandumu’ ve Türkiye’nin Yıllara Göre Değişen Çelişkili Yaklaşımı
Yazısında IKBY’deki ‘bağımsızlık referandumu’nu değerlendiren Elif Çakır, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuyu Irak’ın iç meselesi olarak nitelendirdiği 2015 yılına ait bir konuşmasını hatırlatarak bugünkü tutumun çelişkilerine dikkat çekmiş.
Elif Çakır’ın konuyla ilgili bugünkü Karar’da (19 Eylül 2017) yayınlanan “Bağımsızlık Referandumu Irak’ın Kendi İç Meselesi Değil mi?” başlıklı yazısı şöyle:
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin (6 Mayıs 2015) ABD ziyareti sonrasındaki “Ne zaman olacağını söyleyemem ama bağımsız Kürdistan geliyor” sözleri ve ABD’nin Kuzey Irak’ın bağımsızlığına yeşil ışık yakması Cumhurbaşkanı Erdoğan’a soruldu:
“Mesut Barzani’nin açıklamaları ve Amerika’nın bağımsız Kürdistan’a yeşil ışık yakması, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olarak sizi düşündürmüyor mu?”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu soruya yanıtı şöyle oldu:
“Bağımsız Kürdistan meselesini Irak’ın birinci derecede kendi iç meselesi olarak değerlendirmek gerekiyor. Yani Irak, kendi içinde eğer böyle bir eyaleti bu şekilde bölünme ile neticelendiriyorsa bu onun iç sorunudur, bizi ilgilendirmez.” (22 Mayıs 2015)
Barzani yedi ay sonrasında Guardian’a verdiği mülakatta da şunları söyledi: “Bağımsız Kürdistan onlarca yıldır Kürtlerin hayaliydi. Şimdiye kadar kuşkucu komşu ülkeler tarafından sertçe reddedildiği için gerçekleşmedi. Ancak şimdi bağımsız Kürdistan’a hiç olmadığımız kadar yakınız.. Bağımsızlığa başta karşı çıkan ülkeler Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin sınırları dahilinde bir egemenliğin daha belirginlik getireceği için fikirlerini değiştirmeye başladı.”
***
Barzani’nin verdiği mülakatta “bağımsız Kürdistan” konusunda neredeyse en büyük desteği Türkiye’den göreceği konusunda inancı dikkat çekiciydi. Şöyle diyordu:
“Size bir örnek vereyim. Türkiye’de Kürdistan ve Kürt ifadelerini kullanmak yasaktı. Ama bir ay önce Türkiye’ye gittiğimde Kürdistan bayrağı Cumhurbaşkanlığı sarayında dalgalanıyordu. Bağımsızlık referandumunu Türkiye ile konuşmadık. Ancak yaşadığımız deneyimlere bakarak karşı çıkacaklarını sanmıyorum. Bu bizim ulusal hakkımız.” (Ocak 2016)
Biliyorsunuz sonrasında da Barzani Ankara’da, İstanbul’da karşılanırken bir devlet başkanına nasıl karşılama yapılıyorsa o şekilde karşılandı. Türkiye Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi bayrağı ile.
Barzani Türkiye’nin bağımsızlık referandumuna karşı çıkmayacağından emin olmasının cevabını zaten veriyor: Türkiye ile yaşanılan deneyimler.
Nedir o deneyimler?
Barzani, çözüm sürecinde Türkiye’ye koşulsuz destek verdi. Erdoğan’dan sürekli övgülerle bahsetti. Kürt halkının Erdoğan’a güvenmesini telkin etti. PKK’nın çözüm sürecini sabote eden saldırılarına ilk tepki veren isim yine Barzani oldu. Barzani yine Türkiye’nin yanında durarak, Kürdistan Ulusal Kongresi’ni yapmak isteyen HDP’li heyete “Önce PKK’ya silahları bıraktırın” şartını koştu. Yaptırmadı.
Hakkını teslim edelim. Çözüm sürecinin o dönem yapılan hatalara rağmen başarıyla yürümesinde Barzani’nin katkısı büyüktür.
Ve bütün bunların arkasından o meşhur 16 Kasım 2013 tarihinde gerçekleştirilen büyük Diyarbakır buluşması gerçekleşti. Erdoğan, ilk kez ‘Kürdistan’ dedi. Barzani’yi Kuzey Irak Kürdistan lideri olarak alkışlattı ve ‘Kuzey Irak Kürdistan’ında yaşayan kardeşlerimi muhabbetle selamlıyorum’ dedi.
Çok gerimizde kalmadı. Üzerinden asırlar geçmedi. Daha dün işte.
Hatta, Almanya’dan Erdoğan’a “Bölücülük yapıyorsunuz. Dilinize sahip çıkın” diyen MHP lideri Devlet Bahçeli’ye Erdoğan’ın cevabı TBMM’den AK Parti grup toplantısından oldu:
“Bize bölücü diyorlar. Peki Kürdistan diyen Mustafa Kemal’de mi bölücüydü?” (19 Kasım 2013)
Düne kadar Kuzey Irak’a bakışımız, bağımsızlık referandumuna bakışımız, Barzani’ye yaklaşımımız böyleydi?
Barzani’ye ‘Türkiye’nin karşı çıkacağını zannetmiyorum’ dedirten ve emin kılanda bu yaklaşımlardı işte.
Peki, şunu söyleyebilir miyiz?
Ama biz Barzani’yi Diyarbakır’a davet ederken, çözüm sürecinde yanımızda olmasını isterken Barzani’nin kafasında ‘bağımsız Kürdistan’ diye birşey olduğunu bilmiyorduk!
Diyebilir miyiz?
***
Peki, ne oldu da dün “Irak’ın iç meselesi” olarak baktığımız meseleye bugün “beka” sorunu olarak bakıyoruz. Ya da Irak’ın iç meselesine bu kadar tepki duyuyoruz?
Sorun şu: Bizim devlet olarak köklü politikalarımız yok. Dün neden destek veriyorduk bunun da net bir cevabı yok. Bugün neden bu kadar sert tepki gösteriyoruzun cevabı da yok. Çünkü günübirlik politikalarımızın ötesinde, esaslı ve kalıcı politikalarımız yok. Öngörümüz yok. 10 yıl sonra sınırımızda gelişmelere karşı öngörülü stratejilerimiz yok.
Eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek, tam da bu sorunu gayet güzel anlatacak bir belge gönderdi. Yıl 1999. 12 Ağustos. Kuzey Irak’ta Türkiye’nin milli güvenliğini yakından ilgilendirdiğini düşünerek 20 arkadaşı ile birlikte TBMM’ye bir önerge vermişler.
Özetle önergede şunlar yazılı:
“ABD’nin inisiyatifi ve yönlendirmesiyle Kuzey Irak’ta bazı gelişmeler yaşanmaktadır. Kuzey Irak’taki gelişmeler başarıyla tamamlanırsa, Türkiye’nin bütünlüğünü, devletin üniter yapısını etkileyecektir.”
“Barzani’nin yeni bir bayrak çekeceği ve milli marşını da ilan edeceği açıklanmıştır. Bir süre sonra da kendi adına para basacağı iddiaları vardır. Bütün bu gelişmelerin nereye gittiği açıktır. Kuzey Irak’ta olup bitenlerin ciddiyetle takip edilmesi, TBMM’nin olumlu katkılarının sağlanması ve politikalarımızın bu minvalde gözden geçirilmesi şarttır.”
Adım adım gelinen bir süreç var. Buna rağmen o gün, Cemil Çiçek’in vermiş olduğu önerge TBMM’de gündeme alınmış mı? Hayır. Meclisin gündeminde siyasi partiler meselesi var. Peki, Türkiye o günden bu yana oluşturduğu bir politikası olmuş mu? Hayır. Günübirlik politikalarla yürüyen bir Türkiye var maalesef.
Dün hangi saikle ‘bizim meselemiz değil’ diyorduk. Bugün neden karşı çıkıyoruz? Bilmiyoruz.
Benim görüşüm mü:
Ben Kürdistan’ın kurulup kurulmayacağına, Irak’lı Kürtlerin karar vermesi gerektiğini düşünüyorum. Bizim de buna karışma hakkımızın olmadığına inanıyorum.
HABERE YORUM KAT