Bağdatlı Abdurrahman’ın Seyahatnamesi ve Amerikalı Müslüman köleler
Ahmet Mithat, Brezilya Seyahatnamesi isimli eseri inceliyor.
Ahmet Mithat / Mecra
Bağdatlı Abdurrahman’ın Seyahatnamesi ve Amerikalı Müslüman köleler
Abdurrahman Efendi, Bağdat’ta dünyaya gelmiş bir Osmanlı vatandaşıydı. Ekonomik zorluklar onu memleketinden koparıp dünyanın öteki ucuna sürükleyecek bir seyahate zorlayacaktı.
Seyyahın ilk rotası İstanbul’du.
Abdurrahman’ın hayatı değiştiren hadise, Osmanlı Donanması Kaptan-ı Deryası Ahmed Paşa ile tanışması oldu. Bu tanışıklıktan kısa bir süre sonra seyyahımız donanmada görev alan resmî bir imamdı artık.
- 1865 senesinde İstanbul limanından nihai hedefi Basra limanı olan bir gemi hareket etti. Abdurrahman’ın da içinde bulunduğu bu gemi, bir dizi talihsizlik sonucu rotasını şaşırmış ve Brezilya kıyısının açıklarına kadar sürüklenmişti.
Bu hadise sonucu Bağdatlı Abdurrahman görüp işittiklerini “Müselliyetü’l-Garib Bi Külli Emrin Acib” (Şaşılacak Durumlar Sebebiyle Bir Yabancının Tesellisi) isimli seyahatnamede not etmeye başladı.
Brezilyalı Müslümanlar, Osmanlılarla karşılaşıyor
Osmanlı Devleti’nin Brezilya ile münasebeti yok denecek kadar azdı. Müslümanlar, Brezilya hakkında ne menfi ne de müspet hiçbir bilgiye sahip değildi.
Bölgede bulunan misyoner Hristiyanlar ve Yahudilerin kötü propagandası sonucu Brezilya Müslümanları, bilhassa Osmanlılar hakkında pek iyi kanaatler taşımıyordu.
Brezilya coğrafyası, uzun yıllar Avrupalı sömürgecilere, baskıcı yönetimlerden kaçan Yahudilere ve köle olarak Afrika’dan getirilen siyahîlere ev sahipliği yapıyordu. Sömürgecilerin çoğunluğu, İspanyol ve Portekizli deniz tüccarlarından oluşan bir sınıftı. ABD’de yaşanan iç karışıklıklar bölge ekonomisine ciddi zararlar vermiş, Batılı sömürgecilerin dikkatini ve iştahını Afrika’nın güneyi ve Uzak Doğu’ya yöneltmesine neden olmuştu.
Hadiseler bu minvalde cereyan ederken Amerika kıtasında, bilhassa Brezilya’da bulunan, Yahudiler farklı bir statüde bulunuyordu. Yahudilerin Avrupa’da sınırlandırılan ticarî faaliyetleri, Brezilya kıyılarında serbest bırakılmıştı. Pamuğun, kakao çekirdeğinin ve tütünün işlenerek ham maddeden ticarî bir ürüne dönüştürme imkânı, onlara Brezilya’da önemli ayrıcalık ve fırsatlar sağlamıştı.
Afrika’dan getirilen siyahîler de Kuzey Amerika’daki hemşehrilerine nazaran daha özgürdü. Ham maddenin toplanması sürecindeki yararlılık ve önemleri coğrafyada nispî bir hareket alanı sağlarken, kendi gettolarını/klanlarını oluşturmalarına da imkân sağlamıştı.
Siyahî kölelerin mühim bir kısmı İslâmiyet dinine mensuptu. Onlar; Allah’a inanıyor, Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul ediyor, oruç tutuyor ve hatta bir kısmı namaz da kılıyordu.
Kendisini İslâm’ı yaymaya ve anlaşılmasını sağlamak için çabalamaya adayan Abdurrahman için karşılaştıkları inanılır cinsten hadiseler değildi; ama Brezilyalı Müslümanlar ile yakın münasebet kurdukça tanık olduğu hadiseler karşısında hayretini gizleyemeyecekti.
- Brezilyalı Müslümanlar evvela hiç Kur’ân-ı Kerîm okumamıştı, namazda okudukları duaların hiçbirisi İslâm literatüründe bulunan dualar değildi. Oruç tutuyorlardı; ama niyetliyken tütün ve yerel bazı maddeleri tüketmekten kaçınmıyorlardı. En mühim olanı da İslâmiyet’i yalnızca Brezilya’da yaşanan lokal bir din olarak tasavvur ediyorlardı. Bahsi geçen yıllarda, dünyanın en büyük İslâm devleti olan Osmanlı’yı, Türkleri, İslâm düşmanı ve insan eti yiyen yamyamlar olduğuna dair ipe sapa gelmez bilgilerle tanımlıyorlardı.
Brezilyalı Müslümanlarla tanışma
Kayıp Osmanlı gemisi Brezilya açıklarına demirleyince, Avrupalı sömürgeciler yanlarındaki bazı siyahîlerle teftiş maksadıyla gemiye çıktı. Namaz vakti geldiğinde, gemi mürettebatı cemaat oluşturdu. Gemidekilerin hayretini celbeden hadise, Frenklerin yanında gelen siyahîlerin de namaz kılmak için cemaate katılmaları oldu. Abdurrahman bu hadise ile bahsi geçen kişilerin Müslüman olduklarını anladı:
“Biz öğle namazı kılmak için kalktığımızda onlar da kalktı. Hepsi birden abdest alarak bize katıldı.” (Brezilya'da İlk Müslümanlar - Bağdatlı Abdurrahman Efendi)
Bu hadise sonrası Abdurrahman, siyahî Müslümanları daha yakından tanımak için kıyıya çıkıp temas kurmaya karar verdi. Arapça bilen Yahudi bir tercüman vasıtasıyla bölge Müslümanlarının vaziyetini yakından takip etmeye başladı.
Abdurrahman’a tercümanlık yapan Yahudi; kendisini, seyyahımıza Müslüman olarak tanıtmış ve güvenini kazanmayı başarmıştı. Oysa Abdurrahman, Yahudi tercümanın habis niyetini çok sonraları Portekiz lisanını öğrenince fark edecek ve Müslümanların nasıl müşkül bir vaziyette bulunduklarını net bir şekilde idrak edecekti.
- Seyyahımız gemiye döndüğünde, Brezilya’da İslâmiyet’in fiiliyatta olmasa da kanunen yasak olduğunu, karadaki siyahîlerin de bu inançlarını esasen örtülü bir biçimde yaşadıklarını öğrenecekti. Gemi kaptanının uyarısıyla daha ihtiyatlı davranmakla beraber Abdurrahman’ın "dinin yetimleri" olarak tanımladığı bu insanlarla ünsiyeti koparmaya niyeti yoktu.
Nitekim Bağdatlı Abdurrahman’ın beklediği fırsat ayağına kadar gelecekti. Brezilyalı siyahî Müslümanlar, gemi kaptanına ricaya gelerek seyyahımızın kendilerine İslâmiyet’in temel kaidelerini öğretmesini isteyeceklerdi:
“Bizler şimdiye kadar dünyada mevcut beyaz insanların tümünü Hristiyan ve yalnız siyahîlerin Müslüman olduğunu sanıyorduk. Sizleri görünce diğer ülkelerde de Müslümanlar olduğunu anladık.”
Bu dokunaklı ifadeler sonrası gemi kaptanı, Bağdatlı Abdurrahman’ın tüm sorumluluğu üzerine alması şartıyla kıyıya çıkmasına ve İslâm’ı anlatmasına müsaade edecekti.
Sandıklarda korunan Kur’ân-ı Kerîmler
Bağdatlı Abdurrahman, İslâm’ı anlatmaya başladığında kimsenin Arapça bilmediğini üzülerek müşahede etti. Müslümanlar, ellerinde bulunan az sayıdaki Arapça Kur’ân’ı kutsal görüyor ve sandıklarda muhafaza ediyordu; ama kimse okumuyor ve mesajın ne anlattığını bilmiyordu.
Abdurrahman, tek başına böylesi kalabalık bir topluluğa Arapça öğretemeyeceğini anlayınca kendisi Portekiz lisanını öğrenmeye karar verdi.
- O, Frenk dilinin kaidelerini öğrendikten sonra İslâm’ın temel kaidelerini anlatan bir kitapçık hazırladı. Bu kitapçık, kısa sürede Brezilyalı Müslümanların hatmettiği çok değerli bir eser haline geldi ve birçok farklı bölgeye kopyaları ulaştırıldı.
İslâmiyet, para karşılığı satılıyor
Abdurrahman’ın seyahatnamesindeki en sıra dışı bilgilerden birisi, İslâmiyet’in kabulünde uygulanan gelenekti; daha doğru bir ifade ile haraçtı.
Buna göre; bir kişi Müslüman olmaya karar verdiğinde diğer Müslümanlara ‘hediye’ adı altında yüklü miktarda altın ödemeye zorlanıyordu.
Abdurrahman hemen şehrin ileri gelen Müslümanlarını toplayarak bu uygulamanın haram olduğunu belirterek yasaklanmasını istedi.
İbadetlerdeki yanlışlıklar
Abdurrahman’ı en çok yoran konuların başında âdetleşmiş ibadetlerin yanlışlığı gelmekteydi:
“Oruç ve namaz sırasında tükürüklerini yutmuyor, hazır bulundurdukları kâselere tükürüyorlardı. Kadınlara yaklaşmak bir yana, güneş batana kadar onlarla konuşmuyorlardı bile. Sahuru, güneşin doğuşundan önce yiyor, yatsı vakti oruç açıyorlardı. Ramazan’ın son üç günü, geceleri hiçbir şey yemeden oruç tutuyor, yalnız iftar zamanı birkaç bardak meyan şerbeti içiyorlardı. Kadınları ise hiç oruç tutmuyorlardı. Bunlar Frenk kadınları gibi açık geziyor, hatta bazı içkileri kullanıyorlardı.”
Abdurrahman, bu denli temel ibadetlerdeki bariz yanlışlıkların nasıl ortaya çıktığını araştırınca sebebi bulacaktı:
“Yukarıdan beri sözünü ettiğim tercüman, aslen Mağrip taraflarından, Tanca kentindenmiş. Müslümanlarla yakın bir ilişki içinde olması nedeniyle Kur’ân’dan bazı bilgiler öğrenmiş. Bu ülkeye geldiği zaman, adını Ahmed olarak değiştirmiş. Yerli Müslümanlar, Mağribî giysilerine, renginin esmerce oluşuna ve Portekiz dilini bilmesine bakarak Müslüman sanmışlar ve kendisine büyük bir saygı göstermişler. Bu adamın, kurban kesme ve çocukların sünneti dışında, İslâm adına öğrettiği her şey, İslâm şeriatına aykırıydı. Bir zaman sonra, hangi dinden olduğunu yeniden sorunca, bu kez pervasızca Yahudi olduğunu ikrar etti. Dahası, bütün yaptıklarını İslâm’a duyduğu düşmanlık nedeniyle ve kişisel çıkarları için yaptığını anlattı. Yerli Müslümanlar, tercümanın nasıl bir adam olduğunu anladıktan sonra, benden, kendisine ne yapmaları gerektiğini sordular. Kendisine hiçbir şey yapmadan, Cenâb-ı Hakk’ın intikamına havale etmenin, zamanın ve şartların gereklerine uygun olacağını söyledim. Onlar da adamı serbest bıraktılar.”
İbadetlerdeki aksaklıklar giderdikten sonra Abdurrahman süratle gelenekler ve alışkanlıklardaki yanlışlıkları düzeltmeye çalıştı. Onu en çok meşgul eden sorunların başında, Müslümanların içki alışkanlığı geliyordu
“Burada bütün Müslümanlar bıyıklarını tıraş ediyorlardı. Bıyıklarını kesmeyenlere kâfir gözüyle bakıyor, Allah’ın selâmını kesiyor, kız alıp vermiyorlardı. Tütünü haram sayıyor, buna karşılık içkinin mubah olduğuna inanıyor ve açıktan açığa içiyorlardı. Bir gün, kabile reislerinden birisi beni yemeğe dâvet etti. Sofrada şarap görünce, bunun haram olduğunu bildirdim. Allah’a hamd olsun, hepsi içmeyi bırakarak tövbe ettiler. Ama bazıları, şarap yerine tütün içmeye başladılar.”
Yine geleneklerdeki sapkınlık derecesine varan âdetler bulunuyordu. Bilhassa “Evlilik” geleneği, İslâm’ın temel normları ile taban tabana zıt bazı özellikler barındırıyordu:
“Ebaiyeli Müslümanlardan birisi evlenmek istediği zaman, seçtiği kızı tecrübe etmek amacıyla evine götürür, nikâhlanmadan onunla yatarmış. Kadın bir çocuk doğuruncaya kadar, bu şekilde yanında tutarmış. Bu süre içinde kendisine itaati, sırlarını gizlemesi ve sevgisi kesinlik kazanırsa, onunla evlenmeyi kabul ederek nikâh kıyarmış. Bunun aksi ortaya çıkarsa, çocuğuyla birlikte ailesine iade edermiş. Buraya gelir gelmez, ilk iş olarak bu gayrimeşru evlenme âdetini ortadan kaldırmaya çalıştım. Deneme amacıyla yanında kadın bulunduranları birer ikişer getirterek belli bir mehir karşılığında evlendirdim. Ayrıca kendilerine, zorunlu durumlarda boşanmayla ilgili İslâmî hükümleri açıkladım.”
Siyahî Müslümanların müşkül vaziyetinin kökenleri
15. yüzyıldan itibaren Afrika kıtasından Amerika kıtasına yoğun bir köle kaçırma ve ticareti olduğunu, tarihî vesikalardan biliyoruz. Siyahî kölelerin çoğu Gana, Mali, Sokotro, Kânim-Bornu, Songay ve Sudan gibi Müslümanların yoğun yaşadığı coğrafyalardan kaçırılıyordu.
Kıtaya getirilen kölelerin disiplininde ilk müdahale edilen konu, şüphesiz dinî inançlarıydı. Bu sebeple siyahî Müslümanlar Hristiyan olduklarını belirtse de büyük çoğunluğu İslâmiyet’i gizli bir şekilde yaşamayı sürdürecekti.
Bu gizlilik, sonsuza kadar sürmeyecekti. Yoğun nüfuslu Müslüman köleler, 17. yüzyılda Palamares Cumhuriyeti ile Brezilya’da bir devlet kurma teşebbüsüne girişti; ama bu çaba, Portekizliler tarafından kanlı şekilde bastırıldı. Siyahî köleler tekrar baskı ve işkence ile dinlerini gizleyecekleri bir sürece zorlandılar. 1830 yılında Antonio Conselheiro’nun din merkezli büyük isyanına siyahî Müslümanlar da destek verecekti.
Abdurrahman’ın karaya adım attığı anda, Brezilyalı Müslümanlar bu iki hadisenin travmasını henüz yeni atlatmaya başlamış; ama tüm zorluklara rağmen bu çetin coğrafyada Müslüman kalabilmeyi başarmıştı. Bağdatlı Abdurrahman dönüşte Lizbon, Kurtuba, Cebeli Tarık ve Tanca gibi şehirlere de uğramıştı.
O sıralarda Tanzimat reformları ile meşgul olan ve Rus tehdidi altında bulunan Bab-ı Ali’nin Brezilyalı Müslümanlara yardım eli uzatabilecek mecali bulunmuyordu. Sonraları Brezilya, İzlanda ve Avustralya gibi uzak coğrafyalar ile yakından alakadar olan Edebiyat-ı Cedide sanatçılarının ne dizelerinde ne de nesirlerinde Brezilya Müslümanları hakkında pek malumat bulunmuyor.
HABERE YORUM KAT