Babanzade Ahmed Naim ve İslam Ahlakının Esasları
Babanzade’ye göre, İslam’ın kısa sürede insanlık tarihinin en büyük inkılabını gerçekleştirerek yeryüzüne yayılmasının nedeni, Müslümanların ‘ahlakı Kur’an’dan ibaret’ olan Peygamberin davasına riayet etmeleriydi.
Ahmet Kerim Artuk / Haksöz Haber
Mütefekkir, müderris ve mütercim Babanzade Ahmed Naim (1872-1934) yaşadığı dönemin düşünsel, entelektüel ve akademik hayatının en mühim isimlerinden biridir. Sırat-ı Müstakim dergisinin önde gelen kalemlerinden olmakla birlikte Darülfünun’da felsefe grubundan pek çok derste (felsefe, psikoloji, ahlak, mantık, metafizik vs.) hocalık yapmış ayrıca Fransızca olan yeni felsefi terimlerin Osmanlıcada İslam geleneği gözetilerek yeniden üretilmesi hususunda benzersiz çalışmalar ve katkılar ortaya koymuştur. Aynı zamanda Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih’in tercümesiyle de görevlendirilen Babanzade’nin ömrü, bu eserin ancak ilk iki cildini tamamlamaya yetebilmiştir.
1912 yılında dönemin Maarif Nazırı Emrullah Efendi, Lahey’de toplanacak II. Beynelmilel Terbiye-i Ahlakiye Kongresi’ne Osmanlı Devleti’ni temsilen katılması ve tebliğ sunması için Babanzade Ahmed Naim’i görevlendirir. Babanzade, Ahlak-ı İslamiyye Esasları isimli çalışmasını bu kongrede tebliğ etmek üzere hazırlamışsa da, hükümetin düşmesi üzerine Ahmed Naim kongreye katılamadığından tebliğ sunulamamıştır. Daha sonra bu çalışma Babanzade tarafından genişletilerek evvela Sebilürreşad dergisinde tefrik edilmiş, ardından 1924 yılında risale halinde neşredilmiştir.
Beyan Yayınları tarafından Ekim 2019’da yayınlanan İslam Ahlakının Esasları Babanzade’nin sözünü ettiğimiz eserinin sadeleştirilmiş haliyle beraber tıpkı basımını da ihtiva ediyor. Fahrettin Gün tarafından yayına hazırlanan kitapta okuru bekleyen detaylı bir Babanzade Ahmed Naim biyografisi de yer alıyor.
Yazılış amacı itibariyle Batılılara İslam’ın ahlak felsefesini anlatan eserde, teorik tanımlamalardan ziyade İslam ahlakının referanslarına ve muhtevasına dikkat çekiliyor, ayrıca Batılıların İslam’da tevekkül, kader, irade, Peygamberlik gibi hususlardaki yanlış algılarının üzerine gidilerek ayet ve hadisler doğrultusunda bu algılar tashih ediliyor.
Babanzade, eserinin hemen başında ahlaki kuralları, insani vazife ve ilişkilerin üzerinde yükseleceği kanunları insanlığa ilk öğretenin ‘din’ olduğunu ifade ederek felsefeye dayanan ahlak anlayışıyla din temelli ahlak anlayışını birbirinden ayırır. Ona göre, felsefi teoriler insanların zihninde karşılık bulsalar dahi kalplerine ve ruhlarına tesir etme bakımından din ile kıyas dahi edilemez. Zira imanla anlamını bulan ahlak, ahiret gibi güçlü bir motivasyona sahipken diğer tarafta felsefi nazariyelerin insan eylemleri için sürdürülebilir bir ahlak kaynağı olmadığı aşikardır.
‘Müslümanlar, ahlaki kötülük ve çirkinliklerin her çeşidinden korunmak; ahlaki güzellik ve faziletlerle bezenmek için Allah’ın kitabından ve Resulullah’ın sünnetinden başka ilim ve feyiz kaynağına ihtiyaç hissetmemişlerdir.’ diyerek İslam ahlakının referansını vurgulayan Babanzade, Müslümanların geri kalmışlıklarının sebebinin inançları değil ahlaki bakımdan söz konusu referanslardan uzaklaşmış olmaları olduğunu belirtir.
Babanzade’ye göre, İslam’ın kısa süre içerisinde insanlık tarihinin en büyük inkılabını gerçekleştirerek yeryüzüne yayılmasının temelinde Müslümanların ‘ahlakı Kur’an’dan ibaret’ olan Peygamberimizin rehberi olduğu bu davaya titizlikle riayet etmeleri yer alıyordu.
Yazarın, davasını ‘Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim’ hadisiyle izah eden Peygamberimizin güzel ahlaka dair hadislerinden yaptığı derlemeden bazı hadisleri aktaralım:
‘Tedbire benzer akıl, güzel ahlaka benzer asalet yoktur.’
‘İnsanın asaleti dinidir. Şerefi, güzel ahlakıdır.’
‘İnsanın saadeti, güzel ahlakıdır. Fena ahlak ise bedbahtlığın işaretlerindendir.’
‘Güzel ahlaka yapış. Zira insanların en iyi ahlaklıları, dini en iyi olanlarıdır.
Peygamberimiz tarafından önemi defaatle vurgulanan güzel ahlakın, insan hayatının en ufak detaylarında dahi karşılığının ne olduğunu gerek Kur’an’dan gerek hadislerden öğrenmemiz mümkün:
‘Affa sarıl, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir’1
‘Zannın çoğundan sakının…’2
‘Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın’3
‘Yeryüzünde böbürlenerek yürüme..’ 4
‘Kötülüğü kendisinden daha iyisi ile, yani güzellikle def’et’5
Öte yandan, İslam söz konusu olduğu zaman iman ile ahlakın adeta ‘tek bir şey’ olduğunu belirten Babanzade, bu hususu da buradakiler gibi pek çok hadisle birlikte okura aktarır:
‘İmanın en şereflisi, halkın senden emin olmasıdır.’
‘İmanın en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğz etmek; lisanını Allah’ı zikirle çalıştırmak; kendin için her neyi seversen başkaları için de onu arzu etmek, kendin için her neden hoşlanmazsan başkaları için de o şeyin meydana gelmesini arzu etmemek; bir de ya hayır söyleyip yahut sükut etmektir.’
Kitapta, ahlak bahsinden hareketle daha ziyade Avrupalı rasyonalistlerin görüşlerine İslam cephesinden yanıtlar verilerek savunmacı bir pozisyondan – ki metnin yazılış amacı ve dönemin şartları düşünüldüğü zaman bu normal görülebilir- akıl, kader, tevekkül, Peygamberin konumu gibi hususlar da tartışılır.
Batılı ahlak felsefeleri içinde İslam’a en yakın bulduğu felsefenin Rasyonalist/Akılcı felsefe olduğunu belirten Babanzade, sözkonusu felsefecilerin ahlak için belirledikleri en temel prensip olan ‘özgürlük’ meselesini kader bağlamında ele alır. Batılıların, İslam’ın hürriyet anlayışını kadercilik üzerinden okumalarını eleştiren Babanzade, mensuplarına ahlaki ve ameli pek çok ödev yükleyendinin, bunun sonucunda insanların hesaba çekileceğini bildirdiğine göre insanın elbette inanıp inanmamakta veya davranışlarında hür olacağını, dolayısıyla ‘cebri’ bir ahlakın değil ‘mesul tutan’ bir ahlakın İslam için geçerli olduğunu söyler.
“Müslümanların kadere imanları, amellerinin ve niyetlerinin ahlaki kıymetini azaltacak, noksanlaştıracak nitelikte değildir. Müslümanlar hem kadere iman ederler; hayır ve şerrin yaratıcısının Allah olduğuna inanırlar, hem de Allah tarafından kendilerine gösterilen saadet yolu ile bedbahtlığa ve sefalete giden eğri yoldan hangisine girseler kendi seçimleriyle girdiklerine inanırlar.”
Ardından akıl bahsinde Babanzade, iman esaslarına akılları inandırmak için indirilmiş ayet sayısının Gazali tarafından 763’e vardırıldığını belirterek İslam düşüncesi içerisinde delilli imanın taklidi imandan çok daha münasip görüldüğünü belirterek akıl hususundaki hadislerden pek çok örnekle de savını destekler. Buradan hareketle, İslam’da ahlakın dine dayanıyor oluşunun bir ‘irrasyonalite’ içermediğini, bilakis zaten akli delillerle girilen iman dairesince müminin ahlaka memur kılındığını söyler.Yazara göre, bütün mahlukatı belirli bir düzende yaratan Allah, kuşkusuz insan için de en doğru ahlaki tavır, düşünce ve tutumları bilir. Haliyle, yine Allah’ın yaratıp insana bahşettiği (selim) aklın düşünerek bulacağı ahlak, İslam’la çelişmeyecektir.
Bir Müslüman namazını orucunu, zekatını, haccını nasıl dini bir vazife olarak tanıyorsa aynı şekilde insanlara güzel muamelede bulunmayı, faydalı işlerle meşgul olmayı, iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı da birer vazife olarak telakki eder; cinayeti, zinayı, kumarı, hırsızlığı nasıl haram sayıyorsa aynı şekilde gıybeti, edepsizliği, kibri, iftira ve yalanı, malayani işleri de kaçınılmasını imanının emrettiği fenalıklar olarak görür. Günümüzde bazı Müslümanlar tarafından bu temel hususun anlaşılamamış olmasından kaynaklanan sorunlarla sıklıkla yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Toplumun Müslüman olarak tanıdığı bazı kimseler, imanı ve İslam’ı ‘ceplerinde’ görerek İslam ahlakına mugayir hareket etmekten geri durmazlarken, hem toplumu ifsad ve iğfal eden davranışlar sergiliyorlar hem de Müslüman olmanın getirdiği temsil vazifesini ihlal ettikleri için başka pek çok Müslümanı da zan altında bırakıyorlar. Elbette İslam hakkında, bazı insanların yapıp etmelerini referans alarak İslam’ı mahkum etmek büyük bir akılsızlıktır, ancak Müslüman olmak, düşmanlarının dahi ahlakından emin oldukları Efendimizin yolunu sürdürmek anlamına gelir. Siyasi meselelerde ürkek ve çıkarcı, sosyal meselelerde nemelazımcı ve tepkisiz, insani ilişkilerde yıkıcı ve zulmedici, ümmet meselelerinde ırkçı, kör ve sağır bir tavır İslam ahlakıyla bütünüyle çelişir. Yukarda değindiğimiz üzere, ahlak kaybolduktan sonra da ortada İslam’dan geriye ne kalır, bunu düşünmek gerekir.
Dipnot:
1- A’raf Suresi, 199.
2- Hucurat Suresi, 12.
3- Hucurat Suresi, 12.
4- İsra Suresi, 37.
5- Fussilet Suresi, 34.
HABERE YORUM KAT