Aynı sığlık, aynı liyakatsizlik...
Şöyle bir düşündüm Altan Tan’ın cevabını okuyunca; acaba Kürt davasını temsil etiğini düşünen, bugün bu davanın vitrininde boy gösterenler farklı, yani daha çaplı, daha liyakatli, daha az inişli çıkışlı insanlar olsalardı, bugün hem Türkiye hem de Kürtler bu halde olur muydu?
Bunun cevabını vermeyeceğim şüphesiz...
Ama Altan Tan gibi (kendi CV’sini fazlasıyla eksik dökmüş ortaya zira) bahse mevzu kesimin en üst düzey temsilcilerinde bile böyle anlık öfke patlamaları, en küçük eleştiride kendinden geçen karakterler ile bu davayı temsil etmeleri büyük bir haksızlık. Belki şiddeti yedeğine alan, her fırsatta önüne gelen herkesi tehdit eden zımni terör muhiplerine değil ama Kürtlere büyük bir haksızlık bence.
Anadolu’da bir söz vardır, “Ağır kazan geç kaynar” diye. Anadolu insanı bu lafı, çift anlamda kullanmıştır, ilki ağırdır; ağırbaşlı insan hemen öfkelenmez. İkincisi ise biraz can yakıcıdır; anlayışı kıt insanın bir şeyi kavraması zaman alır...
Altan Tan kısa süre önce kurşunlu adresli bir örnek vererek, “Adres sormayan kurşun katildir, teröristtir, ben güç kullanılmasına karşı olmadım, gücün kime ne kadar ve nasıl kullanıldığının sorgulanmasını gerektiğini savundum” türü kaş yapayım derken göz çıkardığında aslında zihniyetini yere vurup, çekirdeğini teker teker ayıklamak çok mümkündü. Ama bugün siyaseten arkasında durduğu ve her katliamında biraz daha dizlerine karnına çekip kendi iç evrenine yöneldiği terör o kadar gürültü çıkarmaktadır ki, Tan’ın bu saçmalamalarını bile kimse ciddiye almamaktadır.
Mesele şudur; ortalık yere çıkıp, ben şöyleyim, ben böyleyim diye afra tafra yapmak, kabadayı edasıyla ağzını açıp, hot zot diye aba altından sopa göstermek ne erdemle, ne liyakatle, ne de temsil hakkaniyetle ilgilidir.
Devlet Kürtlere yıllar yılı zulmetmiştir. Doğrudur. Kürtler ezilmişlerdir, hor görülmüşlerdir, hırpalanmışlardır, cinayetlere maruz kalmışlardır. Doğrudur. Ve de Kürtler mazlum millettir...
Ama bunun mefhum-u muhalifi külhanbeyvarî bir üslup mu olmalıdır? Her eleştiride insanların karşısına terörü, cinayeti, kanı mı koymak lazımdır? Yok mudur bu davanın aklıselimi, yok mudur âkil insanı, yok mudur şiddet değil fikir üreteni? Yok mudur tehdit değil, teklif yapanı? Soruyorum yok mudur?
Kalitesizlikte benzeşmek mi marifettir, seviyede yarışmak mı?
Biliyorum bu cümleler de Tan ve –maalesef– türdeşlerinin kimyasını bozacaktır. Yine kızacaklar, ağızlarını bozacaklar, tehdit edecekler, terör ile korkutacaklardır.
Ama gerçek de orada durmaktadır, bu ülkede Kürt meselesini temsil iddiasındaki kişiler ve siyasi kurumlar yetersizdir, eksiktir, hatalıdır.
Hizmet ettiklerini düşündükleri halkın hakkını hakkıyla arayamamanın da bir vebali, sorumluluğu olsa gerek. Altan Tan gibi afra tafra yaparken bile zikzaklı çizgilerle dolu geçmişiyle övünen zevata kalmış bir toplumsal davanın vereceği bir umut maalesef yoktur.
Yazık ki yoktur.
Aslında bu satırların Altan Tan’a yeterli bir cevap olduğunu düşünüyorum ama geçmişi zikzaklarla, siyasi hırslarla dolu birinin gazete sayfalarında yalan yanlış CV’lerle insanları kandırmasına da göz yumamam. İşte bu açıdandır ki, CV’nin çokça eksik kalan küçük bir bölümünü okurlar adına doldurayım.
Altan Tan, CV’sini ortaya dökerken, Melih Gökçek’in Keçiören Belediye Başkanlığı döneminde kendisi ve Ömer Vehbi Hatipoğlu’nun yardımcılığını unutmuş. Aydın Menderes’in kurduğu partideki görevi de yok CV’de. Cem Boyner’in partisine olan sempatisini de göremedim. Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde Mehmet Metiner, Ali Bulaç, Metin Kızmazla birlikte çıkardıkları sözleşme dergisi, belediyenin kültürel işlerinden aldıkları ücretleri de yazmasını beklerdim kendisinden.
Mesela isterdim ki Ahmet Bilgin’in Diyarbakır Belediye Başkanı olduğu dönemde yine Ali Bulaç, Mehmet Metiner’le birlikte aldıkları viyadük işini yazmış olsun. Seçimlerde belediyenin değişmesiyle işin yarıda nasıl iptal edildiğini? Mehmet Ağar’la yaptığı diğer görüşmeleri anlatsın. Bugün 367 kahramanlığı yapmasına rağmen, olayın doğrusunu anlatsın.
DYP’ye başvuru dosyasını kime verdiğini, 367 olayından sonra dosyanın Ankara’ya gitmesini, Mehmet Ağar’ın onu listeye koymadığını öğrendiği an tepkisini, Osman Bostan ekibiyle flörtünü yazsın isterdim.
Mardin’deki uluslararası öğrenci sempozyumu gecesi otel odasındaki görüşmeyi anlatsın isterdim. Ali Bulaç, Zeynel Abidin Erdem, Oya Peker ve bazı isimlerle bir AK Partili’nin kendi adına buluşmalarını yazsın. Konunun kendisinin Büyükşehir Belediye Başkanlığı olduğunu. Toplantıda teklifin kendisinden gittiğinin Ali Bulaç, Erdem’in ağzından AKP’liye açıklanmasını. Bülent Arınç ve İhsan Arslan’ın devreye sokulmak istenmesini. Aynı konunun Ali Bulaç tarafından İsttanbul’da yine aynı isme deklare edilmesini...
Galip Ensarioğlu’na kişisel dosyasını neden verdiğini yazsın...
Yerim yok, Tan’ın gerçek CV’si için yazacak çok şey var ama şimdilik bunlar sanırım yeterli.
Unutmadan Altan Tan... Şark kurnazı lafıma bozulmuşsun. “Çakal, alçak, kek, .. demek istemiyorum ama yazmış oldum” türü yazılar, ne kadar da haklı olduğumu gösteriyor. Şark kurnazlığı tam da bana yazdığın mektuptaki yazılanları kapsıyor.
Bu ülke siyasette çok fırıldak “Kubiler” gördü. Parti değiştireni. Meclis’e girmek için meşru, gayrı meşru yolda duranları. Ancak senin gibi savrulanına şahit olmadı. Bütün ömrü boyunca söylediklerini bugün reddedip, bunu da meşrulaştırmak isteyene şahit olmadı.
Meclis’e girmek büyük bir iş değil. Meclis’e girince sadece ve sadece cenazeniz Meclis’ten kalkıyor. Hepsi bu... Arkamda kimin olduğunu merak etmişsin, (sana yakışan üslupla, mertçe değil, lafı dolandırarak) söyleyeyim: ALLAH... Savrulanların pek bilmediği bir isim.
[email protected]
TARAF
YAZIYA YORUM KAT