Ayıp
Bıkmadan usanmadan, “çözüm şart” derken bıkmadan usanmadan “Bu işi gündelik siyasete alet etmeyin” demek lazım.
Etmeyin içinde kan var, etmeyin içinde can var, etmeyin içinde acı var. Etmeyin içinde bu ülkenin birlikte, huzur içinde yaşaması ilkesine tehdit var.
Başbakan; seçilmiş, halkın oylarıyla Meclis’e gelmiş bir partinin genel başkanıyla görüşüyor. Ana muhalefet lideri, “Geç bile kaldın, daha önce nerelerdeydin” diyeceğine, “DTP ile görüşmenin muhatabı PKK’dır” diyor.
Bu sözlerin, bu ayrıştırıcı tavrın, bu demagojinin ne anlama geldiğinin farkında değil mi, acaba?
Bunun, tam da sözümona şikayet ettiği bölücülüğün ta kendisi olduğunu, daha da çok kan aksın demek oluğunu, Türklerle Kürtler düşman olsun demek olduğunu bilmiyor mu? Bilmemesi mümkün mü?
Partisinin eski milletvekili olan Ahmet Türk’ü tanımıyor mu? Onun Kürt meselesinde en kabili muhatap şahıs olduğunu bilmiyor mu? Yıllar önce onun evinde, Kasr-ı Kanco’da “Eğer imkan bulursa bu sorunu çözmek için elinden geleceğini yapma”! sözü veren Baykal değil miydi?
Bırakın sözü, lafı; 1989’da Kürt raporu yazan kişi Baykal değil miydi?
Yoksa, anayasa, askeri vesayet, demokratikleşme ve Avrupa Birliği’nde olduğu gibi Kürt meselesinde de dün dündü bugün, bugün mü?
Öyleyse ayıp değil mi?
Şu cümleleri okuyalım:
“Cumhuriyet bir siyasal bilinç temelinde kurulmuştur. Bu gerçeğin inkârına dayalı, tek bir ırkı ön plana çıkaran, çareyi ırksal anlayışta bulan, herhangi bir etnik karakterden ve mezhep anlayışından mucize bekleyen tahlil, ideoloji ve politikalar çağdaş olmayacakları gibi çözüm de getiremezler. Terör örgütünün silahlı mücadelesi ileri sürülerek halka baskı yapılması haklı gösterilemez. Bu, silahlı terör örgütlerinin tuzağına düşmektir. Terör tuzağının amacı, baskıdan bıkan insanların devlete, Cumhuriyet’e yabancılaşmasını sağlamaktır. Çözüm şudur... Anayasa’dan başlayarak, bütün ilgili yasal düzenlemeler demokratik hukuk ilkelerine uygun hale getirilmeli. Kürt kimliği kabul edilmeli, anadil yasağı ile ilgili her türlü yasal düzenleme yürürlükten kaldırılmalı. Herkes, anadilinde serbestçe konuşabilmeli, yazabilmeli, öğretebilmeli. Köy koruculuğu kaldırılmalı. Bölge insanının diline, kültürüne, vatandaşlık haklarına saygı anlayışı egemen olmalı.”
Erdoğan değil, Türk değil, 12 kötü adam değil Baykal söylüyor bunları. Daha doğrusu önceden söylüyordu, şimdi söylemiyor, söyleyemiyor. Söyleyene kızıyor, bağırıyor, çağırıyor.
Şimdi demagoji yapıyor, şimdi çözümün önüne set oluyor, şimdi Kürt’ü tanımıyor, Türk’ün hassasiyetine kulak tıkıyor. Şimdi bu ülke tam büyük bir sorununu çözebilme imkanı yakalamışken sanki bir bölünme problemi varmış gibi, sanki birileri ihanet içindeymiş gibi hava yayıyor. Şimdi ayıp ediyor.
Baykal herşeyi biliyor. Kürt sorununu aşan bir ülkenin şaha kalkacağını da biliyor, bu sorunun bir gün dahi geciktirilmeden çözülmesi gerektiğini biliyor. Kürt sorunu çözülmeden bu ülke insanlarının aynı rüyayı göremeyeceğini, aynı hayalin peşinden koşamayacağını pekala biliyor.
Özellikle de bu kez çözülemezse sorunun bir daha hiç çözülemeyeceğini de çok çok iyi biliyor: Bunları bilmese o raporu yazar mıydı? Bunları bilmese bir hafta önce konuşmak varken, pusuda bekleyip havayı koklayarak dün konuşmak gibi bir Şark kurnazlığına girişir miydi?
Peki, gerçekler apaçık ortadayken Kürt sorunu siyasi haset için çok pahalı, çok kanlı bir konu değil mi? Çözümsüz geçen her gün, geride geçmeyen acılar bırakırken üç-beş oya değer mi?
Tarih yaşanıyor, tarih yazılıyor. Bir politikacı için bu tarihin hükmünü bu kadar ıskalamak yazık değil mi?
STAR
YAZIYA YORUM KAT