Aydın ve münevver farkı
Aydın kime denir?. “Aydınlanmış” insana değil mi? Yani AYDIN “Aydınlanmış olan kişi”ye denir..
Peki İlluminati nedir? “Aydınlanmış olan” yani “Aydın”.
O zaman hep birden söyleyelim, “Biz hepimiz illuminatiyiz”. Durup dururken bir de İlluminati olduk.
İlluminati, Fransız devriminin öncü kadrosu idi. Daha sonra Baron Adolf Von Kntgge ile birlikte Masonlarla yakınlaştılar ve birleştiler..
Biraz daha geriye gidelim.. Aydınlanma düşüncesini Prometeye kadar götürelim.. Promete tanrıdan ışığı çalmıştı değil mi? Işığın kaynağı ateş. Meş’ale.. Hani şu Milli Eğitimin logosu olan meşale.. 19 Mayıslarda filan, olimpiyatlarda yakılan ateş var ya o.. Işık aydınlatır çevresini değil mi?. Işığın anası olan ateşle taşı eritebilirsiniz, ağaçları yakabilirsiniz, suyu buharlaştırabilirsiniz ve hayvanları korkutabilirsiniz.. Işık elinizdeyse gecenin karanlığında eşyanın gerçekliğini görebilir ve onu tanıyabilirsiniz..
İşte aydınlanma böyle bir şey.. Tanrıdan ışığı çalmak!. Çalınca alıp kaçacaksınız.. Atletizm bir bakıma o kaçış eğitimidir.. “Tanrıdan kaçış”.. Daha hızlı koşacak, daha yüksekten atlayacak, daha ağır yüklerin altına gireceksin.. Çünkü tanrısal bir sorumluluğun var artık..
Güneşe tapanlar ya da Mecusiler, aslında bu tanrısal gücü kutsamış oluyorlar. Promete, tanrıya ait olan bir şeyi ondan çalarak tanrılaştı aslında. Ya da “Tanrının oğlu” oldu! Ve Pandoroso’nun kutusunu açınca da işler karıştı.. “OĞUL” “BABA”nın işine karışınca, işler içinden çıkılamaz bir hal aldı..
“Tanrı”, aslında “oğlu”na bu bilgiyi isteyerek vermiş olamaz mı? Yahudi inanışında bunun izlerini görürsünüz.. Mitolojilerde anlatılan budur.. Bugünkü modern batının aydınlanma felsefesinin arkasında yatan düşünce de bu.. “Aydın” böyle bir karakterdir.. İlluminati ve Masonlar ise, bu düşünce akımının kozmik odasıdır sanki. Bu kadar çok tanrıcıklar olunca birilerinin de “Tanrı adına” onları güdülemeleri gerekir!? Tanrısal güç kullananlar için tanrısal bir denetim mekanizması.. Loca tanrısal tanrısının rolünü üstlenir aslında.. Evrenin ulu mimarı kutsal ruhtur.. Babalık rolü, oğullarına sahip çıkması için Pedere düşer. Ortodokslukta bu ruhani konseydir.. Katolik dünyasında papadır.. İlluminati geleneğinde ise locaya düşer bu görev. Oğul ise masonlar, aydınlar filan..
Aydınlar masonik kalfaların çıraklarıdır.. Masonik bir dünya inşa edilecekse, onlara gönüllü işçiler gerekir.. Bizim “okul” dediğimiz l’ecol bunun için vardır. Eğitimin amacı “Aydınlanma”dır.. Locanın bizim gibi “garson”lara ihtiyacı vardır. Okul işte bu insanları “üretir”.
Bugün “insan kaynakları” dediği şey, sizi bir malzeme olarak algılar. Piyasanın, sektörün, üretimin parçası olan “eğitilmiş” indirgenmiş biyonik robotlara ihtiyacı vardır.. Onun için piyasa çocuklarınızı sizden almak ve kendi ihtiyacına, arz-talep dengesine göre onu biçimlendirmek ister..
Onun için İslam geleneğinde “Aydın”dan söz edilmez. Aydının dünyası “gerçekliğin göreceli bilgisi ile sınırlıdır. Bu bilgi aynı zamanda rolatiftir, değişkendir. İslam dünyasında Münevverden söz edilir. Yani “nurlandırılmış insan”dan. Aydın 5 duyusu ile algılandığı bir dünyada yaşar, münevver ise içinde hakikatin bilgisine sahiptir. Fıtrat olarak hakikatin bilgisini anlama yetisine sahiptir. Akıl hakikati idrak eder ve insanı Rabbine, kendi bedenine, hemcinslerine ve tabiata karşı sorumlu kılar..
Münevver “ben merkezci” değil, “hak merkezli” düşünür.. Ontolojik olarak, “Allah’tan bir ruh” taşıdığını bilir ve bunu bir sorumluluk olarak kabul eder, yoksa “Tanrının oğlu” olmak gibi bir yanlışa düşmez.. Münevver “gerçeklik dünyası”na yabancı da değildir. Onu ayrı bir alan olarak görür.. Hakikatin farklı tecellileri ya da algıları sözkonusudur.
Aydın farkında olmadan İlahlık ve Rablik taslar başkalarına karşı.. Mesela bunu “çağdaşlaştırma” şeklinde de sunabilir.. Derin devlet işte böyle oluşuyor.. Hani deriz ya “Bir ben vardır, o da benden içerü”. O “Benden içerü” güç, ilahi bir öz de olabilir, nefsi kontrolüne alan şeytani bir yapı da!
Localarda üst düzeylere gelmiş üyelere; ‘Illuminati örgütünün tüm dünyadaki kralları ve din adamlarını yok etmek istediği ve ancak böylelikle insanların zihinlerinden milliyet düşüncesinin silinebileceği’ anlatılırmış. O seviyeye gelene kadar gizlenen gerçeği, o derecede öğreniyorsunuz. O gerçekle yüzleştikten sonra ise geri dönüş yok.. Frenkleşme, batılılaşma işte böyle bir şey.
Demokrasi, ağuyu içine koydukları altın bir tas gibi, özgürlük ise zehire karıştırdıkları bal gibi sanki.
“Ağuyu altun tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağı” derler ya!
Evet adalet, evet barış, evet özgürlük.. Haktan yana olacağız; şeytanla değil, Hak’la barışacağız, fıtratla, tabiatla barışacağız, aklımız vicdanımızla barışık olacak. Evet özgürlük! Ama Allah’a kulluktan alıp şeytana köle yapmayacağız aklımızı.. “Lailahe” diyeceğiz ve sonra da “illallah”!
Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT