Ayasofya Özgürleşmeden Mescidi Aksa Özgürleşemez
Gerçek Hain Kim?
1918’de İstanbul İtilaf kuvvetlerince fiilen işgal edildiğinde, (Kemalist rejimce hain olarak yaftalanan) Sultan Vahdettin kendi özel korumalarını Ayasofya’da konuşlandırarak, ne pahasına olursa olsun kesinlikle Ayasofya’nın kiliseye çevrilmesine izin vermemeleri talimatı vermişti. Nitekim Ayasofya kiliseye çevrilemeden işgal kuvvetleri geri çekildi.
Hain denen Vahdettin, Yunan ordusunun Egeye dökülmesinin ardından Ayasofya’da mevlit okutarak bu zaferi kutlamıştı.
Hain denen Vahdettin, Kemalist kadronun tehditleri neticesi memleketini terk etmek zorunda kaldıktan sonra, Kemalist rejim hızla camileri kapatmaya, satmaya, depo haline getirmeye başlamıştı.
Kemalistler kamuoyunun tepkilerinden çekindiklerinden olsa gerek, Resmi Gazetede yayınlayamadıkları için aslında geçersiz olan korsan bir kararname ile oldu bittiye getirerek Ayasofya’yı Müzeye çevirdiler ve 1918’de Hristiyan işgalcilerin cesaret edemediği Ayasofya’nın işgali, 1934’te batı aşığı mankurtlarca gönüllü olarak ve sevinçle gerçekleştirilmiş oldu.
Ayasofya’nın Müzeye Çevrilmesinin Gerçek Anlamı
Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi demek, aslında (soyut anlamda) Anadolu’nun, yani laik haçlı batılılarca işgal edilmemiş son İslam Memleketinin de işgali anlamına geliyordu. 1.Dünya Savaşı yenilgisi sonrası 1918’de başlayıp ta tamamlanamayan / tamamlanmayan fiili işgal sürecinin, 1934’te kendilerini kurtuluş kahramanları olarak pazarlayan kadro tarafından bizzat gerçekleştirilmesi, batının hegemonyasının gönüllü olarak kabulünün ifadesi, gönüllü bir teslimiyet ve boyun eğişin ikrarı idi.
Kemalist kadro, nasıl 1948’te işgalci Siyonist rejimi tanıyan ilk İslam memleketi kadrosu oldu ise, 1967’de Mescidi Aksa’nın işgaline sözde tepkiden öte geçmeyerek ve Erdoğan iktidara gelene değin işgalci İsrail’in İslam dünyasındaki en büyük ve koşulsuz destekçisi olarak zımnen destek verdi.
Ayasofya 1934’ten Beri Müze, Mescidi Aksa Hala Cami!
Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi ile Mescidi Aksa’nın işgali arasında fark yok demek bile az gelir. Zira Türkiye fiili düşman işgalinde olmamasına rağmen Ayasofya camilikten çıkarılmış ve yapılan restorasyonla camilikten tamamen uzaklaştırılarak Kilise kimliği öne çıkarılan bir Müze haline getirilmişken; Mescidi Aksa 1967’den beri fiili düşman işgaline ve Siyonist çetenin tüm çaba ve kısıtlamalarına rağmen hala Müslümanlara ait olan bir camidir.
Zevahiri kurtarmak adına (kerhen) Mescidi Aksa’yı savunan! Kemalist devlet aklının, Ayasofya’nın müze olarak kalmasını ısrarla dayatması gayet tabidir. Lakin 13 yıldır iktidarda olan ve gerçekten Mescidi Aksa’yı savunan bir iktidarın, hala Ayasofya’nın müze olarak kalmasındaki ısrarı (yada sessizliği) ne anlama geliyor?
Demezler mi adama, sen kendi memleketindeki camiyi müzeye çevirmiş bir devleti yönettiğin halde, hala bu müzeyi camiye çeviremeyen bir iktidarsın. Ne hakla ve yüzle İsrail işgali altında olmakla beraber hala Müslümanlara ait bir cami olan Mescidi Aksanın davasını güdüyorsun?
Diyanet Reisi Ayasofya’da Namaz Kıldırabilir mi?
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ Mayısın ortasında Kudüs’te Mescidi Aksa’da iki vakit namazı ve bilahare Cuma namazı kıldırıp, Mescidi Aksa’nın yad ellerde olmasından dolayı üzüntüsü ile, Müslümanların Kudüs ve Mescidi Aksa’dan asla vazgeçmeyeceklerini deklare etti ki, bu samimi söylemlerine aynen imza atıyoruz.
Lakin Sayın GÖRMEZ işgal altında olmayan İstanbul’da Ayasofya’da da vakit ve Cuma namazı kıldırabilir, Ayasofya Müslümanların ibadethanesidir ve öyle kalacaktır diyebilir mi acaba?
Mescidi Aksa yad ellerde de, Ayasofya hangi ellerde ola ki? İşgal altında ve kısıtlamalara maruz olduğu halde, hala Müslümanların Mescidi fonksiyonunu sürdüren Mescidi Aksa mı, yoksa müze olarak kullanılan Ayasofya’mı daha iyi konumda?
Unutmayalım ki, Mescidi Aksa’nın hürriyeti, Ayasofya’nın hürriyetinden geçer, ne zaman ki Ayasofya tekrar hürriyetine kavuşur ve mescit – cami olarak Müslümanlara bağrını açar, işte o zaman Mescidi Aksa’nın hürriyeti için çok ciddi ümitler besleyebiliriz.
Ayasofya’nın Camiye Çevrilişi Savaş Hukukuna Uygundur
Ayasofya’nın 1453’te İstanbul’un fethine değin kilise olduğunu ve İslam hukukuna aykırı bir uygulama ile kiliseye çevrildiğini iddia ediyor bazı İslamcılar. Kanaatimce bu anlayış şu nedenle yanlıştır.
Bilindiği gibi savaş hukuku, bir dönemde bulunan devletlerin aralarında zımni olarak oluşan bir hukuk olup, zamana göre değişkenlik gösterir. Nitekim geçmiş asırlarda savaş esirlerinin köle yapılması meşru bir savaş hukuku kaidesi iken, bu gün değildir.
Aynı şekilde gerek Ayasofya, gerekse diğer şehirlerde (mesela Amasya’daki Fethiye Camii gibi), savaşılarak elde edilen yerlerdeki bir kilisenin camiye çevrilmesi uygulaması, o günkü savaş hukukuna uygun olup, sadece o devirde yaşayan Müslümanlarca değil, Hristiyanlarca da genel kabul görmüş bir uygulamadır.
Kiliseleri Yok Eden Osmanlı Değil Kemalist Rejimdir
Döneminin savaş hukukuna riayet eden Osmanlı Devleti, ne İstanbul’da nede başka bir Anadolu kentinde Fetih Camileri hariç diğer kiliselere dokunmamış olup, tüm bu kiliseler Ermeni ve Rum azınlıkların ihanet ederek sürülmelerine değin varlıklarını sürdürebilmişlerdir.
Üstelik bu kiliseleri tahrip edende Osmanlı yöneticileri değil, Kemalist kadrolar olmuştur. Bu kadroların sadece kiliseleri değil, pek çok eski Camiyi de yok ettiği bilinen bir gerçektir.
Hülasa Osmanlı Devleti dönemin savaş hukuku kurallarına sonuna kadar riayet etmiş olup, nasıl ki bu günden bakarak geçmişteki savaş esirlerinin köleleştirilmesini eleştirmek anakronik bir yanılgı ise, aynı şekilde bu günden bakarak Ayasofya ve diğer Fetih Camilerini eleştirmekte anakronik bir yanılgıdır.
Osmanlının Fetih Camii uygulamasını eleştiren batılılar, öncelikle Batının Endülüs’te, Balkanlarda ve diğer işgal ettiği beldelerde kiliseye çevrilen yada yıkılan binlerce caminin hesabını versin, sonra Ayasofya’nın davasını gütsünler.
Ayasofya Tapuda Hala Cami Olarak Kayıtlıdır
Bildiğim kadarıyla bu gün Ayasofya hala mülkiyeti Fatih Sultan Mehmet Vakfı adına Cami ve müştemilatı olarak tapulu olup, Vakıflar Genel Müdürlüğünün kayıtlarında da hala bu şekilde geçmektedir. Ne tapu kayıtlarında, ne de Vakıf kayıtlarında müze olduğuna dair bir kayıt bulunmamaktadır. Yani 1934’ten beri Ayasofya’nın müze olarak kullanılması hukuksuz ve korsan bir uygulamadır ve mutlaka son verilmelidir.
İşgalci İsrail çetesinin bile (mecburiyetten dolayı) uluslararası savaş hukukuna riayet ederek çok istemesine rağmen Mescidi Aksa’yı camiden müze yada başka bir şeye çevirememesine rağmen, Kemalist rejimin böyle hukuksuz bir uygulama yapması ve rejimin kalıntılarını temizlemeye çalışan mevcut iktidarın bu hukuksuzluğu düzeltme yolunda hiçbir adım atmaması düşündürücüdür.
Müslümanlar Kiliselere Ve Gerçek Hristiyanlara Düşman Olamazlar
22.Hac Suresi 40. ayette Yüce Allah, mescitlerle (camiler) beraber manastırlar, kiliseler ve havraların korunması gerektiği bildirmektedir. Bizler saldırı ve zulümlerde bulunmadıkları sürece dindar Yahudi ve Hristiyanlardan rahatsız olmayacağımız gibi, onların ibadethanelerinden de rahatsız olmamalı ve onları korumalıyız.
Osmanlı’nın son döneminde, başta Ermeni ve Rumlar olmak üzere Hristiyan azınlıklardan bir kısmının yaptıkları hainlik ve azgınlıklar, bizleri tüm Hristiyanlara düşman kılmamalıdır.
Gayrimüslim Düşmanlığı Müslümanların Değil Kemalistlerin Ürünüdür
Memleketimizde yaygın olan Hristiyan düşmanlığı, Kemalist rejimin laik ulusçuluğu perçinlemek için, (aslında batılı laik Hristiyanların dostu olduğu halde) Türkiye’deki azınlık Hristiyanlar ve Yahudiler için oluşturduğu nefret söylemlerinin bir neticesi olup bu gayri İslami bakış açısından kurtulmalıyız. Çünkü Yüce Allah 5.Maide Suresi 8. ayette, bir topluluğa olan kinimizin bizi adaletsizliğe sürüklememesi gerektiğini bildirmiştir.
Yine 60.Mümtehine 8 ve 9. ayetlerde Yüce Allah gayri Müslimlerden bizimle savaşmayan, yurtlarımızdan çıkarmayan ve bunlara destek olmayanlara güzel ve adaletli davranmaktan men etmediğini bildirmiş olup, düşmanlık Yahudi yada Hristiyanlara değil, bunlardan bizlere karşı zulüm ve adaletsizlik yapanlarıdır ancak.
Ayasofya İle Beraber Ruhban Okulu Ve Eski Kiliselerde Açılmalıdır
Ayasofya mutlaka Cami olarak ibadeti açılmalı, eş zamanlı olarak Heybeli Ruhban Okulunun açılışına izin verildiği gibi, Fetih camii olarak camiye çevrilenler hariç, Türkiye içinde bulunan tüm kiliselerin açılmasına izin verilmelidir.
Türkiye’de kadim Hristiyanların ihtiyaçları halinde yeni kilise taleplerine izin verilmeli; turistlerin yada Türkiye’ye sonradan yerleşen Hristiyanların yeni kilise talepleri ise, Avrupa’daki göçmen Müslümanların talepleri olan camiler konusundaki uygulamalar dikkate alınarak, mütekabiliyet esaslarına göre karşılanmalıdır.
Mesela, bir zamanlar içinde verilen selalar türkülere konu olan Selanik’te çok büyük bir ihtiyaç olan bir camiye izin verilmemesi, Yunanlılarca yapılacak yeni kilise taleplerinde mutlaka göz önüne alınmalıdır.
MHP’nin Ayasofya Kurnazlığı
MHP Milletvekili ve eski Türk Tarihi Kurumu Başkanı Tarihçi Prof.Dr. Yusuf HALAÇOĞLU, geçen yıl Meclise verdiği bir önerge ile, Ayasofya’nın Müzeye çevrilmesine dair 1934 tarihli kararnamedeki M. Kemal imzasının sahte olduğu ve Kararnamenin Resmi Gazetede yayınlanmadığından dem vurarak, Ayasofya’nın yeniden cami olarak açılmasına dair kanun teklifi vermişti.
Doğrusu MHP’nin ne yardan ne de serden vazgeçmeyen tutumunu anlamakta zorlanıyoruz. CHP ve Alevilerin, Dersim katliamının sorumluluğunu adeta taparcasına sevdikleri M. Kemal’e değil de, klasik Sünni dindar refleksleriyle hareket ettiğini düşündükleri Fevzi Çakmak yada başka muhafazakarlara yamama gayretlerindeki kör göze parmak çelişki gibi, Ayasofya’nın müzeye çevrilmesinde M. Kemal’e ait sorumluluğu inkar etme çelişkisi de, çok pis sırıtıyor.
Ne yani, hadi M. Kemal kendi adına sahte imza atılmasından haberdar olmadı diyelim, peki ama 1935’ten ölümüne kadar geçen 3 yıl içinde Ayasofya’nın Müze olarak kullanıldığından da mı haberdar olmadı, hem kim ne cesaretle ve niçin böyle bir sahtekarlığa cüret edebilir?
MHP Ayasofya’yı diline dolamadan önce, M. Kemal ve Kemalizm’le hesaplaşmalıdır. Mevcut konjonktürde AK Partinin Ayasofya’yı açmaya cesaret edemeyeceği hesabıyla, sırf AK Partiye vuracağım diye böyle şark kurnazlığı yapmak çirkin ve yakışıksızdır.
Ayasofya’yı AK Partimi kapattı ki AK Partiye saldırıyorsun, tam aksine üzerinize toz kondurmadığınız rejimin kurucusu kapattı ve siz bunu görmezden gelerek yaptığınız bu atraksiyonla bir taşla iki kuş vurma kurnazlığı doğrusu çok çirkin. Bunun bir benzerini daha önce başörtüsü konusunda da yapmış, AK Parti bu nedenle Yargıtay Başsavcısınca kapatma gerekçesi sayıldığında arkasında durmadığınız gibi, sizden birileri kıs kıs gülmüştü, bunu unutmadık Sayın HALAÇOĞLU.
Ayasofya’nın Yeniden Cami Olması Ne Anlama Gelir?
Ayasofya’nın yeniden Cami yapılması, dindar gerçek Hristiyanlara karşı bir hamle ve duruş değildir, çünkü Ayasofya zaten 1453’te onların elinden çıkmıştı ve 1934’te de tekrar kilise değil, bir müze haline getirilmişti.
Ayasofya’nın tekrar Cami yapılması, dindar gerçek Hristiyanlara değil, Hristiyanlığı sadece bir araçsal kimlik olarak gören laik – sekülerist haçlı batıya karşı bir cevap olacak; bu kesimin Türkiye üzerinde mankurt batıcılar eliyle sürdürdüğü psikolojik işgalinin sona ermesi ve Mescidi Aksa’nın kurtuluşu süreçlerinin kritik bir eşiği olacaktır.
Ayasofya’nın Yeniden Cami Olmasından Kimler Rahatsız Olur?
Doğrusu Ayasofya’nın tekrar cami yapılmasından halkımızın çoğu memnun olacaktır. Böyle bir gelişmeden öncelikle Hristiyan görünümlü laik - sekülerist deist ve ateist, dünyaperest haçlı batılı İslam düşmanları rahatsız olacaktır. Onların aşığı ve gönüllü uşağı içimizdeki batıcı mankurdan taifesi onlardan daha fazla rahatsız olacaklar, adeta yüreklerine oturacak, 100 yıllık zafer sarhoşluğundan bir an sarsılarak uyanmalarına vesile olacaktır.
Güneydoğuda bağımsız laik seküler bir Kürt devleti kurmaya hayatının anlamı haline getiren, İslam düşmanlığı nedeniyle Kudüs’ü Yahudilere, İstanbul’u Hristiyanlara vermekten zevk duyan Mankürdan taifesi de bundan çok rahatsız olacaktır mutlaka.
Kendini tek İslam devleti olarak pazarlamakla beraber, Kerbelayı Kabe, Bağdatı Başkent olarak gören ve Sünni Müslümanların kan kaybetmelerinden zevk duyan, Şiaperestliğinden dolayı akreplerle bile işbirliği yapmaktan kaçınmayan İran rejimi ile Şiaperestlerin ve onların içimizdeki ajan ve işbirlikçilerinin rahatsızlığı da diğerlerinden az olmayacaktır.
YAZIYA YORUM KAT