Ayasofya, Kariye ve Heybeliada Ruhban Okulu
Aslında uzun bir zamandır beklenen buluşma tatlı bir heyecanla, karşılıklı jestlerle başlamıştı. Ortak basın açıklamasına geçildiği sırada deklare edildiği üzere bütün planlar görünüşte “Türkiye ve Yunanistan arasında pozitif bir gündem oluşturmak” üzerine kurulmuştu. Nikos Dendias’ın yüzündeki gülücükler adeta ne kadar huzurlu ve mutlu olduğunu teyid ediyordu. Söze “Müslüman âleminin Ramazan ayını tebrik ediyorum” diyerek girdi ve “bu akşamki iftar daveti için Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’na çok teşekkürler ediyorum” şeklinde tamamladı. Henüz fırtına alametleri belirmeden meltem rüzgârı tadında bir müjde daha ilan ediverdi Dendias: “Biz din özgürlüğüne inanıyoruz. Başbakanımız da Atina’da bir cami açılması görüşünü açıkladı.”
Meltem Esintisi Nasıl Fırtınaya Dönüştü?
Son 20 ay boyunca Doğu Akdeniz’in hemen her köşesinde Atina ve Ankara arasında yaşanan yüksek gerilimi ortadan kaldırmaya matuf adımlar böylesi bir atmosferde atılıyordu. Güya iki ülke arasındaki bütün iletişim kanalları açık tutulacak, problem oluşturan bütün konular masaya yatırılacaktı. Uzlaşma zeminini dinamitleyen kışkırtıcı söylem ve eylemlerden uzak durulacağı hassaten belirtiliyordu. Lakin birkaç dakika içinde Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias Ege ve Doğu Akdeniz’deki egemenlik haklarının Türkiye tarafından ihlal edildiğinden başlayıp Lozan anlaşmasından AB’ye üyelik sürecine değin şantaj ve tehdit içeren bir dizi cümle kurunca toplantıyı izleyen basın mensuplarının bile yüzleri ekşimeye, vücut dilleri değişmeye başladı. Nihayet söz sırası Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na gelince “Türkiye özgür bir ülkedir, herkes istediğini söyleyebilir” diyerek hem ihtilaflı konulara ilişkin görüşlerini serdetti hem de “görüş ayrılıklarımızı azaltmaya hazırız” diyerek kapıyı açık bırakma nezaketini gösterdi.
Manşetler skandal ve kriz kelimeleriyle örülü “basın toplantısı kavgaya dönüştü”, “canlı yayında gemileri yaktılar” gibi gerilim eksenli mesajlarla doluydu. Ancak Yunanistan tarafının öteden bu yana dillendirdiği tezler belki biraz seri ve sert bir biçimde basın toplantısında bir kez daha tekrarlanmış oldu. Gerilimi tırmandıracak yeni bir söylem veya yeni bir durumdan ziyade Türkiye’nin sadece Yunanistan’ı değil arkasını yasladığı Avrupa Birliği ve Amerika’yı da umursamayan kimi stratejik adımlar atması mevcut ve potansiyel sorunun kaynağıydı aslında. Dikkat çekici bir biçimde Dendias’ın bütün agresif çıkışlarına rağmen Çavuşoğlu itidali elden bırakmayan ve diyaloğu korumaya özen gösteren taraf olarak belirginleşiyordu. Bu durumda da şaşılacak bir şey yok. Türkiye, Yunanistan veya başka bir ülkeden kaynaklanan ajitasyon ve provokasyonlara karşı dengesini, taktik ve stratejik hesaplarını koruyabildiği oranda başarı çıtasını yükseğe taşıyabilir çünkü.
Türkiye ne söyleyebilir veya yapabilirdi mesela? Sembolik değeri oldukça yüksek bir dizi söylem ve icraatın hızlıca önünü açarak hem siyasal ve diplomatik atak yapabilir hem de temel halk ve özgürlükleri her boyutuyla teminat altına alacağına ilişkin güçlü bir teminat verebilir mesela. Örneğin Nikos Dendias’ın şu itirazını ele alalım: “Ayasofya ve Kariye’nin camiye dönüştürülmesi kararlarından geri dönülmesi beklentimizi de dile getirdim.” Çok enteresan ama Rum Ortodoks kimliğinin ve kilisesinin “varisi ve vasisi” Yunanistan devleti Ayasofya ve Kariye’nin kilise olarak değil müze yani seküler bir seyirlik mekân olarak kalmasını talep ediyor inatla. Ayasofya ve Kariye’nin kilise olarak hizmet görmesini talep edemiyor ama müze olmasında resmen ısrar ediyor. Bu şaşılığa ve şaşkınlığa makul bir cevap bulmak kolay değil şüphesiz. Ancak Türkiye’nin önünde bu şaşılık ve şaşkınlığı giderici, ufuk açıcı, temel hak ve özgürlükleri teyid edici bir yol tutmaktan başkaca bir seçeneği bulunmuyor.
Mütekabiliyet Değil Hak ve Özgürlük Esas Olmalı
Türkiye Dışişleri Bakanı olarak Mevlüt Çavuşoğlu’nun Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’a şöyle bir cevap vermesi harika bir iş, çok klas bir hareket olurdu: “Sayın Dendias biz Ayasofya ve Kariye’yi prangalardan kurtardığımız gibi Heybeliada Ruhban Okulu’nu da prangalardan kurtaracağız. Siz ister Atina’da bir cami inşasına izin verin, isterseniz vermeyin. Osmanlı döneminden miras kalan İslami ve kültürel varlıkları siz saygısızca ve sistematik olarak yok etmekte inat etseniz de biz Heybeliada Ruhban Okulu’nu açmak üzere kolları sıvadık, hayırlı olsun.” Böyle bir söylem ve siyaset ne ütopyadır ne de egemenlik haklarından vaz geçiştir. Aksine böylesi bir tutum XIX. Yüzyılın tipik ulus devlet ve ulus toplum inşa etme süreçlerinde girişilen inkâr ve asimilasyonu esas alan politikalarla yüzleşmek ve hesaplaşmaktır. Tek Adam ve Tek Parti ideolojisini, askeri vesayetin dayatmacı mirasını reddederek bu ülke ve toplumu otantik yani aslına uygun ve özgün karakterine davet etmek akla en uygun yoldur.
Evet, Batı Trakya’da yaşayan kardeşlerimizin hak ve özgürlükleri için eldeki tüm imkânlar seferber edilecektir elbette. Evet, Ege ve Doğu Akdeniz’de ister Lozan anlaşmasından isterse Lozan sonrası oluşan fiili durumun oluşturduğu kayıpları telafi etmek üzere siyasi, iktisadi ve stratejik unsurları daha bir güçlendirip sahaya sürmekten imtina edilmemeli. Ancak bütün bunlara rağmen Rum Ortodoks kimliği ve mirası rehin tutar bir tarza meyletmek doğru olmaz. Bu durum iki açıdan yanlıştır; İlki İslami kimlik ve adalet duygusu buna müsaade etmez. İkincisi dar anlamda Yunan-Rum Ortodoks toplumu geniş anlamda bütün bir Hristiyan dünyasıyla güven-dostluk ilişkisini temin etmek önceliklidir.
Yunanistan ile gerilim ve çatışmanın yükseldiği bir vasatta bile Türkiye bu ülke ve toplumu Fransa veya İsrail gibi ülkelerin payandası olmaktan, uç beyi gibi hareket etmekten nasıl koruyacağı üzerine sağlam hesaplar yapması gerekiyor. Bu sebeple Yunanistan ve Ermenistan gibi devletlerin tarihsel tecrübe ve kapasitelerine bakmaksızın sergiledikleri saldırgan ve yayılmacı politikaları sahada bloke ederken gündemi meşgul etmesine asla izin verilmemelidir. Hele hele Yunan veya Ermeni ulus kimliğinin temelsiz ve her türlü kullanıma hazır şirret ve çirkef politikalarına yaslanarak Türkçü-Atatürkçü kimliğe meşruiyet kazandıracak adımlara hiç ama hiç tevessül edilmemelidir.
Ulus devlet ve ulusal kimlik siyaseti çıkmaz sokakta bitimsiz bir ayrışma ve çatışma kaynağıdır. Bitimsiz ayrışma ve çatışmaları modern dönemde üretilen ulusal efsaneleri yarıştırarak bitirmek, sulha kavuşturmak mümkün olmadı ve olmayacak da. Bu fasid dairenin dışına çıkmak adaleti ve merhameti esas almak, fıtratın tertemiz sesine kulak vermek gerekiyor.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT