"Avusturya'da Aşırı Sağcıların Yükselişi"
Avusturya’da cumhurbaşkanlığı seçiminde “aşırı sağcı” adayın sürpriz şekilde birinci olmasıyla dikkatler “sağcıların yükselişi”ne çevrildi.
Hasan Tosun - Viyana / AA
Polonya, Slovakya, Macaristan, Fransa, Almanya ve Danimarka’dan sonra Avusturya’da “aşırı sağcı”ların yükselişi, Avrupa genelinde “sağ-sol mücadelesi”ni yeniden haraketlendirdi. Avrupa genelinde aşırı sağcılar, siyasî müttefiklerinin seçim zaferiyle “vatansever cephe”nin güçlendiğini düşünürken, sosyal demokratlar ise sağcıları iktidar makamından uzak tutmak için tüm “faşizm karşıtları”nı dayanışmaya çağırıyor.
Avusturya'da aşırı sağcıların ülke tarihinde bir seçimde ilk kez birinci sıraya yerleşmesi “büyük başarı” olarak nitelendiriliyor. Çünkü 1945'ten beri ülke tarihinde ilk kez aşırı sağcı cumhurbaşkanı adayı seçimde en fazla oyu alarak birinci oldu. 24 Nisan'da yapılan seçim sonuçlarına göre sağcı Avusturya Özgürlükçü Partisi’nin adayı (FPÖ) Norbert Hofer yüzde 36 ve rakibi Yeşiller Partisi'nin adayı Alexander Van der Bellen yüzde 20 oy aldı.
Kamuoyu araştırmalarında ikinci sıradaki Hofer’in seçimde birinci olması, aşırı sağcıların yükselişlerini sürdürdüğünü gösterdi. Burgenland eyaletinde geçtiğimiz yıl yapılan seçimlerde yüzde 10’dan yüzde 30 oy oranına çıkarak koalisyon ortağı olan aşırı sağcılar, Yukarı Avusturya ve Viyana eyalet seçimlerinde yaklaşık yüzde 30 oy oranıyla ana muhalefet partisi olmuştu. Vorarlberg’de yapılan yerel seçimlerde aşırı sağcılar, yüzde 14 oyla ikinci parti konumuna yükselmişti.
Halk Neden Aşırı Sağcı Adaya Yöneldi?
Aşırı sağcı adayın birinci turda en fazla oy almasının nedenlerinin başında, yıllardır ülkeyi yöneten sosyal demokrat ve muhafazakâr iktidardan halkın hoşnut olmaması ve güvenlerinin gittikçe azalması gösteriliyor. Mülteci krizi, ekonomik durgunluk ve işsizliğin artması nedeniyle seçmenlerin, iktidara olan kızgınlıklarını, alternatif olarak gördükleri aşırı sağcı adaya oy vererek gösterdikleri ifade ediliyor.
Diğer bir neden de Avrupa'ya yönelen mülteci akınının yerli halk arasında ciddi bir tedirginlik yaratması. Hükûmetin önce “hoş geldiniz” daha sonra “istemiyoruz” şeklinde özetlenebilecek çelişkili politikaları, yerli halk arasında ciddi rahatsızlıklara yol açtı. Mülteci istemeyen seçmenler, bu sorunları “kökten” çözeceğine inandığı aşırı sağcı adaya yöneldi.
Üçüncüsü ise iktidardaki koalisyon partilerinin yaşlı ve halk nezdinde karizması olmayan eski siyasetçileri aday göstermesi oldu. Halk nezdinde karşılığı olmayan adaylar, toplumda bir heyecana neden olamadı. Sağcı parti ise genç, dinamik, hitabeti güçlü ve karizmatik bir isim olan Hofer’i aday gösterdi. Bu nedenle seçmenler, kendisinde heyecan uyandırmayan adaylar yerine karizmatik lidere yöneldi.
İkinci Turda Ne Olur?
İkinci tur seçimler, 22 Mayıs’ta sağcı Hofer ile solcu Van der Bellen arasında yapılacak. Elenen adaylara oy veren seçmenlerin tercihi, yeni cumhurbaşkanını belirleyecek. Tahminler, her iki adayın da birbirine çok yakın oy oranlarına sahip olduğunu gösteriyor.
Cumhurbaşkanlığı makamında bir sağcı adayı görmek istemeyenler Van der Bellen’i, “mülteci yanlısı” ve göçmenlere olumlu bakan cumhurbaşkanı istemeyenler ise Hofer'i seçecek.
Van der Bellen’in yüzde 16’lık farkı sosyal demokratlar, göçmenler ve bir kısım muhafazakârlardan alacağı oylarla kapatması gerekecek, aksi takdirde Hofer’in seçilmesi kaçınılmaz olacak.
Sağcı Hükûmete Doğru
Sağcı Hofer’in cumhurbaşkanı seçilmesi hâlinde sallantıdaki Sosyal Demokrat-Halkçı Parti koalisyonunun sonu olabilir. Avusturya’da Cumhurbaşkanı, hükûmete görev verme ve görevden alma yetkisine sahip. Hofer’in yetkisini, sağcı popülist Avusturya Özgürlük Partisi Genel Başkanı Christian-Heinz Strache’den yana kullanması kaçınılmaz.
Erken seçim kararı veya 2018’de yapılacak genel seçimler, mevcut iktidarın sona ermesi ve büyük olasılıkla sağcı bir hükûmetin kurulmasıyla sonuçlanabilir. Bu, sağcıların lideri Strache’nin en azından koalisyon hükûmetinde başbakan olması anlamına geliyor.
İktidar Olsalar da Muktedir Olabilirler mi?
Aşırı sağcılar iktidara gelse de Avrupa derin devletinin sağcıların muktedir olmasına izin verip vermeyeceği tartışmalı. Hatırlanacağı üzere AB, ABD ve İsrail'i eleştiren aşırı sağcı Jörg Haider, 1999 seçimlerinde yüzde 27 oy alarak kurduğu koalisyon hükûmetinde uluslararası camiadan gelen tepkiler üzerine aktif görev alamamış ve AB'nin yaptırımlarına maruz kalmıştı.
Haider tecrübesini iyi bilen sağcıların son dönemde AB ve İsrail konusunda ciddi politika değişikliğine gittikleri gözleniyor. AB’yi genel anlamda eleştirmeyen Strache, mültecilere kapıların kapatılmasına ve Avrupa’nın Hristiyan kültür ve geleneklerini korumasına vurgu yapıyor.
Ayrıca Strache’nin geçtiğimiz ay 7 kişilik heyetle İsrail’i ziyaret etmesi, küresel iktidarlar nezdinde meşruiyet arayışı olarak yorumlanıyor. Nazi sempatizanı ve antisemit olarak nitelendirilen Strache’nin İsrail’de Yad Vashem Soykırım Anıtı’nı ziyaret etmesi “ilişkilerin normalleştirilmesi çabaları” olarak değerlendiriliyor.
HABERE YORUM KAT