Avrupa’nın İnsan Hakları Sopası ve Din
“İnsan hakları” kavramı bazılarına göre meşru hakların savunulması için kullanılan bir kapı, bazılarına göre siyasi prim yapma ve geçim kapısı, bazılarına göre ise siyasi ve diplomatik baskılarda kullanılan bir sopadır.
Bu kapıyı meşru hakları yine meşru çerçevede savunmak için kullananların mücadelelerine her zaman saygı gösteririz. Fakat bu konudaki samimiyetlerini aynı zamanda çifte standartçılığa başvurmadan, evrensel görülen meşru hakların “insan” tanımı içine giren herkes için geçerli olduğu ilkesinden yola çıkarak faaliyette bulunmak suretiyle göstermeleri gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde işte bunu göremiyoruz.
Kendileri için yaratıcıları tarafından farz kılınmış bir sorumluluk olduğuna inandıkları tesettüre riayetlerinin, polis şiddetine başvurularak engellenmesinden şikâyetçi olan Müslüman hanımların taleplerini geri çeviren AİHM’nin bugün kalkıp da kimliklerdeki “din” hanesiyle uğraşması ve bunu inanç özgürlüğüne aykırı bulması gerçekçilikten, samimiyetten son derece uzak bir çıkıştır. Bu yönüyle AİHM yukarıda zikrettiğimiz sınıflandırmada üçüncü sınıfa girmekte, yani “insan hakları” kavramını siyasi ve diplomatik baskıda bir sopa olarak kullanmaktadır. Bir başka ifadeyle AİHM çağdaş emperyalizmin “insan hakları” sopası olarak kullanılan bir kurumdur ve izlediği tutumda hukuka riayet etmemektedir. “Militan yargı” tanımlamasını AİHM için de kullanırsak isabetli olacaktır.
Bir süre önce gündeme gelen “kimliklerde din hanesi” tartışması Türkiye’den bir kişinin, kimliğinin “din” hanesine “İslâm” değil “Alevi” yazdırmak için başvuruda bulunması üzerine AİHM’nin esasında kimliklerde böyle bir bölümün bulunmasının bile inanç özgürlüğüne aykırı olduğu iddia etmesiyle başladı. Bunun üzerine birçokları, kimliklerdeki “din” tanımlamasının zaten insanların inançları dikkate alınmadan yapıldığı gerekçesiyle, kartı taşıyan kişinin dini kimliğini ortaya koymadığı için kaldırılmasının bir mahzurunun olmayacağını söyledi. Sayın Başbakan da kaldırılabileceğini söyleyince, yeni kartların tekrar düzenlenerek “din” hanesi olmadan basılacağı bildirildi.
Burada öncelikle AİHM’ye başvuruda bulunan kişinin Aleviliği, İslâm’dan ayrı bir din olarak tanımlamasını bu inanç sisteminin karar mekanizmasını oluşturanların, aralarında tartışıp sonuca bağlamaları gerekir. Çünkü Alevilik yeni çıkmadığı gibi kişisel düşünce sistemi de değildir. Aynı zamanda kendini müstakil dinler değil İslâm çatısı altındaki itikadî mezhepler kategorisine sokmaktadır. Bu tanımlama fertlerin kararlarıyla değişmez.
Türkiye’de insanların kimliklerine dinlerinin yazılmasını inanç özgürlüğüne aykırı bulan AİHM’nin Avrupa’da birçok ülkede Hıristiyanlardan zorla kilise vergisi alınmasına, bu vergiyi vermeyenlerin cenazelerinin bile kaldırılmamasına hiçbir itirazda bulunmadığını biliyoruz. Öte yandan Avrupa’da yaşayan Müslümanların inançlarının gereğini yerine getirmek amacıyla mabetlerini inşa etmelerine karşı çıkarılan resmî zorluklar, özellikle de son dönemde camilerine minare inşa etmelerinin engellenmesi, ezanlarının susturulması karşısında “inanç özgürlüğü” kavramı AİHM’nin hiç aklına bile gelmiyor. Türkiye’de tesettür yasağı, 15 yaşından küçük çocukların özgürce Kur’an-ı Kerim öğrenmelerinin engellenmesi, Kur’an kurslarına alınan öğrencilerin yaşlarının tespiti için baskınlar düzenlemesi karşısında “inanç özgürlüğü’nü hatırlamayan AİHM ne hikmetse kimliklerde “din” hanesini görünce hatırladı.
Dinî kimlik konusuna gelince; bir insan kendini Müslüman olarak tanımlamadığı sürece onun sırtına, “Müslüman” yazılı kocaman bir tabela assanız bile İslâm’a göre o yine Müslüman değildir. Ama kimlik kartlarında insanların dinî kimliklerinin yazılmasının inanç özgürlüğüne aykırı ne yönü olabilir? Ben, kendimi Müslüman olarak tanımlıyorum ve bunun bilinmesi gittiğim yerlerde hassasiyetlerimin ve ihtiyaçlarımın bilinmesini de sağlıyor. Kendini Müslüman olarak tanımlamayan da gider din hanesine bağlı olduğu dinin adını veya “dinsiz” ibaresini yazdırır ya da tamamen boş bıraktırır.
AİHM’nin yapmak istediği Türkiye’de inanç özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmak değil bu ülkede Müslümanları kimliksiz hale getirmektir. Eğer inanç özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırma gibi bir endişesi olsaydı tesettür yasağına, orta öğrenim merhalesinde inançlarının gereğini öğrenmek isteyen öğrencilere uygulanan katsayı zulmüne, inançlarının gereğini yerine getirenlerin fişlenmesine karşı sesini çıkarırdı. Bu konuda kendisine giden şikâyetleri, başvuruları nazarı dikkate alırdı.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT