Avrupa’da 'enerji milliyetçiliği rüzgarı' kış gelmeden esmeye başladı
Filiz Cicioğlu, Avrupa'da giderek artan enerji krizinin Avrupa toplumlarına yansımasını kaleme aldı.
Doç. Dr. Filiz Cicioğlu / AA Analiz
Avrupa’da 'enerji milliyetçiliği rüzgarı' kış gelmeden esmeye başladı
2000 sonrası Avrupa’sında krizler bitmek tükenmek bilmiyor. 2008 ekonomik krizinin etkilerinin tamamen ortadan kalkması on yılı buldu. Ancak bu kez de Kovid-19 salgını Avrupa’ya bu krizi unutturacak derecede, daha ağır bir ekonomik tahribata sebep oldu. İşletmelerin kapanması, üretimin uzun dönemli olarak durması, işsizliğin ve enflasyonun yükselmesi Avrupa Birliği (AB) halkları üzerinde ciddi etkiler doğurdu. Öyle ki Almanya’nın eski şansölyesi Angela Merkel, bu krizi İkinci Dünya Savaşı’ndan beri AB’nin gördüğü en büyük ekonomik kriz olarak tanımladı. Bu süreç devam ederken hem 2022 yazının iklim koşullarının kuraklığa yol açarak gıda sıkıntısına sebebiyet vermesi hem de şubat ayında başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı'ndan kaynaklı enerji krizi önümüzdeki günlere dair de çok umut vermiyor.
Enerji fiyatlarından yansıyan pahalılığın zaten salgından ötürü sıkışık durumda olan Avrupa halkları üzerinde daha da büyük baskılar oluşturacağı düşünülüyor
Rusya’nın, Mart 2014’te Kırım’ı ilhakı ile başlayan Avrupa sisteminden uzaklaşma sürecine AB’nin verdiği en önemli tepkilerin başında Moskova’ya karşı uyguladığı tedbirler geliyordu. AB, yılda dört kez gerçekleştirdiği zirve toplantılarının hemen hemen hepsinde Rusya’ya yönelik yeni yaptırım kararlarını açıkladı. Ancak kuşkusuz asıl yaptırımlar Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 24 Şubat 2022'de Ukrayna’ya yönelik başlattığı işgal sonrasında ilan edilmeye ve uygulanmaya başladı. Sadece AB üyesi ülkeler değil, ABD, Avusturalya, Birleşik Krallık gibi ülkeler de Rusya’yı uluslararası sistemden izole edebilmek için adeta birbirleriyle yarıştılar. Putin’in ise bu hamlelere karşı verecek en önemli cevabı elindeki enerji kozunu kullanmak oldu. Özellikle AB ülkelerinin en önemli doğal gaz tedarikçisi olan Rusya ile böyle bir ilişki içine girmenin kendilerine pahalıya mal olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira bu krizin ekonomik etkilerine karşı AB’nin bu sorunla mücadele etmek için aldığı önlemler de çok yoğun bir tartışma konusu. Nitekim Komisyonun belli aralıklarla yayınladığı raporlardaki ortak hedefin Rus enerji kaynaklarına bağımlılığı azaltmak olduğu görülüyor.
Avrupa'nın enerji tedbirleri toplumsal baskıya dönüşüyor
Komisyon tarafından açıklanan ve en fazla tartışma yaratan öneri “Save Gas for Safe Winter”, toplam gaz tüketiminin Mart 2023’e dek gönüllü bir şekilde yüzde 15 azaltılmasını hedeflemekteydi. Bu öneri hane halklarından sanayiciye, elektrik üreticilerine tüm tüketicilerin gaz tasarrufu yapması anlamına gelmekteydi. Aynı zamanda bazı üye ülkelerde doğrudan enerji tasarrufunu artırmak için de çeşitli kararlar alınmaktaydı. Almanya’da çok sayıda tarihi yapının ve kamu binasının ışıklandırmasına son verilirken bazı kamusal alanlarda sıcak su temini durduruldu. Fransa’da klimalı mağazaların kapılarının kapalı tutulmasına, açık bırakılması halinde 750 avro cezaya çarptırılmasına; kamu binalarında iç sıcaklığın yalnızca 26 dereceyi aşması halinde klima kullanılması ve gece saat 1’den sabah 6’ya dek ışıklı reklam tabelalarının yasaklanmasına karar verildi. İtalya’da klimaların ısıtma ve soğutma için kullanabileceği maksimum dereceler belirlendi ve bunun dışına çıkılması yasaklandı. Yunanistan’da ise hükümet kamu binalarında klima derecelerinin 27’nin altına düşürülmesini yasakladı, mesai saatleri dışında gerekli olmayan tüm elektronik cihazların kapatılmasını talep etti.
Son krizle birlikte, AB’yi ayakta tutan en önemli alan olan ekonomik konuların vatandaşlarda daha büyük tepkiye yol açması, üye ülke hükümetlerinde iktidarların devamlılığına zarar verebilir.
Enerji fiyatlarından yansıyan pahalılığın zaten salgından ötürü sıkışık durumda olan Avrupa halkları üzerinde daha da büyük baskılar oluşturacağı düşünülüyor. Halk tarafından hükümetlere yönelik eleştirilerin sesi giderek yükseliyor. Bu durum pek çok ülkede iktidarlar aleyhinde çeşitli kampanyaları gündeme getiriyor. İngiltere’de artan elektrik faturalarını protesto etmek amacıyla düzenlenen “faturanı ödeme” kampanyasına giderek daha fazla vatandaş katılıyor. Norveç’te ise 12 kentte “daha ucuz elektrik isteyen bizler” grubunun yaptığı protestolar ülke çapında ses getirdi.
Almanya’da da hükümet ortağı Yeşiller Partisi binası önünde düzenlenen gösteride bir grup, hükümetin savaş nedeniyle Alman hane halkının ekonomik yükünün artmasına neden olan politikalarına pankart ve sloganlarla tepki gösterdi. “Yeter artık-donmak yerine protesto et" sloganı ile toplanan yaklaşık 800 kişi, doğal gaz ve elektrik fiyatlarına yasal üst sınır getirilmesi, doğal gazda verginin kaldırılması ve enerji sektörünün sosyalleştirilmesi çağrısında bulundu. Gruptakilerden bazıları, "Sıkı giyinmek zorunda olan biz değiliz, bize yanlış politikaları yüzünden donmamız gerektiğini söyleyen hükümetteki kişiler." diye bağırdı. Her cuma eylem yapma kararı alan göstericilerin başlıca talebi tüm vatandaşlar için 1000 avro tutarında enerji yardımı, 9 avro tutarındaki toplu taşıma biletinin yeniden hayata geçirilmesi, maaşlarda artış, elektrik ve gaz için de tavan fiyat belirlenmesi şeklinde ilan edildi. İtalya’da ise benzer protestoları yapan eylemciler verdikleri röportajlarda son dönemde İtalya'daki dev enerji şirketlerinin 40 milyar avro fazla kar ettiğini ve bu durumun kabul edilemez olduğunu belirtti. Çekya’nın başkenti Prag’da toplanan göstericiler de AB’yi ve NATO’yu protesto etti. Yüksek enerji fiyatları nedeniyle hükümetin istifaya çağırıldığı protestolarda AB'nin Rusya’ya yönelik yaptırımlarının Çek halkına ve ekonomisine zarar verdiği için sonlandırılması talebinde bulunuldu. Benzer gösteriler Avrupa ülkelerinin tamamında görülmeye devam ediyor.
Enerji milliyetçiliği
Ekonomi temelli kurulmuş, uzun yıllar siyasi bütünleşmeyi sağlamaya çalışan ve dünyada bir benzeri olmayan AB’nin uzun yıllardır çözmeye çalıştığı sorunlardan biri de meşruiyet sorunudur. Kısaca, AB halklarının Birlik politikalarına yeterli ilgiyi göstermemesi olarak tanımlanabilecek bu sorunla mücadele etmek adına Brüksel, başta temel anlaşmalarda olmak üzere uzun yıllardır çeşitli tedbirler almaya çalıştı. Ancak başta da belirtildiği gibi 2000’li yılların başından itibaren yaşanan krizlerin halka yansımaları bu sorunu daha da derinleştirdi. Ancak bu son krizle birlikte AB’yi ayakta tutan en önemli alan olan ekonomik konularda halkın zarar görmesi vatandaşların daha büyük tepkisine yol açtı. Bu durumun öncelikle üye ülke hükümetlerinde iktidarların devamlılığına zarar vereceği söylenebilir. Örneklerine yakın dönemde İsveç ve İtalya’da rastlandığı gibi AB politikalarına karşıtlığı ile bilinen aşırı sağ partilerin oylarını arttıracakları hatta iktidar ortağı olabilecekleri söylenebilir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ortaya çıkan liberal mutabakatın en önemli sonuçlarından marjinal güçlerin izole edilmesi, aşırı milliyetçiliğin sınırlandırılarak pek çok alanda ortak politikaların oluşturulması ve bu yolla dayanışmanın arttırılması amacından büyük ölçüde sapıldığı görülüyor. Pek çok ülkenin enerji konusunda içe kapanarak enerji (elektrik) ihracatını durduracağını açıklaması Avrupa çapında “enerji milliyetçiliği başlayacak” endişelerini gündeme getirdi bile. Bu durum Avrupa’da yeniden faşist ve milliyetçi rüzgarların daha kış gelmeden esmeye başladığı yorumlarını da kaçınılmaz kılıyor.
HABERE YORUM KAT