Avrupa faşizmi yaşıyordu
Söze Gazze’nin Rafah bölgesinde yaşanan son gelişmelere işaret ederek başlamak istiyorum. Öncelikle şunu ifade edelim ki; olaylarda sebep ne olursa olsun, sonuç son derece üzücüdür.
Fakat sebebin ve bu sonuca doğru sürükleyen gelişmelerin de görülmesi, teşhis edilmesi gerekir. Ayrıca şunu da ifade edelim ki; bu olaylar Gazze’de başlamadı. Irak’ta yaşananların ve İslâm âleminde muhtelif rahatsızlıklara yol açan gelişmelerin bir devamıdır. Okuyucularımızın bizden, Rafah’taki gelişmelerle ilgili tespit ve tahlillerimizi bekleyeceklerini tahmin ediyorum. Ancak olayları sadece bir makaleyle tahlil etmenin zor olacağını düşündüğümden, arka arkaya birkaç makaleye dağıtmayı da uygun görmediğimden, Allah izin verirse önümüzdeki Pazar günü yayınlanacak ayrıntılı bir yazıda derli toplu bir şekilde ele almaya çalışacağım. Yazımızda elbette bizim kendi görüş ve kanaatlerimiz de olacak. Ama “arka plan, gizli ilişki, perde arkası” başlığı altında gündeme getirilen iddialara itibar etmeden ağırlıklı olarak hadiseleri ve gelişmeleri dikkatinize sunmaya çalışacağım.
Bugün ise Avrupa’daki son vahşi cinayetler üzerinde durmak istiyorum.
Son gelişmelerle birlikte Avrupa’da Mussolini ve Hitler’in hortladığı, onların faşizminin ve nazizminin kol gezmeye, cinayetler işlemeye başladığı dile getirildi. Gerçekte onların zihniyetleri hiç ölmemişti. Belki bazen köşeye çekilmiş, seri cinayetlerine ara vermiş, ama her zaman aktif ve hayatta olagelmiştir.
Tıpkı Arif Nihat Asya’nın meşhur Naat’ında söylediği gibi:
“Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar ‘Ebu Leheb öldü’ diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed; Ebû Cehil kıtalar dolaşıyor!”
Batı faşizmi de öyle. Üstelik Avrupa Birliği’nin kurulmasından sonra ittifaka üye ülkeler arasında sınırlardan pasaportsuz geçiş imkânı doğmasının ardından, Mussolini ve Hitler zihniyeti de ülke ülke, şehir şehir dolaşmaya başladı. Ne yazık ki yönetimlerin bu vahşetin önünü açık tutması daha cüretkâr davranmasına imkân verdi.
Bir süre önce Mısırlı Eczacı Bayan Merve Sherbini’nin başörtülü olması sebebiyle şehid edilmesi üzerine yazdığımız yazıda, Alman polisin caniye mahkeme salonunda cinayet imkânı veren ihmallerinden söz etmiştik. Tabiî zihinlerde bazı soru işaretleri de vardı; bütün bunlar acaba ihmal miydi, yoksa işin içinde kasıt var mıydı? Tehdit oluşturduğu tahmin edilen birinin mahkeme salonuna hançerle girebilmesi, ona saldırıya uğrayan hanımı 18 yerinden bıçaklayabilmesi için mühlet tanınması, polislerin caniye değil de eşini kurtarmaya çalışan şahsa saldırmaları ve onu bacağından kurşunlamaları hep “ihmal” kategorisine sokulursa, çok fazla iyimserlik olmaz mı? Alman emniyeti, sergilediği tavırla, kendisi için bu kadar iyimser olmamızı hak ediyor mu?..
Güvenlik görevlileri tarafından sıkı denetim ve murakabe altında tutulması gereken mahkeme salonunda gerçekleştirilen bu korkunç cinayetin üzerinden fazla zaman geçmeden, bir başka başörtülü hanım Hollanda’da yine vahşi bir şekilde bıçaklanarak öldürüldü. Amsterdam’da bir kreş işleten ve başarılı bir iş kadını olarak bilinen Arzu Erbaş Çakmakçı’nın da başörtülü olması sebebiyle öldürülmüş olması ihtimali var. Dolayısıyla onu da Merve Sherbini gibi “başörtüsü şehidi” olarak nitelememiz mümkün.
Aynı günlerde Belçika’da Mikail Tekin adında bir Türk genç, çocuğunun velayetiyle ilgili dava sebebiyle hapse atıldığı sırada hayatını kaybetti. Yapılan teşhisler, ölüm sebebinin işkence olduğunu gösteriyordu. Yakınları, Tekin’in aklî sorunları olduğunu söylüyorlar ki; bu bilgi, onun hapse atılmasının hukuki olmadığını, hapishanede kötü muamele ve işkence görmesinin sebebinin de tamamen kin ve ırkçılık olduğuna delalet ediyor.
Tekin cinayetinin sıcaklığı sürerken yine Belçika’da Mustafa Çiçek adlı bir Türk kuyumcu Türkiye’den döndüğü sırada evine giren canilerin silahlı saldırısı sonucu hayatını kaybetti. Saldırıda Çiçek’in eşi de hedef alınmış ve yaralanmıştı. Yapılan araştırmada evde hırsızlık izine rastlanmadığı tespit edildi. Bu da eve girenlerin tamamen cinayet amacıyla böyle bir baskın düzenlediklerini gösteriyordu.
Hemen ardından bir beşinci cinayet de Hollanda’da Ufuk Kayakuşu adlı bir Türk işadamının bıçaklanarak öldürülmesi suretiyle gerçekleştirildi. Yani cinayetler adeta rutinleşmiş ve caniler bu olayların gündelik olarak algılanması için zemin oluşturmaya çalışır hale gelmişlerdi.
Bütün bu cinayetleri hazırlayan psikolojik zemin ve Avrupa’daki yönetimlerin tutumlarıyla ilgili değerlendirmemizi müteakip yazımızda yapmaya çalışacağız inşallah.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT