Derneklerimizi kapatabilirsiniz ama bizi asla susturamazsınız
Özgür-Der Genel Merkezi’nin çağrısıyla İLKAV dahil kimi kuruluşların da altına imza attığı, bir asra yaklaşan uzun bir zaman diliminde karşılaştığımız haksızlıklara itaat etmemeye, resmi ideolojinin dayatıldığı törenlere tavır almaya dair “İnancımızın ve Kimliğimizin Aşağılandığı; Resmi İdeolojinin Dayatıldığı Törenlere Tavır Alalım!” başlıklı bildiri İstanbul Valiliği’nin savcılığa suç duyurusunda bulunması ve Özgür-Der’in feshedilmesini talep etmesiyle karşılık buldu.
İstanbul Valiliği, Özgür-Der’in amacı dışına çıkarak vatandaşı ayrımcılığa, kutuplaşmaya ve bölücülüğe sevk etmekte olduğunu iddia etmekle kalmamış, ahlaka da aykırı davrandığını iddia etmiştir. Türk ulusalcılığını ve seküler Batı kültürünü Müslüman bir halka 80 yıldır şiddete dayalı uygulamalarla jakobence dayatan resmi ideoloji, ayrımcılık, kutuplaşma ve bölücülük üzerine oturmuş ve bu ülke halklarını birbirine düşmanlaştırmaya çalışmışken, nasıl olur da bu gerçek ayrımcılığa ve bölücülüğe karşı çıkıp, herkes için adalet ve özgürlük isteyenler ve bu adalet vasatında herkesimin barış içinde bir arada yaşamasını savunanlar suçlanabiliyor? Bu ülkede hangi görüş ve inanca sahip olursa olsun resmi tören adı altında yediden yetmişe bütün bir topluma ilkel ve akıldışı saçmalıkları zorla, zorbalıkla dayatmak değil de bu zulümlere karşı çıkmak nasıl olur da suç ve ahlaka aykırılık sayılabiliyor? Bizler “dinde zorlama yoktur”, “dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin” ayetleri gereğince kimseyi dinimizi zorla kabul etmeye ve ibadetlerimize katılmaya zorlamıyorken, bu kadar adil bir tutumumuz suç ve ahlaka aykırı, ama kendi Kemalizm dinlerini, resmi ideolojilerini bütün bir topluma 80 yıldır zorla kabul ettirmeye çalışanların, bu amaçla milyonlarca insana büyük ıstıraplar yaşatmış olanların, haksız yere pek cana kıymış olanların bu yaptıkları zulümler ise ahlaki öyle mi? Bunların lugatları bile çıldırmış, suç ve ahlakilik tanımları bile, insani erdemlerden, temel haklar anlayışından ve gerçek anlamda ahlakilikten bu kadar uzak düşmüş bulunuyor.
İşte hak, adalet ve ahlak anlayışları bu kadar sapmış olanlar, egemen resmi ideoloji dinine tabi olmayı, Kemalizm dininin ritüellerine katılmayı kabul etmediğimiz, materyalist eğitim politikalarıyla tektipleştirme dayatmasına karşı çıkarak kendi ülkemizde insanca, Müslümanca ve özgürce yaşamak istediğimiz için bizi kapatmak istiyorlar. Bizim de kendilerinde olduğu gibi putlarımız olduğunu zannediyorlar. Dernek ya da vakfımız kapatma tehdidi altına girdiğinde, bunları putlaştırdığımızı ve kuruluşlarımızı korumak uğruna temel değerlerimizden, İslami kimliğimizden, tevhidi duruşumuzdan taviz verip sistemin dinine ve putlarına tabi olacağımızı zannediyorlarsa aldanıyorlar. İki yıldır kapatılmaya çalışılan İLKAV örnekliğinde ortaya koyduğumuz gibi, yukarıdaki bildiride de ortaya konduğu üzere Özgür-Der örnekliğinde de bir daha anlayacaklardır ki aldanıyorlar. Çünkü bizler için, sistem içi bu kuruluşlar tevhid ve adalet mücadelemizde sadece birer araçtırlar ve temel ilkelerimizi koruyarak, tevhidi istikametten sapmadan kullanabildiğimiz kadar kullanır, aykırı bir dayatma söz konusu olduğunda ise bizzat kendimiz bu araçları kolayca feda ederiz. Çünkü bizim için feda edilmeyecek ve uğrunda her şeyimizi feda edebileceğimiz sadece Allah’tır, tevhidi inamcımız, İslami kimlik, ilke ve değerlerimiz, bizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için indirilmiş kitabımız Kur’an’dır.
Bu sebeple kuruluşlarımızı kapatabilirsiniz, ya da onların yaşaması için dinimizden taviz istenirse bizzat kendimiz kapatırız, ama tevhid ve adalet mücadelemizden asla vazgeçmeyiz. İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak Kur’an mesajıyla, toplumu putperest ayinlere katılmaktan uzaklaştıracak, sadece Allah’a kulluk ve itaate çağıracak tevhidi davetimizi, öncelikle bizzat kendi hayatımızda örnekleyerek, her şartta yaymaya devam ederiz. Bizi bu tevhidi istikametten ayıracak, Kur’an’ı hakkıyla okuma, anlama, yaşama, yayma ve Allah’ın kullarını kurtuluşun yoluna çağırma mücadelemizden uzaklaştıracak, caydıracak, vazgeçirecek hiçbir güç yoktur ve biz de tanımıyoruz. Kemalizm dininin ritüellerine katılmamak, Allah’tan başkasına tapmamak, tazimde bulunmamak, itaat etmemek ve tagutları reddetmek imani sorumluluğumuzdur.
Kendi yasalarınıza bile sadakatsizlik yaparak, bağlı olduğunuz AB kriterlerinizi yiyerek, altına imza attığınız İnsan hakları Sözleşmelerini yok sayarak, bizim vakıf ve derneklerimizi kapatabilirsiniz, ama bizi asla susturamazsınız, hakikatin mesajını yaymaktan asla vazgeçiremezsiniz.
İşte bu yazdıklarımı da derhal bir dava konusu yapabilirsiniz, mahkemelerinizde de bu hakikatleri açıklamaktan, zulmünüzü ifşa etmekten, hakkı haykırmaktan asla bıkmadığımızı, yılgınlığa düşmeyeceğimizi bilmelisiniz. Şahid olun ki, bizler Allah’a teslim olmuş Müslümanlarız. Bizim için dünya az bir geçimlik ve imtihan alanı, ahret yurdu ise gerçek yurttur ve ölüm çok yakınımızdadır. Bu sebeple amacımız, bizi cehennemin yoluna çağıran sisteminizi değil, sizi de bizi de yaratmış ve öldürecek olan Rabbimizi razı etmektir. İşte bu bilinçle, Tevhid ve adalet mücadelesinde sonuna kadar Özgür-Der ile beraberiz.
“Devlet Tanrısı’na, Resmi İdeoloji İlahı’na inanmıyoruz ve bu tip akıldışı, çirkin dayatmalara itaat etmeyeceğiz. İlkel ya da modern hiçbir totemist ritüele tabi olmayacağız. Bizleri Alemlerin Rabbi olan Allah yarattı, O yaşatıyor, O öldürecek, muhakkak ki tekrar diriltip O hesaba çekecek. Kulluğumuz ancak O’nadır. İnancımızı ve kimliğimizi aşağılayan tören ve yasaklara karşı tavır almaya ve insan onuruna yaraşır bir hukuk düzenini tesis edinceye kadar mücadele etmeye devam edeceğiz.”
Haktan ve adaletten yana, insan hak ve özgürlüklerini samimiyetle savunan herkesi, dava konusu yapılan bildiriyi imza etmeye çağırıyorum. Hepimizi kapatsınlar. Özgürleşmenin önü ancak bu tür mücadelelerle ve bedel ödenerek açılacaktır.
Bil ki, hakları bedelsiz vermez, zulmeden alçak
Özgürlük armağan edilmez, fethedilir ancak
Zalimlere sorun çıkarmayan, bunca zulümlerine rağmen onları rahatsız etmeyen, zulmü kanıksayan, onların dini törenlerine sorunsuz katılarak, uzlaşma içinde zelil bir hayat sürenlerin, özgürleşmeleri de, özgürlük mücadelesine bir katkıda bulunmaları da, toplumu tevhidi istikamette dönüştürebilmeleri ve sonuçta Allah’ın rızasını kazanabilmeleri de mümkün değildir. Eğer Peygamberler ve onlara ilk inananlar, “Allah’ın yardımı ne zaman” diyecek kadar darlanacakları büyük zulümleri, işkenceleri, ekonomik ve sosyal boykotları, doğup büyüdükleri toprakları, akrabalarını ve mallarını terk ederek hicret etmek zorunda kalmayı göze almayıp, içinde yaşadıkları cahiliye toplumlarının putlarına ve onlara yapılan ibadetlere, cahiliye dininin törenlerine sessiz sedasız, sorun çıkarmadan katılıp, itaat etselerdi, bu toplumlara Hak dinin mesajını veremez ve onları cahiliye toplumundan ayrıştırarak tevhid ümmeti haline dönüştüremezlerdi. Ayrıca zulme ve şirke itirazlarını yükseltmeselerdi, hak ve özgürlükleri için onurlu bir mücadele vermeselerdi zulüm ve şirki geriletemez, tevhid, adalet ve özgürlük vasatına da hiçbir zaman kavuşamazlardı.
Zulmün geriletilebilmesi ve özgürlüklerin kazanılabilmesi için, bedel ödemeyi göze alan bir direniş ruhuyla zulme itiraz etmenin öncelikli bir sorumluluk olduğuna, böyle bir eylemliliğin önemine ve vazgeçilmezliğine, Peygamberlerin, ashabın ve ıslah önderlerinin tarihe hediye ettikleri muhteşem örnekler yanında, Amerika’da köleleştirilmiş siyah ırkın direnişinden de bir örnek vermenin ufuk açıcı olacağını sanıyorum. Bundan 53 yıl önce bir gün Rosa Parks adlı siyah bir kadın, o an, sivil direniş tarihinin çok önemli bir sayfasını yazdığını bilmeden, otobüste beyazlara yer vermeyi reddetti. Ama artık canına tak etmişti. Tarihe ‘Montgomery Otobüsü Olayı’ olarak geçen bu dönüm noktasında yakılan bir kibrit, Amerika’daki ayrımcılığa direnenlerin yolunu aydınlatıyor hâlâ. O gün yerini beyazlara vermeyi reddeden Rosa’nın yanına otobüsün şoförü geldi. Kalkmazsa polis çağırıp kendisini tutuklatacağını söyledi. Rosa’nın kılı kıpırdamadı: “İstediğinizi yapabilirsiniz” dedi ve bedel ödemeyi göze alarak yerini beyaza terk etmedi, ayrımcılığa karşı direndi ve tutuklandı. Rosa’nın tutuklanması, Amerika’nın tarihinde geri dönüşü olmayan bir ayaklanma başlattı. Siyah örgütler bir araya geldi. Martin Luther King, Rosa’nın direnişinin açtığı yolda büyüdü ilk olarak ve Montgomery Otobüs Boykotu’nun sorumlusu seçildi. Mücadeleye başlamanın tam sırasıydı. Rosa, fitili ateşlemişti. Her sabah siyahlar işlerine yürüyerek ya da bisikletle gitmeye başladı. Boykot, olağanüstü başarılı olmuştu. Otobüs yolcularının yüzde 75’ini oluşturan siyahların otobüs boykotu otorite tarafından terörizmle suçlandı. Yılmadılar. Otobüs şirketleri zararla başa çıkamaz hale gelip daha fazla direnemediler. 382. günün sonunda otobüslerdeki ırk ayrımcılığı uygulamaları sona erdirilmişti. Rosa, tutuklandıktan sonra işinden atıldı, Montgomery’i terk etmek zorunda bırakıldı. Ama ezilenlere örnek ve önder oldu onun direnişi ve tüm ezilenlerle birlikte coşkuyla sürdürdü hak mücadelesini. Onun çaktığı ilk direniş kıvılcımından 8 yıl sonra 1963 yılında Martin Luther King’in tarihin önemli hitaplarından biri olan ‘Bir Rüyam Var’ konuşmasını yüz binlere dinletmesinin yolunu açan Rosa’nın ‘Hayır’ demesiydi.1 Evet Rosa ilk “hayır”ı söylemeseydi, zulme ilk itirazı yükseltmeseydi, yine birileri bunu yapana kadar, ayrımcılığı sona erdirecek direniş ilk kıvılcımı çakacak bir direnişçiyi bekleyecekti. Ya da Rosa bu ilk itirazı daha geç gerçekleştirseydi, direnişin başlaması, gelişmesi ve Martin Luther King’in yüzbinlere hitabı da en az o kadar gecikecek, zulmün, ayrımcılığın kalkması, hakkını arayan, itiraz eden, hesap soran, itaati reddeden ezilenleri bekleyecekti.
Bilmeliyiz ki, yaşanan bu büyük zulmü kanıksayarak, kendilerine ve çocuklarına yönelik bunca kuşatmayı, dayatmayı, baskı ve yasakları sorgulamayı, bunlara itiraz etmeyi ve temel hak ve özgürlüklerini talep etmeyi başaramayan, zulme dayalı bu statükoyu değiştirme iradesini göstermek yerine, pasif, silik ve edilgen bir tutumla egemenlerin “lütfettikleri”yle yetinen toplumların özgürleşmesi mümkün değildir. Zulmedenlerin, yaptıkları zulümden nadim olup, gasp ettikleri hak ve özgürlükleri kendiliğinden, zulme rıza gösteren kitlelere armağan olarak iade ettikleri hiç görülmemiştir. Bu bakımdan, despot oligarşinin arzu ve isteklerine göre dizayn edilmiş, sömürüye dayalı düzene uyumlu ve itaatkâr vatandaşlar yetiştirmeyi hedefleyen “zorunlu ideolojik eğitim”, “Kemalizm dinine zorunlu kulluk” kuşatmasını fark edip öncelikle bu temel sorunu çözmeye yönelik bir özgürlük mücadelesi vermek gerekmektedir. Ama en önemlisi, Rosa Parks gibi, bedelini göze alarak sivil direnişin ilk kıvılcımını çakacak onurlu insanlara ihtiyaç var. Neden bu onurlu insanlardan olmaya çaba göstermiyoruz? Neden bize ve çocuklarımıza yönelik bunca zulme itiraz etme, hesap sorma, gasp edilen hak ve özgürlüklerimizi geri alma amacıyla adalet ve özgürlük mücadelesinin sivil direnişçileri olmaya çalışmıyoruz?
Çünkü egemenler, kurdukları sömürü ve zulüm düzenini ayakta tutmak için, bu sistemin mağdurlarını kendi çıkarlarını koruyacak biçimde yetiştirecek ideolojik zorunlu eğitimi bir araç olarak kullanıyorlar. Sonuçta da, mazlumlar zalimlerini ayakta tutan payandalar haline dönüştürülüyorlar. İşte bu kuşatma altında direniş ruhu yok ediliyor, zulümler kanıksanıyor ve mazlumlar zalimlerini sırtlarında taşıdıkları halde, bütün bunları doğal bir hal gibi yaşamaya başlıyorlar. Bu tuzaktan kurtulup özgürleşebilmek, özgür sivil direnişçiler haline gelebilmek için, hiç değilse fıtri erdemleri ve vicdanları harekete geçirecek ilk kıvılcımlara, uyarıcı, yüreklendirici örneklere ihtiyaç var. Bütün insanların yaratıcısı olarak, bütün insanların hukukunu en adil bir biçimde gözeten Allah’ın hükümlerini ve fıtri insani erdemleri belirleyici kılan bir adalet sistemini kurabilmek, Allah’ın bütün kullarına adalet ve özgürlük sunacak zemini hazırlayabilmek için, öncelikle zulme, şirke, ifsada karşı topluca tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesi vermeye ihtiyaç var. Ancak böyle adil bir sisteme müstahak olmak için de, zulme rıza göstermeden, elindeki imkânları ve var olan potansiyeli zulmü geriletmek için seferber eden bir direniş bilincini kuşanmak ve bu bilinci sosyalleştirecek hikmetli çabalar ortaya koymak gerekmektedir. Vahyin ölçüleri içinde ve Mekke’deki ilk Kur’an neslini model olarak almak suretiyle, vakıaya teslim olma zilleti yerine, vakıayı aşma ve dönüştürme iradesini kuşanmak gerekmektedir. Her türlü “rucz”dan (başta şirk olmak üzere her türlü cahili pisliklerden) arınmayı ve cahiliye sisteminin önderlerini ve kutsallarını değil, yalnız Allah’ın ismini yüceltmeyi esas almak ve cahiliyeden tevhide hicret bilincini hayatın bütün alanlarına yayma mücadelesi vermek ve bu mücadeleye süreklilik kazandırmak gerekmektedir.2
Biliyor ve inanıyoruz ki, insan ancak, fıtri, insani erdemlerin korunup vahiyle geliştirildiği, Allah’ın kullarına merhametin esas alındığı ilahi adalet yönetimi altında, farklılıkları olan bütün kesimlere kendilerini özgürce gerçekleştirebilecekleri adalet ve özgürlük vasatı sağlandığında gerçek huzur ve barışa ulaşabilir. Fıtratla vahyin yeryüzünde buluşmasıyla, fıtrat, evren ve hayat arasında bir uyumun sağlanacağına, bütün insanların Yaratıcısının, bütün kullarının hukukunu gözeten hükümlerinin hâkimiyetiyle insanlığa onur kazandıracak gerçek anlamda bir adalet sisteminin, hakiki barış ve huzur ortamının oluşacağına inanıyoruz.
Tabii bu büyük ve hakiki değişime kadar zulüm devam etsin deyip seyirci kalamayacağımıza göre, bu temel istikamete yönelik stratejik yürüyüşümüze zarar vermeden, temel ilkelerimizden tavize yanaşmadan, tevhidi davet ve eğitim çabalarımızda ısrar ederek, ama hiç değilse mevcut sistem içinde insanlara nefes aldıracak görece bir iyileşmenin, özgürleşmenin sağlanması da önem arz etmektedir. Evet bu husus, Mekke zorba yönetiminin zulmünden, görece daha adaletle hükmettiği Peygamber (s) tarafından beyan edilen Habeşistan’daki Necaşi yönetimine sığınmak zorunda bırakılan Müslümanların örneğindeki gibi, acil bir ihtiyaç olarak gündemden çıkmamaktadır. Bu sebeple, ideolojik taassuba dayalı bürokratik diktatörlüğün önemli kurumlarını, hukuksuzluklarını, haksızlıklarını ve yaptığı zulümleri, keyfi karar ve uygulamalarını ifşa edip, kamuoyu önünde tartışmaya açarak, bir yandan insanlarda zulme ve haksızlıklara karşı muhalefet bilinci oluşturmayı, diğer taraftan da zulmedenleri geri çekilmeye zorlamayı hedeflemeliyiz. Yönetimleri, hiç değilse kendilerini nispet ettikleri hukuka ve altına imza attıkları insan hakları sözleşmelerine sadakat göstermeye zorlayarak, halkın mevcut sistem içinde de, nefes alacak kadar da olsa daha özgür bir vasata kavuşmasına vesile olmaya çalışmalıyız.
Gerçek adalet sistemine ulaşmadan önce, mevcut sistem içinde görece bir özgürleşme ve adalet vasatına ulaşabilmek ve özgür bir eğitim sisteminde şahsiyetleri ve fıtratları korunmuş özgür nesiller yetiştirebilmek için, eğitimin öncelikle resmi ideoloji tahakkümünden kurtarılıp temel insan hakları zeminine oturtulması, askeri vesayet ve militarizmden soyutlanıp sivilleştirilmesi gerekmektedir. Eğitim, askeri ölçülerle kuşatılmış dar ufuklu bireyler ve ideolojik bağnazlıkla malül niteliksiz, şahsiyetleri öğütülmüş nesiller yetiştirmeyi değil, fıtratı (yaradılıştaki temizliği) koruyup geliştirerek “iyi insan” yetiştirmeyi hedeflemelidir. Böyle bir eğitim vasatına kavuşabilmenin ve çocuklarımıza hiç değilse şimdilik nefes aldıracak görece özgür vasatlara ulaşabilmenin ilk adımı ise, zulmü, zorbalığı ve ideolojik dayatmayı esas alan vakıaya teslim olmamak, elindeki güç ve imkan kadar da olsa itiraz etme, muhalefet etme, sorgulama bilinciyle harekete geçmek, hak ve özgürlüklerimizi her fırsatta gündemleştirmek, zulmü ve zalimleri de teşhir etmek olmalıdır.
Bu ülke hepimizin ülkesidir ve burada yaşayan insanlar olarak, hangi düşünce ve dinin müntesipleri olursak olalım kendi ülkemizde özgürce ve insanca yaşamak her birimizin en temel hakkımızdır. Hiç kimse ve hiçbir kurum üzerimizde efendi değildir. Birilerinin ülkenin asıl sahipleri ve bizlerin efendileri gibi davranmasına asla müsaade etmemeliyiz. Bu sebeple, kendimize ve çocuklarımıza ideoloji ya da din dayatılmasına, asla rıza göstermemeliyiz. Devlet dâhil hiçbir kurum ve gücün, nasıl düşüneceğimizi, nasıl, neye ve ne kadar inanacağımızı, nasıl yaşayacağımızı, nasıl giyineceğimizi ve çocuklarımızı nasıl bir eğitime tabi tutacağımızı belirleme yetkisinin olmadığını ve böyle bir zulme asla rıza göstermeyeceğimizi en güçlü biçimde haykırmalıyız. Gücümüz yettiği kadar yerine getirmekle mükellef olduğumuz böylesine önemli imani ve insani bir sorumluluğumuzu, ertelememek gerektiğini idrak etmeliyiz. Hiç değilse sivil itirazlar ve boykot gibi tavırlar koyabilme imkânlarımız varken, en küçük bir riski göğüslemekten ve basit bazı bedelleri ödemekten bile kaçınarak, çocuklarımızı şirk dininin ritüellerine ve akıdesine terk ederek, bu büyük zulmü kanıksayarak mücadeleyi ertelemenin, hangi maslahatla olursa olsun mü’min şahsiyetlere yakışmayacağını unutmamalıyız.
Dipnotlar:
1- Yıldırım Türker, Otobüsteki Kadın, Radikal Gazetesi 8 Kasım 2008
2- Müddessir Suresi / 1-6
YAZIYA YORUM KAT
İLKAV hakkında kapatma davası açıldığı zaman müslüman kişilikleri tanıdığımız bir çok kişi çalıştığı ve arzı endam eylemdiği tv, gazete, dergi ve sitelerde bu görmezden gelinmişti. Aynı durum ne yazık ki Özgür-Der olayında da kendini bir kez daha gösterdi. Bu konuda tartışılması ve tepki verilmesi gereken bir olaydır. Saldıranlar, kapatmaya çalışanlar kadar, bunu biran önce isteyen "bunlar biran önce bitselerde, biz işimize baksak" diyenler yani "bizim medya"cılar tepkiyi hakediyor. Aynı durum başka dernekler için söz konusu olduğunda bu kişilerin nasıl özgürlük sloganları atacaklarını biliyorum. Bu köşe yazarlarına ve tvlere maille telefonla bu konuyu neden görmezden geldiklerini sormamız gerekmiyor mu?
Yanıtla (0) (0)Yoksa dışımızdakileri gören gözlerimizi içimizdekilere kör mü oldu..
tevhid erleri bir mesale yakmislardi.bu gün görüyorumki onlarin bu yaktigi mesaleyi binler onbinler yakiyorlar.bu dahada artacaktir Allahin izniyle.bunu susturmaya kimin gücü yetebilirki.bizler hakki haykirmaya devam ettigimiz sürece zalimlerin sonu yaklasmis demektir.mehmet abi ye selam olsun.bizler hepimiz özgür-der liyiz.``gevsemeyin,üzülmeyin eger inaniyorsaniz üstün gelecek olanlar sizlersiniz``.bizler rabbimizin bu fermanina sonsuz iman etmisiz.daha ötesi varmi?
Yanıtla (0) (0)Cahiliye kavramı, "cahil" kelimesinden türeyen ve Kuran'da kullanılan anlamıyla Allah'ı gereği gibi tanımayan, O'nun sonsuz gücünü ve sıfatlarını gereği gibi takdir edemeyen, İslam dininde var olan doğrulardan, insanlara sunduğu üstün ahlak ve karakter yapısından, manevi değerlerden habersiz olan toplumları tanımlar. Din ahlakının gerçek anlamda yaşanmadığı her topluluk "cahiliye toplumu" olarak nitelendirilebilir. Bu tarz topluluklar ilk bakışta birbirlerinden tamamen farklı ve zıt yapılar sergileyebilirler. Bu gibi kişilerin giyim tarzları, alışkanlıkları, zevkleri, ve konuşma üslupları kendilerine has olabilir. Ancak temel felsefeleri ve inançları ortaktır. Bu toplulukların her biri, Allah'ın dinini görmezlikten gelen ve kendilerini yaratanın Allah olduğunu anladıkları halde, O'nun belirlediği şekilde yaşamayan insanlardan oluşur. Bu insanlar Allah'ın dinini unutup yerine kendi batıl dinlerini oluşturmuşlardır. Bu batıl dinler temellerini Allah sevgisi yerine dünya sevgisi üzerine kurmuşlardır. Allah'ın rızasını kazanmak yerine insanların beğenilerini ve takdirlerini kazanmaya çabalarlar. Allah'a şükretmek ve yalnızca O'ndan yardım dilemek yerine, insanlara minnet duyup onlara bağımlı tavırlar geliştirirler. Yine tüm gücün tek sahibinin Allah olduğunu unutarak, yalnızca O'ndan korkmak yerine insanlardan ve onların koydukları kurallardan korkar olmuşlardırCahiliye insanlarını bu şekilde tutkuyla oyalayarak gaflete sürükleyen konular ise belli başlıdır. İyi bir hayat yaşayabilmek, zengin olabilmek, itibar ve mevki edinip toplumda saygın bir yere gelmek, iyi bir evlilik yapıp övünebilecek çocuklara sahip olmak. İşte cahiliye insanının sonsuz ahiret hayatına tercih ettiği konular bunlara benzerdir.
Yanıtla (0) (0)Elbette tüm bunlar her insanın dünyada sahip olmak isteyeceği meşru nimetlerdir. Ancak cahiliye insanının burada içerisine düştüğü büyük bir yanılgı vardır. Bu gibi kişiler, tüm bunların gerçek sahibinin sadece Allah olduğunu,ALLAH MUNTEKİMDİR
Bugün 21 Şubat; Malcolm X'in şehâdet yıldönümü.
Yanıtla (0) (0)Rosa Parks için bıraktım bu yorumu.
ben okul yıllarında resmi törenlerde put gibi durmanın anlamsızlığını hep düşünmüştüm ve öyle beklerken atatürke ve güya şehitlere üç kuluallahü bir elham okuyarak ruhlarına gönderirdim boşuna beklemiş olmamak için. bugün kuranla tanıştığımda ne kadar yanlışlar içinde hayatımı sürdürdüğümü anladım. bugün ise örtüm yüzünden üniversite son sınıftan atılmış bir türk vatandaşıyım. şimdi kendime o yıllarda öğrendiğim değerlerin bugün benim özgürlüğüme nasıl sınırlar koyduğunu yaşayarak öğreniyorum. bu ülkede kendimi sıkışmış ve mahkum gibi hissediyorum hani türktüm doğruydum çalışkandım varlığımı türk varlığına armağan etmişim ada beni esir almış. allaha şükürler olsun ki kuranla özümü buldum. bu kadar yalan ve yanlışın bir arada yaşandığı bu toplumda insanlara alttan alttan yapılan zulümleri görebildiğim için allahıma şükrediyorum. ya bu gerçeği göremeden ölseydim. nasıl allaha hesap verecektim. rabbim imanı hakkıyla yaşamayı ölünceye kadar nasip etsin inşallah. şimdi iki tane yavrum var. onlarda bu bilmezlik içinde yaşıyorlar. onlara bazı şeyleri anlatmak o kadar zor ki anne herkes haksız birtek senmisin haklı diyorlar. rabbim hepimizin yar ve yardımcısı olsun. yavrularımızın önünde şeytanın o kadar çok dostu var ki rabbim onları korusun.yavrularımızıda hakkıyla iman edenlerden eylesin inşallah.
Yanıtla (0) (0)mehmet abi'ye bu güzel yazısından dolayı teşekür ediyorum ancak bir sorum olacak?Siyah Rosa bir hayır dedi ve 100 binlerin sorunu olan bu ayrımcılığa topluca hayırlar geldi.İnsan olan beyazlar bile "haklılar" demek zorunda kaldılar.Ancak türkiye'de yaptıgımız bir cok eylem oncelikle muhafazakarlaşmış halk ve onderleri tarafından karalanıyor,aşalanıyor yada "anlaşılmıyor".bu konuda,etrafımdaki bir cok insanın samimi bir şekilde bizlerin yaptıklarını anlayamadıklarını goruyorum.rabbimizin daha ilk inen surelerde tum insanlıgın evet diyebileceği konulara dikkat çekmesini hep bu bağlamda degerlendirmişimdir(yetim,yoksul,diri diri topraga gomulen kız cocukları, vb.) Bu ilahi nagmeler tüm ınsanlıgın vicdanında bir yankı buldu.Zaten insan olanın bu soylenenlere kayıtsız kalması mumkun degildi..Bizlerinde anlaşılması adına bir yontem,yol,metod bulmamız gerekmezmi?Tüm halk kıtlelerini sadece biz şahıt olduk,anlasaydınız! ne yapalım! vari soylemlerle karşımıza almak ne kadar dogru?Değiştirici ve dönüştürücü bir dile ve soyleme olan ihtiyacı nasıl karşılcayagız...derdimizi nasıl ve hangı dille anlatacagız.bence dogru bakış acısına sahibiz ancak dogru dili yakalayamadıgımızı dusünuyorum.Çözüm nedir?Onuda bilmiyorum...kendimizi yeterince ifade edemedğimiz dusnuyorum.Dışarıdan bakanlar bizleri yobaz,vahşi,herseye karşı,tek dertleri milletin basına basortusu,takke gecirecek olan, derteri sakal olan,dunyayı tanımayan tipler olarak goruyorlar.tabi ki boyle degil ancak derdimizi nasıl anlatacagız..bilemiyorum...Bana ne kardeşim!Anlasaydılar... diyenleri bir tarafa bırakarak bu konuda uzun uzun konusulması grekiyor sanırım.Aslında bircok kardeşimle koustugumda ne istediğimizi dahi tam olarak bilemedğimiz goruyorum.konusacak cok sey var..lutfen konusun...selam ederim.
Yanıtla (0) (0)Ne kadar güzel bir örnek ROZA örneği. tam bir direniş ruhuna sahip olmak... zalim yöneticiler sanırım biz müslumanların böyle bir direniş ruhuna sahip oldugunu hala idrak edememiş. Mehmet PAMAK abinin deyimiyle onlar bizim kurmuş oldugumuz vakıf yada kuruluşları putlaştırdığımızı sanmasınlar. ÖZGÜR DER kapanır başka bir vakıf gelir. bunlar düşüncemizi yaymamız için sadece arçtır. Bizi bu vakıfları kapatarak sustaracagını sananlar kesinlikle yanılıyorlar. biz hiçbir şekilde islami mücadelemizden vazgeçmeyecez ve devletin bize dayatmış oldugu resmi din anlayışını ve ideolojıyı kesınlıkle red ediyoruz. hiçbir insan, hiçbir kurum bazı zorba düşüncelerini resmiyete dökerek bize bir ideolojı olarak sunamaz.EVET, SİZ BİZİM EFENDİMİZ DEĞİLSİNİZ ve böyle olmadıgınız gıbı bızı susturamayacaksınız. Gerçek HAK, ADALET VE ÖZGÜRLÜK kavramları ancak islamiyetin hakim olduğu bir yerde anlam kazanır. tağutun , baskı ve zorbalıgın oldugu yerlerde değil.
Yanıtla (0) (0)işte bu yüzden yaşasın islami direnişimiz... diyorum
Ezik, yaranmacı ve pragmatist zihniyete inat Özgür-Der, İLKAV ve tevhidi çizginin diğer kuruluşları onurlu ve izzetli mücadelelerine devam edecek inşaAllah!..
Yanıtla (0) (0)Rabb'im bizleri sizlerden beri kılsın ve ayaklarımızı en doğru yolda sabit kılsın!..
''Keşke toprak olsaydık!..'' diyeceksiniz...
Bunlar, ulvi bir manifestonun ayak sesleri.
Yanıtla (0) (0)Ciddi ve önemli cümlelerle olmazlığı dillendirmiş Pamak, Rabbimiz razı olsun. Müminler, imanlarının farkındalığını yaşamaya azmetmedikleri sürece zalimler ve rezil sistemler, kendi safsatalarını deklare etmekten bıkmayacaklardır. Sistem kendi bekası için bütün yollara başvuracaktır. Hükümetlerin memleketimizde piyon olduğunu anlamayan zavallı Müslümanlar, hala "İktidara geleceğiz, şöyle yapacağız, böyle yapacağız" diyorlar. ALLAH için ve Dini için birşey yap(a)madıktan sonra, ne yaparsanız yapın malayani.Yol yapabilirsiniz, binalar dikebilisiniz; ama İslamla yürü(ye)medikten sonra ALLAH katında bir değeri olmaz. (ALLAHu Alem)
Selametle ve şehadetle kalma kaygısı ve duasıyla...
Mehmet abi kapatılma davası ile cebelleşen İlkav ın da yaşadığı sürecin en büyük şahitliğini yapmış birisi olarak ,Özgürder in sesinin kısılması planlarına engüzel yorumu yazmış.
Yanıtla (0) (0)"Bu ülke hepimizin ülkesidir ve burada yaşayan insanlar olarak, hangi düşünce ve dinin müntesipleri olursak olalım kendi ülkemizde özgürce ve insanca yaşamak her birimizin en temel hakkımızdır. Hiç kimse ve hiçbir kurum üzerimizde efendi değildir.
Temel istikamete yönelik stratejik yürüyüşümüze zarar vermeden, temel ilkelerimizden tavize yanaşmadan, tevhidi davet ve eğitim çabalarımızda ısrar ederek, ama hiç değilse mevcut sistem içinde insanlara nefes aldıracak görece bir iyileşmenin, özgürleşmenin sağlanması da önem arz etmektedir."
İt ürür kervan yürür.Bizleri de kapatamazlar ya.Bizler birbirimizin kardeşliğini sürdürdüğümüz sürece bu tür hadiseler bizim doğru işler yaptığımızın göstergesi olarak sevindirici ve azmimizi artırıcı bir rol oynayacaktır.
Özgürder li kardeşlerime geçmiş olsun dileklerimle Allah istikametinden ayırmasın.
Ele alınan bu zulüm kokan müdaheneci karara binaen islami tavrını düşüncelerinden ve inancından asla taviz vermeden kaleme alan Mehmet Pamak ağabeye kendi adıma teşekkürlerimi sunarım.Hz.Adem(a)'dan günümüze binlerce peygamber,salih kullar ve onların kutlu yollarını sürdüren müminler gelip geçti. Bir de bunların yanında şirk ehli,Rahman ve rahim olanla irtibatını koparmış,şeytana dost,kendi gerçekliğine düşman zavallı insan güruhları-sultanından,amelesine;bel'amından aydın ve çağdaş/çı geçinenine- da varoldu durdu.Ve dünya durdukça da bu iki zıt kutup, kendi aralarında var olan mücadeleye devam edip duracaklardır!Herşey aslına göre sahnelenir demek ki!Garip olan ise,günümüze gelindiğinde meydanı boş bulduklarında kendilerini İslam'a nispet eden,ama dünyevileşme uğruna yarı yolda tökezleyip, yada o düşmeyi bahane kılıp muhafazakarlaşan kadroların karşıtına sığınıcı rollerindeki aynmazlıklarıdır. Gelinen noktada kendi ulusal ve küresel konseptlerine uymayan,özellikle de tevhidi düşünceyi baz alan Müslüman kuruluşları farklı ve haklı çıkışlarından dolayı kapatma düşüncesini sonuç alma uğruna marifet sanan zavallıların içerisine düştükleri ve debelendikleri zillet çukuru, ergenekoncu zalimlerin geçmişte açıp, kullandıkları asit çukurları kadar pis ve keskin kokmakta!Biz marka Müslümanı değiliz N.Fazıl'ın dediği gibi! Güneşi ceketimizin astarında da henüz yitirmedik!Dimdik ayaktayız!Tabelacı değiliz,tevhid ehliyiz.Kuldan korkan değil;Allah'a yaslanan ve O'na dayanan, duamızda O'nu anan,gönderdiği elçiyi önder bilen,atamız put kıran İbrahim'i ve diğerlerini örnek alıcı bilen Müslümanlarız. Özgür-Der olmasa bile inadına"Özözgür-Der" olur,yada bir başka dernek,yapılanma.Ne derseniz deyin.Rabb'e inandığımız için tek fert kalsakta ilkeli,tutarlı,kararlı ve adil olmak zorundayız.Yılgınlığa asla yer yok.Zira kazanan biz,kaybedenler ise onlar olacaklar! Bu kaybediş sadece dünyada değil,öte dünyada da olacaktır.Ne acı bir şey!Keşke toprak olsaydım diyecekler. Ama zaman geçebilir!
Yanıtla (0) (0)Mehmet ağabey çok güzel özetlemiş. Bizler yalnızca bizi yaratan Rabbimize kulluk etmek ve O'nun dininin şahitleri olmakla mükellef olan Müslümanlarız. Bize düşen sadece bu gerçekliği Resullerin şahitliği bağlamında idrak edip yaşamaktır. Kimse bizden bundan başka bir şey beklemesin.
Yanıtla (0) (0)Bizler iman ediyoruz ki Allah katında din ne Kemalizmdir, ne Demokrasidir, ne Liberalizmdir ne Kapitalizmdir ne de diğer ideolojilerdir. Allah katında din yalnızca İslamdır. Kimse bizden bundan başkasına iman etmemizi beklemesin. Zira bizler yalnızca Allah'a ibadet eder ve yalnızca O'ndan yardım bekleriz.
Bununla birlikte bizler Rabbimizin rızasını kazanmak ve yalnızca O'na kul olmak adına her türlü tuğyana ve zulme karşı çıkan insanlarız. Kimse bizden zulme sessiz kalmamızı da beklemesin.
Sesimizi hiç bir yerde susturamayacaksınız, ve bu ses her yerde yüzzünüzde mazlumların ahı olarak patlayacaktır;
"Zulme karşı direneceğiz."
Dernekleri,vakıfları kapatabilirler ama bilinçli müslümanları asla Hakkı söylemekten alıkoyamazlar.Önemli olan bu baskıları,sindirmeleri görüp gerisin geriye dönmemek,vakarlı duruşumuzu sürdürmek.
Yanıtla (0) (0)Selam ve Dua ile...
asra andolsun ki
Yanıtla (0) (0)iman edenler imanlarıyla imtahan edileceklerdir.
ve yine asra andolsun ki zalimler zulumleriyle zelil olacaklardır.
dernekler,vakıflar dadil ve özgür bir gelecek için mücadele eden müminler için birer mevzilerdir.
yeryüzü nasıl mescit kılınmişsa her secde mekanı aynı zamanda kıyam yeridir.
Mhmet abiyi tebrik ederim. Dha bugün belli olan bir davayı hemen yorumlayıp bize sunması takdir edilmesi gereken bir olaydır. Sadece geçmişi konuşmakla meşgul olduğumuz bu günlerde ileriye dönük hesap yapan ve zamanında gerektiğinde tavır takınan İLKAV ve ÖZGÜR-DER gibi derneklere bin selam olsun derim.
Yanıtla (0) (0)Derneklerimizi kapatabilirler ama herhalde içimizdeki düşüncelerimizi alamazlar..
Allah razı olsun. Mehmet Pamak ağabeyimiz söylenmesi gereken her şeyi söylemiş. Kendisine teşekkür ediyoruz.
Yanıtla (0) (0)Önemli olan tabelalar değil tevhid ve adelet üzere olmak, istikameti kaybetmemek, mücadeleyi, direnişi terk etmemektir elbette.
Ancak tabelelar değişir, diyerek kolayca pes etmemek de gerekir. Gücümüz yettiğince itiraz etmeli, direnmeliyiz.
Hiçbir kazanımımızı kolayca birilerinin insafına bırakmamalıyız.
Özgür-Der'in şahsında toplum susturuluyor. Bu sistem bütünüyle hakkın düşmanlığını yapmaktadır. Özgür-Der bugüne dek yaptığı gibi çizgisinden asla taviz vermeyecek ve bu baskılara boyun eğmeyecektir.Allah haklının ve inananların yanındadır..
Yanıtla (0) (0)Mehmet abenin dediği gibi biz müslümanlara \"zülmü kanıksayarak mücadeleyi erteleme\" yakışmaz..
Yanıtla (0) (0)Elbette zülmü ve onun ritüellerini deşifre edip, çocuklarımızın onların putları önünde eğilmelerine razı olmayacağız... Bu anlamda elimizden gelen \"sivil itaatsizlik\" silahını kullanmaktan geri durmayacağız.
Özgür-Der bize toplumsal şahitlik görevini yerine getirebilmemizin bir zemini oldu...
Sistem Özgür-Der\'i kapatarak bizi bu görevimizden vazgeçireceğini sanıyorsa yanılıyor... Zira Özgür-Der bize bir şey daha öğretti:Toplumsal şahittlik görevi hangi şart ve zeminde olursa olsun yapılması gereken ibadi bir sorumluluktur. Bir Özgür-Der kapanır, Bin \"Özgür-Der\" açılır. Asl olan tabelamız değil, tevhidi inancımızdır.
Kapatma davası da onların acizliğini, bizimse haklılığımızı ortaya koyar.
Yaşasın küresel intifada
Yaşasın Özgürder
A'raf Suresindeki az bir topluluk egemen eliti uyarmaya giderlerken, onları ve sistemi çok yakından tanıyan muhafazakar kitleler soruyorlar "Neden?" diye.
Yanıtla (0) (0)"Neden hiçbir şey değişmeyeceği halde onları uyarmaya gidiyorsunuz?"
Tevhid ehli "Hayır! Biz gideceğiz, uyaracağız ve her şey değişecek, hatta kitleler peşimize takılacak, bakın göreceksiniz, devrim çok yakındır!" demiyorlar.
Onlara şunu hissettiriyorlar:
"Doğrudur, bizim uyarılarımız belki de hiçbir şeyi değiştirmeyecek, belki de siz haklı çıkacaksınız, ama biz yine de gideceğiz"
Muhafazakarlar;
"Peki ama neden suyu bulandırıyorsunuz?" dercesine yüzlerine bakarken, onlar sakin bir ifadeyle şöyle derler:
"Rabbimize mazeretimiz olsun için!"
Keşke Anlayabilselerdi!...
Mehmet Abi Özgür-Der hakkında başlatılan susturma-sindirme gtirişimine karşı Müslümanca tavrın ne olması gerektiğini net bir tarzda ortaya koymuş. İnşallah bu tür süreçler Müslümanları geliştirecek, direniş bilincini pekiştirecektir. İLKAV hakkında açılan kapatma davasının da suskunluk-pısırıklık yerine hesap soran, sorgulayan bir tavra dönüştürülmesi güzel bir örneklik oluşturdu. İnşallah bu örneklikleri çoğaltarak büyüyecğiz.
Yanıtla (0) (0)Özgür-Der'e selam
Mücadeleye devam!
“Bu ülke hepimizin ülkesidir ve burada yaşayan insanlar olarak, hangi düşünce ve dînin müntesipleri olursak olalım, kendi ülkemizde özgürce ve insanca yaşamak her birimizin en temel hakkıdır. Hiç kimse ve hiçbir kurum üzerimizde efendi değildir. Birilerinin ülkenin asıl sahipleri ve bizlerin efendileri gibi davranmasına asla müsaade etmemeliyiz. Bu sebeple, kendimize ve çocuklarımıza ideoloji ya da dîn dayatılmasına, asla rıza göstermemeliyiz. Devlet dâhil hiçbir kurum ve gücün, nasıl düşüneceğimizi, nasıl, neye ve ne kadar inanacağımızı, nasıl yaşayacağımızı, nasıl giyineceğimizi ve çocuklarımızı nasıl bir eğitime tabi tutacağımızı belirleme yetkisinin olmadığını ve böyle bir zûlme asla rıza göstermeyeceğimizi en güçlü biçimde haykırmalıyız. Gücümüz yettiği kadar yerine getirmekle mükellef olduğumuz böylesine önemli imanî ve insanî bir sorumluluğumuzu, ertelememek gerektiğini idrak etmeliyiz.” (Mehmet Pamak)
Yanıtla (0) (0)Allâh razı olsun Mehmet abi.
rabbim sizden razim olsun agziniza saglik
Yanıtla (0) (0)YASASIN ISLAMI MUCADELEMIZ