Herşeye Karşı Çıkma Sendromu ve Referandum
Her Şeye Karşı Çıkma Sendromu
Hakim sistemin dayatmaları, yaşadığımız coğrafyanın önemli bir sorunudur ve totaliter zihniyet legal siyaset alanını oldukça daraltır. Kronik ve aşamadığımız bu dayatma Kemalizm’dir ki, Kemalizm ile hesaplaşmadan yapılacak bütün çalışmaların akim/yetersiz kalacağını herkes biliyor.
Sistem içi argümanlarla sistemi geriletmeye çalışan faaliyetler şunun farkına varmalıdır ki, uzlaşma olarak algılanabilecek bu faaliyetler sizde eksen kayması oluşturabilir. Zira söylemlerdeki kapalılık kitle üzerinde dönüştürücü etkiye sahiptir. Yine de bu kimliğini açıkça belirleyerek , uzlaşma ve yaranmadan legal alanda yapılabilecek bir şey yoktur anlamına gelmez. Sistemin bir depolitizasyon bir amacı da, daraltılmış alandan kaçmanızı sağlamaktır.
Totaliter sistemler uzun süre baskıcı yapılarını devam ettiremezler, bu suyun önünü kesmeye çalışmak gibi boş bir çabadır. Suyun yönünü değiştirecek, kanalize edilecek çalışmalara dönüşmezlerse tarih sahnesinden çekilmeleri daha sert ve yıkıcı olur. Bu kanalize çalışmaları aynı zamanda kendilerini de revizyona uğratır ve yeni dünya düzenlerine adapte olurlar.
Kemalizm içinde söz konusu revizyonlar 3-4 defa vuku buldu. 19 Yüzyılın bütün totaliter sistemleri tarih olurken Kemalizm’in hala tahakkümünü sürdürmesi bu revizyonlara, dönüşümlere ve yeni dünya düzenleri içerisindeki dengelere bağlı kalarak gerçekleşti.
1930’ların dünyası Faşist ve totaliter sistemlerin, karizmatik Liderlerin dünyasıydı. Tek parti döneminde bu söylem etkili olsa da, derinden derine kapitalist sistem entegrasyonu işliyordu ve bu entegrasyon daha 1925 İzmir İktisat Kongresinde şekillenmişti. Devlet erkinin söylemleri ile uygulamaları ciddi tezat oluştursa da egemenler iktidarlarını devam ettirdiler. Ünlü “Bu memlekete Komünizm gelecekse, onu da biz getiririz” sözü bunun göstergesidir.
İkinci dünya savaşından sonra konsept değişti. CHP, DP’den önce bu değişimi yapmaya çalıştıysa da halk güvenirliği olmadığından bunu DP gerçekleştirdi. DP gerçekte CHP içerisinden çıkan ve Kemalizm ile hesaplaşma gayesi olmayan bir hareket olması, CHP çatışmasına engel değildi. Sosyalist ve İslami kesimler bunu okudukları halde, başlangıçta DP ye destek verdiler. Bir zamanlar kıyasıya mücadele ettiğini sandığı yapılara entegre olmak çoğu sistemin başına gelen sosyal determinist bir kuraldır.
1970’li yılların revaçta eğilimi siyasette sosyal demokratlık, ekonomi de kapitalist pazardı. Kemalizm burada bölünerek her iki akıma da uyum sağladı. Günümüzde de etkisini sürdüren sağ ve sol Kemalist zihniyet belirginleşti.
Dönüşüm son aşamada global, liberal kapitalizm’e evrilirken AKP hareketi doğdu. AKP’nin önemli oranda milli görüş geleneğinden gelen kökenleri Kemalizm ile hesaplaşma geleneğinden geliyordu. Buna rağmen, Milli Görüş hareketi özde “Kutsal Devlet” anlayışına sahipti ve bu nedenle radikal tavırları törpülenmiş Kemalizm ile uzlaşması bu anlayışın genlerinde vardı. AKP Söyleminin değişmesi ile kendi dejenerasyonuna da önemli oranda engel olamadı. Bu hesaplaşma eğilimi tutarlı ya da tutarsız militer ve bürokratik kadroların sivri uçlarına yönelik devam etmektedir. Bir çeşit “Kutsal İttifak” içinde hesaplaşmayı Liberalizm’e dönüştürme çabalarına karşılık, parti içinde derinden mücadele belli oluyor. Bir takım cemaat yapılarının bunu kendi kriterlerin çerçevesinde şekillendirmek istediği belirgin. Radikal bir tabirle bu revizyonizm/bozulma tespiti doğru olsa da, aralarında çatıştığını görmemiz gerek.
Süreç içerisinde, ya değişim isteyenler yıpranır/entegre olur, ya da değiştirmek istedikleri totaliter yapıyı çözerler. Her iki hal belli oranlarda gerçekleşse de, ikinci durum bir taşma noktasında kendini süblimleştirir/ani ortaya çıkarır. Sovyetlerin Glastnost-Prestroyka sürecinde gelinen noktaya dikkat çekelim. Sonuçta Lenin heykelleri yerlerde sürüldü ve Komünist ideoloji ile hafiften hesaplaşıldı.
Totaliter sistemlerin zulümleri, süreklilik kazanamadığından zamanla gevşemeye başlar. “Bir ülkeyi küfür ile yönetebilirsiniz ama zulüm abad olmaz” ilkesi genel geçer kuraldır. Buna karşı mücadele de kararlı davranamayanlar da yozlaşmaya daha meyyaldir.
Zulüm ve yozlaşma ile mücadele, aynı şekilde ve aynı tavırlarla olmaz. Yozlaşmanın öğütücü etkisini hisseden ona karşı önlem alacak olgunluk ve ahlaki yapıyı oluşturamayanlar, genellikle kontrolü kaybederek müzmin bir muhalefet sendromuna kapılırlar. Tecrübelerle sabittir ki bu sendroma kapılanlarda ciddi bir adalet anlayışı problemleri de mevcuttur.
Küfre/cahiliyeye ve yozlaşmaya karşı mücadele şekillendikçe sistem direnerek zulme dönüşür. Burası önemli bir noktadır, bütün nebevi ve tevhidi hareketler cahiliye ve yoz sistemlere mücadeleleri şiddet içermezler, ta ki zulme dönüşmesi ile izin gelir.
“…Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. 2 Bakara 193
“Zulme uğrayan kimselere savaşmaları için izin verildi. Allah, onlara yardım etmeye elbette kadirdir.” 22 Hac 39
“İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin.” 29 Ankebut 46
Reel Şartları Okumak
Muhaliflerin değişim sürecine katkıları olabilir mi?
Tamamen değişimi görmezden mi gelecek, değişime adapte mi olacaklardır?
Değişimi okuyarak, doğruya doğru, yanlışa yanlış diyerek, organik bağ içermeden ve siyaseti buna endekslemeden tavır almak mümkün mü? Adapte olmadan, duyarsız kalmadan, kendi duruş ve hedeflerini değiştirmeden nasıl müdahil olabiliriz?
Kimden gelirse gelsin, zulmü geriletecek bir faaliyet var, örneğin CHP başörtüsünü serbest bırakmak için, MHP darbeci girişimleri önleyecek ya da BDP özgürlükleri genişletecek, AKP militer-bürokratik yapıyı zayıflatacak bir öneri verdi. Alınacak tavır tamamen konum ve işlerliğimize bağlıdır. Potansiyel/kitlesel bir yaptırım gücünüz varsa, muhatap alınmadıkça muhalefet de edebilirsiniz. Süreç, toplumu dejenere edecek, çözecek ve sisteme entegre edecek şekilde işliyorsa olumsuz tavır da alabilirsiniz. Ya da bütün bunları süspanse edecek önlemleri alabileceğinize güveniyorsanız, toplum yararını gözeterek destekte verebilirsiniz. Bu tavırlar kendi sürecinizi işletmenize engel olmayan esnek tavırlardır. Sivil toplum örgütleri genellikle daraltılmış siyasi arenada siyasi partilere nazaran daha az siysem vesayeti altındadırlar. Siyasi bir partiye entegre olduklarında, önemli oranda fonksiyonlarını kaybederler.
Eğer esnek tavırlar yerine sert siyaset takip edecekse, suni algılanan siyasetin bütün gündemlerine ilgisiz kalınacaksa “Sivil İtaatsizlik” gibi etkin faaliyetler de mümkündür. Bu tip hareketlenme mevcut legal siyaseti tamamen tıkayacak faaliyetlerdir. Eğer buda yapılamıyorsa ilgisizlik, etkisizliğe ve toplumdan kopmaya neden açar.
Arayışlar, bazı hareketlerin sizi aforoz etmesine neden olur, fazla önemsemeyin. Bu metodun itikadileştirilmesinden kaynaklanan bir sorundur. Ve bu düşünce tarzında, Rum’un galibiyetine sevinmenin anlamı kalmaz. Yine Kitabın bütün uyarılarına, ihanet ve yozlaşmalarına karşı Yahudilerin (Ehli Kitab’ın) Müşriklere karşı neden üstün tutulduğunu da anlayamaz.
Allah elçisinin, ilkelerinden asla taviz vermeden Ebu Talip safında yer almasını okuyamıyor muyuz? Himaye mevzuunu hangi itikadi zemine oturtuyoruz?
Kaldı ki, günümüz sistemlerinde Himaye dahi kabul etmeye gerek kalmadan siyasi tavırlar belirlemek mümkün. Kimliğini açıkça belirlemiş, söylemi ile kriterleri ile apaçık bir hareket reel siyasetteki belirli tavırları alabilir. Bu tavırlar siyasi manevralar olarak algılanmalı değişkenliğe de açık olmalıdır.
Kriterlerin ve Şartların Fıkhileştirilmesi
İslam tarihinde yanlış mecraya çekilmiş, “Nasih-Mensuh” ve “Takiyye” kavramları bu sorunlar etrafında oluşmuş kavramlardır.
“Nasih,Mensuh” klasik tartışmadaki gibi, hüküm kaldırma ya da iptal etme değil, alternatif hükümlerin hangi şartlarda ve hangi aşamada uygulanacağını gösteren bir kavramdır.
Takiye yalan, yağcılık ve vesayet altına girerek yürütülen siyaset değildir. Takva/sağlam durmak, korunmak kelimesinden türeyen “Takiyye”, baskı ve zorlayıcı etkenler altında bazı şeyleri ertelemek, aşırı baskı altında gerekirse yeraltına çekilmek, imha/yok olma tehlikesi altında kendini ve söylemlerini belirli süre gizlemektir.
Referandum Üzerine
12 Eylül 2010 Pazar günü, Anayasa değişikliği için halkoylaması yapılacak. Çeşitli kesimlerin yaklaşım farklılıkları olacağı muhakkak.
Öncelikle bu halk oylaması şekil ve içerik itibarı ile İslami kesimlerin ve diğer Sivil Toplum Örgütlerinin doğrudan inisiyatifi ile oluşmadığı söylenebilir. Öneride ideolojik dayatmalarla ilgili bir değişiklik yok. Buna karşılık Sivil Toplum Örgütlerinin sistem işleyişini zorlayıcı etkileri, değişimi zorlar. Bu zaviyeden bakıldığında, inisiyatifimiz etkin olmasa da bir derece etkisinden söz edilebilir.
Referandum, kasıtlı olarak AKP’nin güven oylamasına kaydırılıyor ki, bu bütün siyasi partilerin işine geliyor. Yine referandum, 12 Eylül darbesi ile hesaplaşmak olarak algılatılmak isteniyor. Belki psikolojik olarak bu anlama gelse de, nesnel olarak ciddi bir 12 Eylül eleştirisi yok.
AKP, belki aşama aşama gerçekleştirmek istediği süreçte büyük yanlışlar yapmaktadır. Aldığı oy oranı ve parlamenter temsil gücünün yettiği durumda ( beklide darbe korkusu ile) YÖK gibi Anayasa Mahkemesi gibi kurumları kökten kaldırmaması, HSYK gibi bürokratik çeteleri etkisizleştirecek yasal değişimleri gerçekleştirmemesi bir hatadır. Muhtemelendir ki iktidarını korusa bile, aynı güç oranına bir daha ulaşamayacak ve bu imkanlara tekrar sahip olamayacaktır. Yine son süreçte Referandumu haklar- özgürlükler zaviyesinden çok kendine güven oylamasına çekip, Ülkenin klikleşmiş siyasi partileri ile bilek güreşine çevirmesi, çeşitli kesimleri potansiyel oy rakibi görerek dışlaması referandumdan “Hayır” sonucu çıkmasına neden olabilir. Bu da Militer ve bürokratik güçlere halk desteği çıktı şeklinde algılanacak ve durumu daha da kalıcılaştıracaktır.
Bizim açımızdan ise; Referandum üzerinden bir mücadele tarzı ve siyaset ekseni oluşturmak anlamsızdır, ama sonuçların da bizim hareket sahamızı etkileyeceğini görmezden gelemeyiz. Özgür-Der’in “Kur’an Nesli” oluşturmak ve “Şahitlik Yapmak” şeklinde tanımlanan birincil hedefleri bu konu ile doğrudan bağlantılı olmamasına karşılık, yolda karşılaşılan De Facto/Fiili durum görülmeli ve alınacak tavır değerlendirilmeli/tartışılmalıdır.
Anayasadaki Değişiklik Maddeleri
Değişiklikler ne getiriyor, ne götürüyor?
Nesnel olarak incelendiğinde, yapılan değişiklikler üç ana gurupta toplanabilir:
1- Anayasa mahkemesi, HSYK ve Danıştay gibi kurumların yapıları üzerindeki değişiklikler, parlamenter siyasetin elini güçlendirmektedir. Mevcut durumda ise militer ve bürokratik yapı avantajlıdır. Genel bir yaklaşımla merkezi yapı, ideolojik yapı değişmese de zayıflamaktadır.
Ayrıca bu tip bürokratik kurumlarda sayı arttırılması ve seçilmelerinin sadece kendi kontrollerinden çıkarılıp yayılması ile (Madde 146 ve 159), totaliter çetelerin etkinliğini azaltmaktadır. Buna karşılık Cumhurbaşkanlığı otoritesi fazlaca arttırılıyor ki bu kişi merkeziyetçiliğine kayma problemli.
Diğer yandan Anayasa Mahkemesi üyelerinin ömür boyu (65 yaşına kadar) görevde kalması engellenerek (Madde 147) bürokratik/oligarşik oluşlum engelleniyor. Yine Bürokratik kurumların içindeki Yüce Divan kararlarının yargıya açılması (Madde 148) ile yargısız yapılanmaları ve tasfiyeler önleniyor.
Vatandaşın Avrupa Birliği kriterleri çerçevesinde hak ve özgürlükleri hususunda Anayasa Mahkemesine başvuru imkanı açılmış.(Madde 148)
2- Genel haklar mevzuunda, bazı maddeler kısmi rahatlamalar getirmektedir.
memurlara da toplu sözleşme hakkı tanınmakta (Madde 53).
Ailenin çocuk üzerindeki yasal hakları kısmen korumaya alınsa da (Madde 41), istismar maddesi (istismar ucu açık bir kavram) ile müdahale olanağı ideolojik yorumlandığında daha faşizan yapıya dönüştürülebilir. Bu klasik anlamda uygulamaya bağlı bir durumdur. Yani, yasaların kim tarafından nasıl yorumlanacağı ne uygulanacağı sorunu. Dünyanın en iyi yasalarını, kriterlerimize uygun yasaları da getirseniz uygulayıcıların samimiyetleri önemlidir.
Kişisel verilerin öğrenilmesi ve korunmasını talep edebilmenin önünü açılıyor (Madde 20). Özellikle darbeler ve darbe dönemlerinde yoğun fişleme faaliyetleri göz önüne alındığında olumlu bir adımdır.
Vatandaşlık ödevi gibi bir sebeple yerleşme ve seyahat özgürlüğünü kısıtlayan faşizan bir cümlenin kaldırılması da olumlu bir adımdır (Madde 23).
Yüksek askeri şura’nın ihraç kararı yargıya açılarak militer kontrol zayıflatılıyor (Madde 125). Yine de ihraç harici uygulamaların hukukiliği yargı dışı.
Vatandaşların aralarındaki meselelerde askerin dokunulmazlığı kaldırılmış (Madde 145). Sıkıyönetimin askeri yargıya dönüşmesi önlenmiş ki bu önemli bir sivilleşmedir (Madde 145).
Değişiklikler önemli oranda Liberal düşünceler ve AB kriterleri etrafında şekillendirilmiş. Bizim toplumsal yapımızdaki karşılıkları muhakkak biraz sıkıntılı olacaktır. Örneğin 10. maddedeki kadınlar lehine alınan tedbirler, ataerkil toplum modelinde ev geçiminin önemli oranda erkek tarafından karşılaşıldığı ve işsizliğin yüksek oranda olduğu Türkiye’de uyum sorunu içerecektir. Bizzat çalıştığım işyerinde mesleğin erbabı çok sayıda işsiz erkek elemana karşılık karı-koca elemanlar istihdam halinde. Bu tip liberal yaklaşımlar daha çok kapitalizmin üretim-tüketim ilişkilerine hizmet eder.
3- Parti kapatmayı zorlaştıran siyasi maddelerde ise eskiye nazaran bürokratik tahakkümün işini kısmen zorlaştıran kısımlar mevcut, baraj uygulamasının devamı İktidar partisinin yine pragmatik yaklaşımıdır. Anayasa mahkemesinin parti kapatma yetkisi 69. Madde deki değişiklikle meclisin oluşturacağı komisyonların iznine bağlı kılmaktadır. Ayrıca partisi kapatılsa bile milletvekilliği düşmemektedir. Yani bürokratik tahakküm yerine, parlamenter sistemin kontrolü getiriliyor.
Üç Seçenek ve Argümanlar/Söylemler
Anayasa değişikliğine “Hayır” diyenler; Önemli oranda bürokratik ve militer yapıyı koruyucu/statükocu kesimlerdir.
“Evet” diyenler; Çoğunlukla sistem içi değişim isteyenler, Parlamenter sistemin işlerliğini artırmak isteyenlerdir. Liberal-Muhafazakar kanadın ittifakı bu yöndedir ve bir çok sağ ve sol entelektüel buna destek vermektedir.
“Boykot” yanlıları; Genel anlamı ile kendi otoriteleri açısından ve muhatap alınmamalarının etkisi ile değerlendirme yapanlardır.
Sonuçta; Etkin kuruluşlar her üç seçenekte de sistem meşruiyetini sorgulamamakta, kendi taleplerinin doğrultusunda iktidardan pay kapma savaşımı vermektedir.
Yaygın bir söylem/argüman “AKP kendi meşruiyeti ve etkinliğini oluşturuyor” üzerinde. Bu argümanı kullananlar “Hayır” cephesini oluşturuyor ki, bu cephe Cumhuriyet dönemi boyunca kendi etkinliğini oluşturmuş kesimlerdir. MHP-CHP ittifakı bu nokta da, totaliter devletçi kesimdir.
İkinci bir argüman “Yapılan değişikliklerde Kürt halkı için ne var?” itirazı etrafında. Bu BDP ve ”Boykot” cephesinin söylemi.
Özellikle BDP’nin dile getirdiği boykot seçeneği daha çok muhatap alınmama üzerine kurulu. Ama olayın bir de farklı faktörleri var. Açık konuşmak gerekirse, seküler temelde oluşan azınlık milliyetçiliği ortamın yumuşamasını istemez. Referandumdan “Hayır” çıkması ile muhafazakar politikanın iflası gönülden geçse de, bunu hem kitlesine izahta zorlanır, hem de kitleyi sandıkta kontrol edemez. Ama “Boykot” seçeneği ile kitleyi sandıktan uzak tutması mümkündür., Kürt bölgelerinde örgüt (BDP ya da PKK) organizeli güçtür/devlettir, kitle üzerinde yaptırım gücüne sahip olasına karşın 30 yıllık çatışma içerisinden gelen bölge halkı ikna edilmedikçe ya da şartlandırılmadıkça kolay kolay kontrol edemez.
Bir diğer söylem “Oluşturulan ama yetersiz değişiklikler, köklü değişikliğe engel olur”. Bunun terside mümkün “Küçük bir değişikliğin bile geri dönmesi, köklü değişikliği de imkansız kılar”
Hayırcı kanadın kurumların siyasallaştığı söylemi ilginç bir paranoyadır. Zira Siyaset zaten yönetmektir ve bütün kurumlar siyasi özelliktedir. Örneğin çoğu ülkede olmayan Anayasa Mahkemesi Almanya’da bizden çok farklı algılanmaktadır. Alman Anayasa Mahkemesi üyelerinin büyük kısmı, mevcut siyasi partilerden seçilmekte ve o kimlikleri ile yapıda yer almaktadırlar. Bizde bütün memurlar dolayısı ile bürokratik kurum mensupları yasa ile belirlenmiş ideolojik kimliğe sahiptirler. Bu açık faşist ilkenin gölgesinde, “Parlamenter Sistem” helvadan put gibidir ve halkın daraltılmış siyasi arenadaki etkisi bile engellenmektedir.
Sosyalistlerin büyük kısmının “Hayır” cephesinde yer alması, kitleden kopuk olmalarına ve bu nedenle hala militer kadrolardan medet ummalarına bağlıdır.
Sosyalist kökenli bir çok aydının “Evet” tavırları ise bireysel ve toplum yararı açısından değerlendirmelerdir.
Bir kısım İslami Sivil Toplum örgütleri “Yapılan değişikliklerde İslami kesimlerin hangi taleplerine yönelik bir iyileştirme var” diye düşünebilirler. Bu tavırlarını aidiyetin ötesinde belirleyemeyen bir siyasetin sonucudur.
Marjinal guruplar, çocukların bile farkında olduğu “AKP Ordu ve bürokrasi ile anlaşmış durumdadır” tespitinin/eleştirisinin ötesinde bir hareket metodolojisine sahip değildir ki bu da uzlaşılıyor sendromuna yol açan sığ tepkiler oluşturur.
“Yetmez Ama Evet” tavrı İslami sivil Toplum Örgütlerinin önemli bir kısmının tercihi gibi duruyor. Bunun, yetmeyen kısmın ne olduğu ve inisiyatife dayalı siyaset ile tanımlanması gerekir.
Tavrımız Üzerine
Mesele zulmün geriletilmesi mi, Müslümanların entegrasyonu mu?
Evet, Hayır ve Boykot; Üç seçenek dışında bir tavır mümkün değil, ilgisizlik bile Boykotçu bir tavırdır.
Bu üç seçenekten herhangi birisine karar vererek, köklü sistem sorgusundan, taleplerden vazgeçmeden tavır almak nasıl mümkün olur?
Benim önemsediğim hususlar (İtikadi de diyebilirsiniz) bu süreçte;
1- Vesayete girmemek,
2- Müdahane/yaranmaya sapmamak,
3- Temsil ettiğimiz kimliği, ölümcül bir risk olmadıkça açık ve net beyanımızı korumak,
4- Değişimin getireceği kapitalist yapıya direnecek kültür oluşturmak
Bunlar gözetildikçe alınacak tavrın üç seçenekten hangisi olduğu çok da önemli olmayan siyasi bir manevradır. Çok organizeli bir harekette toplu karar da alınabilir. İtikadi olmayan bu gibi manevralarda çekincelerimizi belirterek ve muhalefet şerhi koyarak ortak karara uyulur. Nitekim sosyal süreç açısından bizden daha ileri ve farklı aşamadaki, Lübnan gibi ülkelerdeki İslami hareketlerde bu durum gözlenmektedir.
Yozlaşarak kapitalistleşenlerden uzak durmalı, yalakalık ve teslimiyetle hareket edenlere acımalı. Evet!, en önemlisi bunlara direnecek ahlaki yapının yanında; Ziverbey’de, Metriste ve Diyarbakır hapishanesinde yapılanları kısmen de olsa önleyecek dönüşüme karşı çıkmama ahlaki yapısı da olmalı.
“…Onların işleri aralarındaki şûrâ iledir.
…Haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyarlar.
Bir kötülüğün cezası, onun benzeri bir kötülüktür….
…Yol ancak, insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız olarak tecavüzde bulunanlaradır…”
42 Şuara 38-42
Anayasa değişiklik metini için kaynaklar:
Teklif metni:
http://www.akparti.org.tr/media/www/Anayasa%20teklif%20metni.pdf
Karşılaştırmalı tablolar için:
http://www.scribd.com/doc/35047791/Anayasa-De%C4%9Fi%C5%9Fikli%C4%9Fi-Kar%C5%9F%C4%B1la%C5%9Ft%C4%B1rmal%C4%B1-Tablo
http://www.akparti.org.tr/media/www/Anayasa%20de%C4%9Fi%C5%9Fikli%C4%9Fi%20kar%C5%9F%C4%B1la%C5%9Ft%C4%B1rmal%C4%B1%20teklif%20tablosu.pdf
YAZIYA YORUM KAT
murat kardeşim süper bi analiz yazısı olmuş...bizlere sağladığın düşünsel katkı için Allah razı olsun.
Yanıtla (0) (0)Degerli kardeş,doğrusu yorumum direkt kıymtli yazınıza degildi.daha ziyade çagın seküler,liberal,ırkçı ve milliyetçi,şehvetperest ve sömürgeci yönetim modellerinin çekici ambalajlarla dikkatlerimize sunulması ve bizimde bunları çeşitli saiklerle onaylamamızadır.hep merak etmişimdir...bugün egemen ve dominant olan batı medeniyeti ve onun yumuşak gücü olan liberaliz,hümanizm,batı tarzı demokrasi ve laiklik,modernlik,insan hakları,tüketim kültürü vb.yedek argümanlar mesela bir yüzyıl yada daha sonraki bir yüzyılda bukadar etkin yada etkileyici bir güce sahip olabilecek mi? tarihsel tecrübe bize şu hakikati göstermiştirki her üçyüz yada beşyüzyıllık süreçlerde farklı farklı toplumsal yönetim modelleri oluşmakta,mu modellerede her canlı organizma gibi süreç içinde ölüp gitmektedir.çünkü ilahi yasa her varlıga bir ecel tayin etmiştir.hakikat şu ki bahse konu olan her yönetim modeli çağının en ideal modeli gibi kabul görmüş,buna itiraz edenler ise bazen işbirlikçi yada gerici,bazen bölücü yada hain damgasını yemiştir.tıpkı günümüzde olduğ gibi...mesela yüz-yüz elli yıl önce imparatorluklar mevcut idi ve ideal yönetim modeli ailelerin iktidar gücünü aile mülkiyeti olarak telakki etmeleriydi.inanıyorumki dün yönetim bir aileye degil halka ait olmalı diyen her kişi suçlamaların hedefi olmuştur.dışlanmıştır sürülmüştür katledilmiştir.o halde bügün büyük imkanlarla propagandası yapılan batı medeniyeti ve türevlerinin muhtemelen yüz yıl sonra esamisinin dahi okunmayacağı dolayısıyla konjonktürel modellerin mutlak hakikat gibi telakki edelmemesi gerekir.o halde yine başımıza bela edilen sözkonusu yönetimlerin çakma versiyonu niteliğindeki vahşi ve zorba yerli işbirlikçilerden kaçayım derken,onların ağababalarının kucagına düşmeyelim.takdir edersinizki,bügün bizim mahallenin her ferdi neredeyse her sözünü ve analizini sihirli demokrasi kavramıyla meşrulaştırmakta ve dokunulmaz kılmaktadır.dün aynı şeyi sosyalizmle,daha evvelki gün krallıkla yapanlar olduğu gibi.
Yanıtla (0) (0)A.Kardoğan kardeşim.
Yanıtla (0) (0)Yazıda AKP'nin İslamiliği ile ilgili bir yorumda bulunmadım.
Liberal sistemin İslamiliği ya da uzlaşma ile ilgi bir yana ona karşı mücadeleden söz ediliyor.
Sizinki, sinirlerin gerildiği, tepkilerin arttığı ortamda yazılmış bir yorum olmuş.
Allah'a emanet olunuz.
Öyle sanıyorumki mesele bütüncül ele alınmayıp,ancak bütünün parçalarıyla hüküm verildiği için,degerlendirmelerimiz eksik,tespitlerimiz ise yanliş olmaktadır.1-AKPAakpartinin temsil ettigi misyon ve sahip olduğu dini tasavvuru bir yana bırakırsak ve hatta bunu en ideal düşünce olarak varsaysak bile,sistem içindeki hükümet değişikliğini bir bütün olarak sistemin hatta rejimin değiştiğine hamletmek sanırım kocaman bir yanılgıdır.bir kere sistemin degiştigini varsaysak bile,akparti kadrolarının akide olarak ne kadar sağlam olduklarını,mevcut kadroların içinde,ırkçı,faşist,laik,kemalist,liberal,amerikancıve daha nice savruk kişiliklerin baskın olduğu bir yapı zaten kendi başına sorun teşkil etmektedir.dolayısıyla partinin sistem içi bir geğişikliği aşırı derecede yüceltmek ve bu değişiklik üzerindede karşıtlar yaratmak müminin işi degil.2-AKpartinin değişimi hangi paradiğmalarla gerçekleştirdiğini asla gözardı edemeyiz.zİRA,degişim türkiye toplumunun önemli bir ihtiyacı olsada,değişimi sağlayan temel dinamik temelde batılı küresel sisteme enteğrasyonu sağlama hevesinde olan ABDdir.bu kötümüdür denilebilir.hayır kötü degildir,ancak ABD ile yatagı paylaşmak gayrı meşrudur ve zinadır.bu beraberlik asla eşitlerin işbirliği degil,tersine güçlünün zayıfa rol vermesidir.hele hele iktidarını sömürgeci ABD ye borçlu olanların akıbetini IRAKTA,LÜBNANDA,TÜRKİYEDE.AFGANİSTANDA,TÜM İŞBİRLİKÇİ ARAP REJİMLERİNDE görmek mümkündür.yaptıkları şey ödünç aldıkları iktidarlarının ömrünü uzatmak için,halklarına zulmetmek ve efendilerinin takdirini kazanmaktır.3-biz müslümanlar basirtetsiz tutum,dünyaya meyilli islami anlayış ve fedekarlıktan yoksun yaşantımızla daha sömürgeci güçlerin yerli işbirlikçilerine dahi kafa tutamazken,duman başıma,enteğre olduğumuz sömürgeci sistemin ağababalarına bu perişan halimizle nasıl kafa tutarız.4-50 hastalıkla malul akidemiz zaten bizi yerlerde süründürürken buna birde akparti üzerinde liberal sistem şakşakçılığı bizi nereye götürecek,varın siz düşünün.
Yanıtla (0) (0)Tebrik ederim. Gördüğün en iyi siyasi analiz. Referandum Sürecinin önünü,arkasını, getirisi ve götürüsü,Evet ve Boykotun ne manaya geleceği, yolumuzu hangi tercihin açacağı hangisini kapatacağı noktasında her aklı selime doneler ortaya koyularak yol gösterilmiş. Herkes toplumsal sorumluluk bilincini kuşanmalı, 'dün ne demiştik' utangaçlığında arınmalı, tüm muvahhidler Evet tercihinde birleşmeli. Ben başından beri EVET diyenlerdenim. Sayın Murat Aydoğdu'nun neredeyse tüm çekince ve endişelerini paylaşıyorum.Bu süreç yanlış siyasi içtihadların önümüzü kendi elimizle kapattığımız kapanlardan kurtulmamızıda sağlayacak, özgün bir İslami Hareket neşvünema bulmasına ortamda hazırlayacaktır.
Yanıtla (0) (0)Vahye dayali,eskimeyen,güncelligini kaybetmeyen,kiyamete kadar insanlarin,gerek bireysel,gerekse toplumsal ihtiyaclarini karsilayan islam dini,sistemi mecut iken,vahye dayanmayan,tamami beseri olan,insanlara bir yasam tarzi(din)dayatan,bu dine uymayanlara,kabul etmeyenlere agir cezai müeyyideler uygulayan,adina da demokrasi denen bu sistem (din)in,üstelik eskimis,köhnemis de olmasina ragmen restora,etmeye, yamamaya dair yapilan referanduma insanlari davet ederek,evet oyu kullanmaya ta köse yazarlarindan,kürsü hatiplerne kadar yaris edercesine gayret götermelerine sasmamak mümkün degil.ALLAH;"SANA VAHYEDILENE UY,ONLARIN HEVA VE HEVESLERINE UYMA".ilahi ikazini görmezlikten,duymazliktan gelmek büyük bir gaflet degilmidir? Et kokarsa eti tuzlarsin,ya tuz kokarsa...tuz koktu herhalde.
Yanıtla (0) (0)'Durdukları yerde katı bir aidiyet duygusu ile kalanlar
Yanıtla (0) (0)Karşı çıkmaktan başka bir şey geliştiremeyenler
Üretemeyenler
Yüzeysel değerlendirmenin ötesine gidemeyenler' işte bu... Yalnız değilsin sevgili AYDOĞDU...
Bahadır'ın söylemiş olduğu gibi Murat Hoca'nın yazısını evet-hayır bağlamından kurtularak okumak gerekir.
Yanıtla (0) (0)Yazı çok daha fazla makro bir değerlendirme yazısı.
Bizim için olan bitenler sadece "referandum" süreci ile alakalı değil ki.
Türkiye'li müslümanların çawşinin vurguladığı hastalıklardan kurtulması için "ne yapmaları" gerektiği sorusu kadim bir soru artık bizim için.
Kİmsenin kimseye görüşünü dayatmadığı benim dediğim doğruduru dikte etmediği hararetli de olsa istişari zeminlerde tartışıldıktan sonra zırh giyilecekse zırh evetse evet hayırsa hayır ya da çawşinin ısrarla savunduğu gibi boykotsa boykot kararından sonra yapılacak olan nedir ki?
Rasuller tarihi bizim için güzel örnekler taşımaktadır.
İslami uyanış sürecimizdeki gelinen nokta herkese ağır sorumluluklar yüklüyor.Kimine çok fazla kimine ise hafif.
Önemli olan sorumluluklarımızın bilincinde olarak İslami kimliğimizin savunu ve şahitliğini yapabilmektir.
Mesele evet ya da hayır demek değil beşerin yapmış olduğu anayasa metnini oylamak için sandığa gitmektir.İşte bu anayasa sonuçta ilahi olmayan bir anayasanın oylanmasıdır.
Yanıtla (0) (0)Mahallemizde bir arkadaşımız vardı;
Yanıtla (0) (0)Ne zaman bir fotoğraf çeksek fotoğrafı beğenmez, iyi çıkmamışım falan der, hiçbir fotoğrafını beğenmezdi.
Sonunda dayanamadık “Kendinle ne zaman barışacaksın? Sen neysen O’sun” dedik.
…
Bazen çekilen fotoğrafı beğenmez insanlar, “Şöyle dedin, böyle dedin” diye itiraz ederler.
Kendi okuduklarını beğenmezler oysa, nedendir bu?
Korkular
Önyargılar
Şartlanmışlıklar
Çakılıp kaldığı yerden bir milim ilerleyemeyenler
Özeleştiri yapamayanlar
Durdukları yerde katı bir aidiyet duygusu ile kalanlar
Karşı çıkmaktan başka bir şey geliştiremeyenler
Üretemeyenler
Yüzeysel değerlendirmenin ötesine gidemeyenler
…
Fıkhını/anlayışını oluşturamamış kişinin fotoğraflara olan itirazları nedir?
Teslim olup ta iman etmemek nedir bilir misiniz?
Emin olmadıklarından dolayı, sadece teslim oldukları şeye sıkı sıkıya sarıldıklarını sanırlar.
“Bedeviler “iman ettik” dediler. De ki: -Siz iman etmediniz, fakat teslim olduk deyin! Çünkü iman, henüz kalplerinize girmedi.” Hucurat 14
İman nedir ki?
“Gördüğünü gönül yalanlamadı.” Necm 11
Fotoğrafı siz okuyorsunuz, ama gönlünüz yalanlıyor ve o beğenmediğiniz şeyi, fotoğrafı çekene atıyorsunuz dostlarım.
…
Bırakın, tavırlar falan hepsi hikaye;
Önce bir okuyun; Kitabı, hayatı, kendinizi ve fotoğraflarınızı
Onu bunu bırakın vesayetçi,fişlemeci düzene karşı evet evet evet eveeeeeeeeeeeet!uzatmayalım lütfen.Selam ve dua ile.
Yanıtla (0) (0)Diyelim ki istişare ettik ve 'Hayır' dedik.Peki bundan sonra ne olacak,Ne kazanacağız?Statükocu,cuntacı,işkenceci,totaliter,derin yapılar ve onların her türlü uzantıları, ırkçılar,ulusalcılar,ergenekoncular, YARSAV,BDP,PKK,CHP,MHP,DP,,üst düzey yargı organları(Danıştay,Yargıtay,HSYK..)vb. hepsi 'hayır' için çırpınıp duruyorlar.
Yanıtla (0) (0)Peki bu bizleri düşündürmüyor mu?
Onlarla aynı safta olmak ne kadar doğrudur?
Ben müslümanların,mazlumların önünün açılması için eksiklerine rağmen 'Evet' denilmesinden yanayım.Hayır dersem veya boykot edersem bu statükocuların,militaristlerin işine yarar.
Evet denince elde edilecek önemli kazanımlardan mahrum kalmayalım.
Hayırcılar referandumda galip gelirse bu sonuç müslümanlar için hiç iyi olmayacak .
Bunun çok iyi değerlendirilmesi gerekir.
Murat kardeşimizin yazısı Evet-Hayır'dan çok daha fazla hususları gündemleştiriyor, tahlil ediyor, analize davet ediyor. Somut hususlara vurgu yapıyor, düşünmeyi, istişareyi, fıkhetmeyi salık veriyor. Evet-Hayır kolaycılığından çok daha fazlasını barındırıyor.
Yanıtla (0) (0)Ve bence sosyolojik tahlilin nitelikli örneklerinden birini oluşturuyor ve kanımca bu açıdan da takdiri hakediyor.
Ben ayrıntıya girmeyeyim ama yazının daha dikkatli okunması gerektiğini düşünüyorum.
selam ve dua ile...
öncelikle size bana cevap verdiğiniz için teşekkür ederim benim istanbula gelmem biraz zor zira çorumda yaşıyorum ve özgürdere sürekli giden biriyim dernekte bulunan kardeşlerimle ben zaten bu konuyu hallettim sandığa gitmeyeceğiz her zaman ki gibi ancak ben Muat beyin yazısını dikkate alarak Haksözün genel görüşü bu olduğunu sandım hakkınızı helal ediniz zaten ben biliyordum böyle düşünmediğinizi Allaha emanet olunuz.
Yanıtla (0) (0)bu yazıyı nasıl okumalı ve anlamalıyız.benim anladığım kadarıyla haksöz camiası refeandumda evet oyu verecekler eğer yanlış anladıysam lütfen düzeltiniz.eğer haksöz camiası evet oyu kullanacaklar ise benim bir sorum olacak insanların yaptığı beşeri bir anayasa taslağına tevhidi düşünen ve şirkten uzak yaşamaya çalışan haksöz camiası nasıl oluyor da bu şirk anayasasına evet oyu verebiliyor?
Editör: Murat Aydoğdı kardeşimiz doğal olarak yazısında kendi düşüncelerini belirtiyor Haksöz'ün değil, bu konuyu merak ediyorsanız Haksöz yeri belli gelip bir çay içip sohbet edebilirsini
Yanıtla (0) (0)akp'yi nasıl tanımladığınız çok önemli.
Yanıtla (0) (0)türkiyeli müslümanların akp 'algısı' 'kutsadıkları' devlet gibidir.
çözüm ürtebilme kendileri açısından hep bir risktir.
İslam, örgütlü toplum olmayı emrederken,
onlar ise biad ettikleri devletin önlerine koydukları ile yetinmeyi hep tercih etmişlerdir.
ortadoğu'da israil'i nasıl değerlendiriyorsanız,
türkiye ve türkiye'de ki mevcut iktidarıda bu temelde algılamalısınız.
ordusu NATO'ya üye olan bir ülkenin iktidarı, kürsel güçler tarafından işbaşına getirlmiş bir organizasyondur.
dün 'ulusal' kimlikle solcuların, 'şovenist' kimlikle sağcıların dünyanın ve ortadoğunun içinde bulunduğu konsept nedeniyle iktidar yapıldığı bu ülkede, bugün 'müslüman' kimliğiyle akp emperyalizm adına hükmetmeye getirilmiştir.
derin devlet-akp çelişkisi, akp'nin fazlaca müslüman ve demokrat olmasından değil, emperyal güçlerin küreselleşen bir yeryüzünde türkiye'yi AKP eliyle, çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışmasıdır. türkçesi 'kemalizmin' restorasyonudur ve akp'de bunu yapmaya getirilmiştir. neyle yaptığıda ortadadır. İslami söylemlerle.
devlet eliyle şekillenen bir din ve bu dinin 'müminleri' de yine emperyal güçlerce akp eliyle dizayn edilmektedir. tirk-islam öğretisi temelde küresel güçlerle hep uzlaşabilir nitelikte olmuştur.
bence referandumda 'evet'in anlamı budur.
'evet' bunlara ilavetten kürt katliamını onaylamaktır.
ve her ölümden sorumlu olmaktır, vebal almaktır.
başörtüsü yasağını 'nedense' 'referanduma' götürmeyen, 27 nisan bildirisini hazırlayanlardan hesap sormayan bir mantığın 12 eylül'le hesaplaşmasını beklemek hakikatten komiktir.
Hayır'cıları konuşmaya bile değmez. neyin peşinde oldukları bellidir.
camialarına uzak olsamda yakından beğeniyle izlediğim hamza türkmen'in isabetli bir değerlendirmesi vardır ;
''bizim işimiz cahili Rum ordusuna asker yazılmak değil''.
son olarak sayın murat hocamın hoş görüsüne sığınarak şunu söylemek isterim.
''eksen kayması yaşayanlar kervanına 'katılmaya' aday gibisiniz'' ;)