"Âtıf Hoca Şahsında Tüm Toplum Yargılandı!"
"İskilipli Atıf Hoca -İstiklal Mahkemeleri'nin Tarihi Misyonu ve Şapka İnkılabı" kitabının yazarlarından Bülent Gökgöz'le röportaj.
Bülent Gökgöz ile Bahadır Kurbanoğlu'nun hazırladığı İskilipli Atıf Hoca -İstiklal Mahkemeleri'nin Tarihi Misyonu ve Şapka İnkılabı adlı kitap İskilipli Âtıf Hoca'nın idamıyla simgeleşen dönemi ele almakta. Kitap, Âtıf Hoca'ya yönelik iftira ve karalamalara cevap mahiyetinde bir uğraşı ihtiva etmekle birlikte, onun eserlerinde serdettiği görüşlerinin değerlendirilme çabasıyla da bir ilki oluşturmakta. İstiklal Mahkemeleri'nin de masaya yatırıldığı çalışmada, aynı zamanda Şapka Kanunu'nun uygulanma biçimi, sebepleri ve ulus-kimlik yaratmadaki işlevi de ortaya konmaya çalışılmakta. Bülent Gökgöz'le İskilipli Âtıf Hoca'yı konuştuk.
Asım Öz: İskilipli Âtıf Hoca kimdir?
Bülent Gökgöz: İskilipli Âtıf Hoca, 1876 yılında İskilip'in Tophane köyünde dünyaya gelir. İstanbul'a geliş yılı olan 1893'e kadarki tahsil hayatı köyünde ve İskilip'te gerçekleşir. 1905 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Kabataş Lisesi'nde Arapça öğretmenliğine başlar. Dönemin şeyhülislamı tarafından polis takibatına mazur kalan Atıf Hoca, Karadeniz üzerinden Kırım'a geçer. Avrupa'nın sosyal yapısını inceleme imkânı bulacağı Varşova ve çevresinde 3 ay kalır ve İstanbul'a yeniden döner.
1910'da Medreseler Müfettişliği 'ne tayin edilir. Bu sıralarda Beyan'ül Hak, Sırat-ı Müstakim, Mahfel ve Alemdar gibi mecmua ve gazetelerde yazıları yayınlanır. Donanma Cemiyeti yararına risale yazar ve cemiyet kendisine katkılarından ötürü takdirname gönderir.
İttihat ve Terakki kadrolarının sürekli baskılarına maruz kalan İskilipli Âtıf , 31 Mart hadisesi ve Mahmut Şevket Paşa suikastı iddiaları ile tutukluluk ve sürgün hayatı yaşar. Çorum, Sungurlu, Sinop ve Boğazlıyan'da 1,5 yıl sürgün hayatı yaşayan Atıf Hoca'nın mebus seçilmesi de bu vesile ile engellenmiş olur.
Hukuk Fakültesi'nde de müderrislik yapar ve kendisine Kırım, Makedonya, Üsküp vb. yerlerden İslami eğitim kurumlarının ıslahı amacıyla gelen teklifleri reddeder.
Medrese hocalarının özlük haklarını savunmak, İslami eğitimi yaygınlaştırmak, medreselerin niteliğini yükseltip fen ve bilim konuları ile paralel eğitimin yapılmasını sağlamak amacıyla Said Nursi ile Müderrisler Cemiyeti'nin kuruluşunda yer alır. Cemiyet kısa süre sonra Teali-i İslam Cemiyeti'ne çevrilir. İskilipli Âtıf Hoca klasik medrese hocası değildir, aksiyoner yönü olan sosyal bir kişidir. İskilipli Âtıf Hoca'nın başkanlığını yaptığı Teali-i İslam, Yunan işgalini protesto eden ilk cemiyettir aynı zamanda. Bununla birlikte 1922'ye kadar Osmanlı sarayında devam eden 'Huzur Dersleri'ne de muhatap olarak katılır. Yani kendisi dersi anlatan değil, kendisine soru sorulan makamdadır.
Buraya kadar özetlediğimiz kısım onun Osmanlı dönemini içerir. Cumhuriyet döneminde ise resmi bir görevinin olmadığını görüyoruz. Bu kendi seçimimi bilmiyoruz ancak kurucu kadroların da zaten ona bir görev tevdi etmemeleri de şaşırtıcı olmaz.
Bu dönemde Kapalı Çarşı civarında bir kitapçı dükkânını ekonomik zorluklar içerisinde işletmeye çalışır. Yine bu dönemde 'Atıf Efendi Kütüphanesi Neşriyatından' adıyla elli eserlik bir dizi çalışmasına başlar. 1923'te "Tesettür-i Şer'i", 1924'te ise "Din-i İslam'da Men-i Müskirat" ve onu idama götürecek "Frenk Mukallitliği ve Şapka" adlı risalelerini kaleme alır. Bu son eseri de Maarif Vekâleti (MEB)'in onayıyla basılır.
4 Şubat 1926'da Ankara İstiklal Mahkemesi kararıyla idam edilir.
ATIF HOCA'YI ELE ALMANIN GÜÇLÜKLERİ
İskilipli Âtıf Hoca'nın Türkiye toplumu tarafından yeterince tanınmadığını ifade ediyorsunuz. Neden?
İskilipli Âtıf Hoca'nın Türkiye toplumu tarafından yeterince tanınmamasını, önce uzun yıllar devam eden Kemalist baskı ve arşivler üzerindeki karartmalara bağlayabiliriz. Mezarının dahi gizlenilmesi gereği duyulan bir kişinin sağlıklı ve yeterince tanımaması da beraberinde gelir. 2008 yılında Dr. Mehmet Sılay ve yakın arkadaşlarının çabalarıyla mezarı bulunup, cenaze namazı kılındıktan sonra İskilip'e gizlice defnedildi.
1960'ların sonlarına dek görünür değildir. Bu esnada resmi tarihin ürettiği hezeyanlar da toplumun onu sağlıklı tanımasına engel olmaya devam eder. Çünkü İskilipli Âtıf Hoca'yı ele almak, Mustafa Kemal'i ve Cumhuriyeti de ele almayı gerektirir ki 5816 sayılı kanunun ve 163, 312 maddelerinin yürürlükte olduğu bir vasatta bu kolay değildir elbette.
Eserleri yasaklanıp alfabenin değişmesiyle de ona, düşüncelerine ulaşmak ve anlayabilmek de zorlaşmış. Türkiye toplumu İskilipli Âtıf Hoca'ya her zaman hürmet duymuş, onu rahmet ve minnetle anmıştır. Hayrettin Karaman Hoca'nın onunla ilgili özlem ve kanaatleri de bunu teyit etmektedir.
Diğer taraftan onun 'misyon' anlamında Türkiye toplumu tarafından anlaşılamadığını da ifade etmeliyiz. Yani İskilipli Âtıf Hoca ile ilgili duyarlılığın bilinç seviyesinde olduğunu söylemek halen güç. Çünkü İskilipli Âtıf Hoca'yı tanımak ve anlamak demek; Kemalist sistemi, kurucularını ve ideolojilerini de anlamak, yargılamak demektir. İskilipli Âtıf Hoca'yı anlamak demek; Kemalist politikalardan, faili meçhullerden, Tek Parti despotizminden, darbecilerden, Ergenekonculardan hesap sormak demektir. Atıf Hoca şahsında yargılanan İslami kimlikle beraber tüm toplum yargılandı. Bahse konu trajedileri üreten 1930'ların zihniyeti ile 2008'deki Cumhuriyet mitinglerinde 'kahrolsun şeriat' sloganlarını atan zihniyet arasında hiçbir fark yok. Bugün Kürt meselesinin temellerini o dönemde atanlar, dil ve iskân politikalarının, kapitalist kalkınma modelinin, Batı medeni kanunlarının temelini atanlar; İskilipli Âtıf Hoca'yı asanlardır. Eğer toplumumuz İskilipli Âtıf Hoca'yı yeterince tanımış olabilseydi, bugün bu politikaları devam ettirenlere karşı daha dirayetli, kararlı durabilirlerdi. Şapka kanunu ile başörtüsü yasağı arasında ne fark var? Hiç fark yok! Bu yasağı uygulayanlar da aynı zihniyetin mirasçılarıdır.
İSKİLİPLİ ÂTIF HOCA'NIN ESERLERİ
Genelde onu sadece Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseriyle biliyoruz. Bunun dışındaki eserlerinin durumu nedir?
Dergi ve gazeteler dışında kaleme aldığını bilebildiğimiz dokuz eseri mevcut. Bunların kimisinin baskısı yok kimisi de Türkçeleştirilmeyi bekliyor. Misal olarak İslam Fıkhı, 90'lı yıllarda basılmış 6 ciltlik ilmihal düzeyinde bir eser. 1500'lü yıllarda İbrahim Halebî tarafından yazılmış eser çokça bilinip okutulur o dönemlerde. İskilipli Âtıf Hoca da bu esere kendi açıklamalarıyla ilavelerde bulunup yeniden yayınlar. Anadolu toplumunun rahat anlayabileceği klasik ilmihal düzeyinde bir kitaptır bu.
Cumhuriyet dönemi eserlerindeki temel hedef ve vurgu ise, Frenkleşmeci kadrolar ve onların politikaları, zihniyetine karşı toplumu uyarma, korumadır. Atıf Hoca'nın anlatım tarzı ayetler, hadisler, İslam tarihinden, sahabeden ve ulemadan örneklerin yanında, zaman zaman da Avrupa devletlerinden haber ve bilgilerler gerçekleşir. Söz gelimi içkiyi yasaklayan kanun mecliste iptal edilip içkinin yaygınlaştırılmaya ve hatta bunun milli ekonomiye katkılarından bahsedildiği ortamda o, önce içkinin tedricen nasıl yasaklandığını ayet ve hadislerle izah eder, sonra içkinin sebep olduğu ailevi ve toplumsal dokudaki tahribatlarını sosyolojik tarzda ele almaya çalışır. Bu çabasını yine Avrupa devletlerinin kiminde gerçekleşen içki yasaklarını ve içkinin sebep olduğu adli vakıalarla ilgili istatistikî bilgiler ile destekler.
Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı risalesini, şapka kanununun 1,5 yıl evvelinden yazması da onun basiretinin işaretidir. Yani şapka kanunundan evvel, şapka üzerinden gerçekleşen kimlik dönüşümüne karşı ele aldığı risalesidir. Ayrıca bu eserinde usuli yaklaşımları da belirgindir. Yani delilleri ile düşüncelerini ifade eden bir yaklaşım var. Haber-i vahidin itikadda delil olamayacağını kaç tane medrese hocası söyler o dönemde?
ABDULHAMİD DÖNEMİNE İLİŞKİN ELEŞTİRİLERİ
Abdülhamid'e ve İttihad Terakki'ye dönük eleştirileri var. Kâmil hilafetten söz ediyor. Siyasi görüşleri nasıl?
Abdulhamid dönemine eleştirileri; başta saltanat, lüks, israf, Kitap'tan uzaklaşma, işi ehline vermeme, yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma ve liyakatsizlik gibi konularda yoğunlaşıyor. Kamil hilafet kavramı ile aslında mevcut hilafet anlayışına ve yönetime ilişkin rahatsızlığını da dile getiriyor. Ona göre kâmil hilafette halife, ümmetin reyi ile tayin olunur. Ve kâmil hilafetin bu yönünü cumhuriyete benzetir. Halife her yönüyle şeriata hesap vermek zorunda olacağı için kâmil hilafet bu yönüyle meşrutiyete benzer. Yine halife hükümeti idare etmede geniş yetkilere de sahip olduğundan kâmil hilafeti mutlakıyete benzetir. Ancak halife şeriata aksi hareket ettiğinde toplum tarafından azl edilebileceğinden mutlakıyetten farklı olduğunu da ekler. Devamında halifenin vefatı veya azlini gerektirecek bir durum oluşmamışsa görevine devam edeceğinden cumhuriyetten farklı olduğunu belirtir. Ve yine babadan oğula geçmeyen ve memurlarını azl etmedeki yetkilerinden dolayı kâmil hilafet meşrutiyetten başkadır der, İskilipli Âtıf Hoca. Son olarak kâmil hilafet, dünya işlerinde hüküm ve tasarrufta bulunduğu gibi din işlerinde de hüküm ve tasarrufta bulunmakla mutlakıyet, meşrutiyet ve cumhuriyetten de yine başka olduğunu ifade eder. Ona göre kâmil hilafette cumhuriyet, meşrutiyet ve mutlakıyetten bir takım özellikler vardır ancak sonuçta onlardan yine farklıdır.
İstişareye çokça önem verir ve İslami bir yönetimde istişarenin ve istişare edilecek kişilerin özelliklerini maddeler halinde sıralar. İslam ümmetinin içine düştüğü acziyet durumu üzerine de eğilir. İskilipli Âtıf Hoca, yöneticilerin toplumun bozulmasında asıl payları olduğunun altını sürekli çizer. Zulme karşı aktif tutum takınılması gerektiğini ayet ve hadislerden örneklerle anlatır. Her Müslüman'ın emr-i bi'l maruf ve nehy-i ani'l münker sorumluluğu bulunduğunu belirtir. Esaret ve zillet altında yaşamak istemeyen toplumların; Rad Suresi 11. ayetinde belirtilen toplumsal yasaya tutunmaları gerektiğini de vurgular.
Müslümanların yaşadıkları sıkıntılar konusundaki düşünceleri dönemin diğer İslamcıları ile örtüşüyor mu?
Yakıcı sorunlar konusunda örtüştüklerini söylemek mümkün. Ancak bu sorunları ifade biçimlerinde ve üsluplarında farklılıklar mevcut ve bu da doğaldır zaten. İskilipli Âtıf Hoca üslup ve mizaç olarak biraz daha keskin bir yapıya sahip görünmekte. Dönemin İslamcılarındaki öncelikli vurguları; İslam dünyasının acziyeti, direnme sorumluluğu, hilafetin önemi, emperyalistlerin politikaları, başta medreseler olmak üzere eğitim kurumlarındaki yetersizlikler, toplumdaki bozulma, müsteşriklerin pozitivist bakış açısıyla İslam hakkındaki iddialarına cevaplar, yükselen milliyetçi ve ulusçu dalgalar ve yeniden kitaba ve sünnete dönüş şeklinde özetlemek mümkün. İskilipli Âtıf Hoca'nın eserlerinde de bu vurguların tamamını görmek mümkün. Ancak tüm makaleleri Türkçeye kazandırıldığında daha net bir tablo ortaya çıkacaktır. Bununla birlikte din usulü, tasavvuf ve kimi siyasal meselelere yaklaşım konusunda farklılaştıkları da vakidir.
FRENK MUKALLİTLİĞİ VE ŞAPKA RİSALESİ
Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri yayımlandığında dönemin basınında tartışmalar yapılmış mı?
Ulaşılabilen verilere göre risale yayınlandığında Son Telgraf gazetesinde İskilipli Âtıf Hoca'ya ve eserine yönelik hakaret içerikli bir yazının kaleme alındığını biliyoruz. Bunun üzerine dava açan İskilipli Âtıf Hoca, gazete aleyhindeki tazminat davasını kazanır ve hatta bu bilgiyi risalenin zararsızlığı bağlamında yargılandığı mahkemeye de sunar.
Risalenin dışında köşe yazarları üzerinden İslam'a ve uygulamalarına dair çokça tartışmanın olduğunu da biliyoruz.
İskilipli Âtıf Hoca'nın eserlerinde dile getirdiği kimi konuların içinde bulunduğu tarihi seyirle birlikte ele alınması gerektiğini söylüyorsunuz. Niçin?
Bu durum salt İskilipli Âtıf Hoca için değil, tüm tarih değerlendirmeleri için geçerlidir. Sağlıklı tahliller, dönemin şartları, imkânları bağlamında ele alındığında adil ve gerçekçi niteliğe haiz olacaktır. İskilipli Âtıf Hoca, Osmanlıdan Cumhuriyete geçiş dönemini yaşamış, hem devlet hem de toplum bazında yaşanan/yaşatılan değişime tanık olmuştu. Haliyle kaygıları, değerlendirmeleri, düşünceleri ve eylemleri bahse konu konjonktür içerisinde şekillendi.
Örnek olarak Din-i İslam'da Men-i Müskirat(İslam'da İçki Yasağı) adlı risalesini, öncesinde yasak olan ancak cumhuriyetle birlikte mecliste alınan kararla serbest hatta ülke ekonomisine katkılarının gazete köşelerinden gündem edildiği ve toplumu kangren gibi sarmaya başladığı vasatta neşretmesi, ıslah temelli bir kaygıyı ve çabayı ifade eder. Avrupalılaştırma politikalarına karşı savunmacı, korumacı kaygılar içerisinde görürüz İskilipli Âtıf Hoca'yı. Toplum bu kaygıları taşıyan âlimlerini, kanaat önderlerini yitirince bir anlamda rehbersiz kaldı.
TÜRKİYE İSLAMCILARI VE ISLAH EKOLÜ
Kitabınızın önemli gördüğüm bölümlerinden biri de Türkiye'deki İslâmcıların ıslah ekolü ile bağlantılarına değinilen bölümü. Önce biraz zorlama olduğunu düşündüğüm bu bağlantıyı Mustafa Sabri'nin ifadelerini okuyunca biraz daha hak verdim. Bu konuyu biraz açar mısınız? Hangi konulardaki düşünceleri ortak, nerelerde farklılaşıyorlar?
Çalışmamızda Islah ekolüne ait düşüncelerin Mehmet Akif açısından ne kadar değerli olduğunu ve onu etkilediğini kendi yazılarından örneklerle ele almaya çalıştık. Elbette bunlar bizlerin ulaşabildiği verilerle ele alındı. Urvetu'l Vuska Teşkilatı ve dergisinin ömrü kısa da olsa İslam dünyasındaki etkisi çok büyük oldu. Mehmet Akif, Sebilürreşad'da Abduh'a ait otuz makalesini yayınlar. Cemaleddin Afgani ve Abduh hakkında ileri sürülen iddiaları da cevaplandırmaya çalışarak onlara ve düşüncelerine sahip çıkar.
Kendi ifadelerinde "...içimizde merhumu görmeyen çoksa da, sanırım işitmeyen, bilmeyen yoktur" der. Bu tespit Islah ekolüne ait öncülerin ve düşüncelerinin aşinalığına dair önemli bir ipucu içeriyor. Aynı şekilde Mustafa Sabri'nin de Menar'ın sahibi Reşid Rıza'dan alıntılar yaptığını, bazı düşüncelerine katılmamakla beraber onun meydanların kahraman savaşçısı olduğunu da dile getirir. Sebilürreşad, Beyanü'l Hak gibi mecmuaların yaygınlığını ve takip edilirliğini göz önünde bulundurduğumuzda, ıslah ekolünün gündeme getirdiği konuların ve düşünce yapısının da İslam fikriyatına önemli etki potansiyeline sahip olduğunu ifade edebiliriz. Ancak Takrir-i Sükûn kanunu ile başta Sebilürreşad'ın olduğu İslami neşriyatın sona ermesi ve Mehmet Akif, Mustafa Sabri'lerin Mısır'a sığınmaları, Eşref Edip'in İstiklal Mahkemelerinde yargılanması bahse konu ıslah ekolüne ait ana taşıyıcı unsurların da yitirilmesine neden oldu.
Fakat bu konuda kitabınızda yapmış olduğunuz okuma biçiminde biraz abartı var gibi. Yoksa bu manada ciddi bir etkileşim ve birikim olsa bu bir biçimde akacak kanal bulurdu...
Aslında bu sorunuzda üstteki bölümle ilintili bir cevabı içermekte. Yani ciddi etkileşim için yeterli zaman olmadı ve bahse konu irtibat kanalları da kesildi. Ancak bir takım kaygıların aktarıldığını, söylemin ve ifade biçimlerinin değiştiğini söylemek mümkün. Mehmet Akif'in kendisine tevdi edilen Kur'an'ın Türkçeleştirilmesi görevini yarıda bırakması ve Türkiye'yi terk etmesi bir savunma refleksi olarak okunabilir. Kalsaydı büyük olasılıkla o da İstiklal Mahkemelerinin hışmına uğrayabilirdi. Elmalılı Hamdi, tefsirini anlaşılması zor, ağır ve ağdalı bir dille kaleme alıyor. Bu da bir nevi savunma refleksi, tepkisi adeta. Yani 1925'lerden sonra despotik ortamda artık doğrudan bir sistem ya da Kemalizm eleştirisi görmek pek mümkün değil. Böylesi bir ortamda ıslah ekolüne ait düşüncelerin dillendirilmesi çok zor ancak kaygılar farklı dillerle ifade ediliyor.
Said Nursi de doğrudan sistem eleştirisi yapmak yerine siyasetin şeytanın işi olduğunu dile getiriyor. Bu değişimin en açık görüldüğü ilk dönem İslamcılardan biri de kuşkusuz Eşref Edip'tir. İkinci dönem Sebilürreşad'a baktığımızda ıslah ekolünün izleri yok denecek kadar az. CHP üzerinden egemenleri ve politikalarını eleştirdiğini görüyoruz. Kaygı taşıyanlar çoğunlukla kuşdili ile görüşlerini dile getirmek zorunda kalıyorlar.
Bununla birlikte kaygılar daha çok var olma çabaları üzerinde yoğunlaşıyor. Buna en önemli örnek de Süleyman Hilmi Tunahan'ın gizli gizli Kur'an talebe ve hafızları yetiştirmeye çalışması gibi.
Tekrar kitabın temel meselesine gelirsek: İskilipli Âtıf Hoca'yı idama götüren süreç nasıl oldu?
Şapka kanunu çıktıktan sonra, şapka hadiseleriyle ilgili bazı illerde baskınlar olur. Giresun'da Hafız Muharrem adlı kişinin evinde risale çıkar ve İskilipli Âtıf Hoca Giresun mahkemesine yüzleştirme için getirilir. Burada hadiselerle ilgisi olmadığına dair beraat ettirilir ama serbest bırakılmaz. Ankara'ya getirilişi ile birlikte, onun misyonu hususunda muhtemelen "yukarıdan" bilgilendirilen mahkeme heyeti bir gecede 'salben idam'ına karar verir. İstiklal Mahkemelerinde şifre ile bilgilendirme söz konusudur. Bu konudan Avni Doğan 'Kuruluş, Kurtuluş ve Sonrası' kitabında bahseder. Ankara'dan ikinci derece zevattan (muhtemelen İnönü'yü kastediyor) telgraflar ile direktifler alıyorduk, der. Bu konuda da böyle bir süreç işlediği tahmin edilebilir. Şunu kavramak gerek. İskilipli Âtıf Hoca gibi insanların geçmişte ne yaptıkları çok önemli değildir. "İnkılapların ruhu adına" işletildiği iddia edilen bu süreçte o an ve gelecek açısından oluşturdukları misyon ve "tehlike"dir aslolan. Çünkü İsmet İnönü'nün de Kazım Karabekir'e Lozan'dan sonra söylediği gibi; "Hocaları toptan kaldırmadıkça bu iş başarılamayacaktır". Ve sözlerin devamı şöyledir: "Bu işi şimdi yapmazsak, hiçbir zaman yapamayız." Yani Atıf Hoca, inkılaplar yoluyla işletileceği açıkça zikredilen bir projenin seçilmiş kurbanlarındandır.
İSKİLİPLİ ÂTIF HOCA SAVUNMA YAPMAKTAN VAZGEÇMEDİ
Peki İskilipli Âtıf Hoca'nın mahkemedeki savunması etrafında yaşanan gelişmeler neler? Bunlar sonraki eserlerde nasıl ele alınıyor?
O, iddia edildiği gibi Hz. Peygamberi rüyasında görüp savunma yapmaktan vazgeçmiş değildir. Bu anlatı, muhtemelen sevenleri tarafından sonradan üretilmiş bir hikayelendirmedir. İşin aslı, sekiz dokuz sayfalık bir savunma konuşması yapmıştır. Hatta bunun için birkaç günlük süre istemiştir ama mahkeme ertesi gün savunma vermesi hususunda emrivakide bulunmuştur. Bunları biz, Tahir'ul Mevlevî'nin "Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklal Mahkemeleri" kitabından öğreniyoruz. Zira İşaret yayınlarından çıkan Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtlar -1926- kitabında bu savunma yok. Bazı bölümler araştırmacıya eksiltilerek verilmiş. Tahir'ul Mevlevi'nin kitabı bu hususta başka birçok şeye de ışık tutuyor.
Tahir'ül Mevlevî'nin Matbuat Âlemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri adlı hatıratının İskilipli İskilipli Âtıf Hoca'ın idam ediliş sürecini anlamak bakımından önemi nedir?
Beraber yargılandıkları için pek çok hakikatin su yüzüne çıkmasına yardımcı oluyor. Mesela İskilipli Âtıf Hoca'nın yazdığı risaleden ötürü hukuksuzca, hukukun geriye doğru işletilerek, evrensel hukuk normlarını çiğnercesine yargılandığı hususu Kemalist tarihçiler, Yaşar Nuri Öztürk, İsmail Yakıt gibi bazı ilahiyatçı profesörler tarafından reddedilir. Oysa mahkeme kararındaki ifadeler çok açık olmakla birlikte Tahir'ul Mevlevi de kitabında aralarında geçen bir diyalogu aktarır. Tahir'ul Mevlevi Hoca'ya "ne düşünüyorsun?" diye sorar. Hoca, olaylarla ilgili hiçbir delil bulunmadığını aktardıktan sonra kurtulmayı ümit ettiğini söyler. "Peki benim hakkımda ne düşünüyorsun?" diye sorduğunda ise; "Ben bu risaleyi yazdığım halde umutvar isem, sen bunu hakkı sarihin bilmelisin" diye cevap verir. Yani sorgulanma ve yargılanma sebebine açıkça vurgu yapar. Bu ve benzeri hususların aydınlatılması açısından Mevlevi'nin hatıratı önemlidir. İyi ki oğlu kendisine bu konuda şiddetli tavsiyelerde bulunmuş, yoksa bunlar tarihin karanlık dehlizlerinde yok olup gidecekti. Onun kitabı tutuklu bulunduğu dönemde bir takım şapka mağdurlarıyla ilgili de ilginç bilgiler içerir.
İskilipli Âtıf Hoca'nın Teal-i İslâm Cemiyeti ile ilişkisi ne düzeyde?
Kurucusu ve başkanı.
TEAL-İ İSLÂM CEMİYETİ
Peki bu cemiyete mal edilen beyannamenin mahiyeti ve bu süreçte yapılan tartışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yunan uçaklarından Milli Mücadele aleyhine atıldığı iddia edilen beyanname cemiyete ait değildir. Yine Tahir'ul Mevlevi bunu hatıratında uzun uzun anlatır. Hatta kendilerine zorla mühürletilmek istenen bu beyannameyi reddettiklerinden ötürü Ziraat vekaletindeki görevinden azledildiğinden de bahseder. İskilipli Âtıf Hoca, cemiyet adına İtilafçıların gazetesi olan İkdam'da yayınlanan bu beyannameyi, iki gün sonra Milli Mücadelecilerin gazetesi olan Vakit'te tekzip eder. Ve o derece zeki ve ileri görüşlü bir insandır ki, olur a gün gelip bu mesele karşısına çıkartılır diye, tekzibname makbuzunu saklar. Ve hakikaten de mahkemede bu konu önüne getirildiğinde makbuzu çıkartır gösterir. Ancak zaten hukukçu da olmayan, asker kökenli milletvekilleri olan mahkemedeki despotlar onu yalancılık ve kendisini kurtarmaya çalışmakla itham ederler. Kel Ali'nin kendisine hakaretleri tarihi kayıtlarda da vardır. Hem zabıtlarda, hem de onun bağırışlarını "Suyu Arayan Adam"da kayda geçiren Şevket Süreyya'nın aktarımlarında. Aynı aktarımlarda, mahkemelerde yolunu şaşıranlar, ayakları titreyenlerden bahseden Süreyya, Hoca'nın ne kadar da metanetli ve sakin olduğundan bahseder. Zaten Ali Haydar Efendi de onunla ilgili olarak "Biz ruhsatla hareket ettik, o ise azimetle; O kazandı, biz kaybettik" diyerek hayıflanır.
Özcesi, İngilizlerin baskısıyla yayınlatılan bu beyannamenin ne cemiyetle, ne İskilipli Âtıf Hoca ile bir ilgisi yoktur. Kemalist tarihçilerin aktarmayı bile-isteye, ideolojik olarak tercih ettiklerinin aksine davranmıştır. Bundaki en önemli saikin ise, İngilizlerin politikalarının halkın lehine baltalanması çabası olduğunu düşünmek gerek.
Bülent Gökgöz-Bahadır Kurbanoğlu, İskilipli Atıf Hoca -İstiklal Mahkemeleri'nin Tarihi Misyonu ve Şapka İnkılabı, Ekin Yayınları, 2013.
Dünya Bülteni - Asım Öz
HABERE YORUM KAT