Atatürk’üm, Anıtkabir’im, Gecikmiş Sevdam
Dostluğun da düşmanlığın da son derece iğreti olduğu, siyasal ve toplumsal kimliklerde yumuşak geçişkenliklerden çok takiyyenin egemen olduğu tuhaf bir çelişkiler dönemdeyiz. En temel değerler başta olmak üzere hemen her şey konjonktürel ve kısa vadeli hesaplara göre tanzim ediliyor. Oynadığı rolü benimsemek gibi bir mecburiyeti yok kimsenin. Bilakis yapmacık tavırlar ve suni söylemler prim yapıyor, hakiki duruşlar ve içten söylemler fena halde radikalizm sayılıyor. Samimiyetin zarar verdiği, riyakârlığın ise kazanç getirdiğine dönük kesin bir inanç var piyasada. Neye ve kime yakın, neye ve kime uzak durulacağını parametresi sürekli değişen piyasa belirliyor.
Yıllar yılı ulusal gün ve bayramların, askeri nizamda sürüp giden törenlerin bir türlü kuşatamadığı geniş kitleler nihayet son birkaç dönemdir Atatürk sevgisiyle uçuşa geçmiş, Anıtkabir özlemiyle tutuşup yanmaya başlamış durumda. Tek Adam’ın ve Ulusal Türbe’nin her geçen gün yeni bir kerameti keşfediliyor, bütün dertlere deva bir yönü bulunuyor. Tek Adam hüküm sürdüğü Tek Parti döneminde bile bu kadar ilgi ve coşkuya mazhar olamamıştı. Olamamıştı çünkü en yakın dostlarından başlamak üzere bütün bir toplum için tarifi çok zor bir korku ve endişe kaynağıydı. Öyle ya; bu coşku ve ilgiyi yaşarken görmüş olsaydı İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûn gibi despotik müesseseler, jandarma dipçiği gibi teamüller üzerine kurulu Tek Parti Rejimi’nde neden ısrar etsindi ki! Kim ister uluslararası literatürde tiran diye anılmayı, diktatör diye tanınmayı!
Muhafazakâr Demokrasiye Kemalizm Takviyesi
Anayasa ve Partiler Kanunu icabı Türkiye’de kurulan her siyasi parti Atatürkçü olmak, Atatürk ilke ve inkılaplarına hizmet etmek zorundadır. Atatürkçülüğü benimsemeyen veya Atatürkçülüğe karşı mücadele etmeye kalkan partilere Yargıtay Başsavcılığı ve Anayasa Mahkemesi marifetiyle ülke dar edilir, kadrosuyla tabelasıyla partiler mezarlığına gömülürler derhal. Merak eden Terakkiperver Cumhuriyet Fırka’dan Refah ve Fazilet Partisi’ne kadar yaşanan tecrübelere ibret nazarıyla bakabilir.
Her siyasi teşekkül, teşkilat ve liderlik kendi meşrebine uygun bir Atatürkçülük ve Kemalizm rotası takip etmek zorundadır. Seçime girmenin, iktidara oynamanın gerek şartı budur. Özde Atatürkçü olamayanların sözde Atatürkçülüğü de bir yere kadar makbul sayılır. Milli Selamet, Refah ve Fazilet’in ardından kurulan Saadet Partisi ve AK Parti de bu mengene tarafından sıkıştırılıp ezildi. Milli Görüş gömleği malum giyotinin gölgesinde gönülsüzce çıkarıldı. Cumhuriyet Yürüyüşleri ve 27 Nisan e-Muhtırası’ndan 15 Temmuz’a uzanan süreçte atlatılan büyük badirelere değin o giyotinin gölgesi hep siyasetçinin ensesindeydi.
AK Parti kimi açık kimi kapalı beyan ve pratikleriyle özellikle 28 Şubat sürecinde koyulaşan Kemalist vesayetten kurtuluşun reçetesini halka takdim etti. Yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluk üzerinde yükselen bürokratik oligarşiye karşı muhafazakâr demokrasinin çizdiği yol haritasında temel hak ve özgürlüklerin olabildiğince genişletilmesi, refah düzeyinin yükseltilmesi öncelikli hedef sayılıyordu. Yolsuzluk ve mafyayla mücadele Ergenekon ve Balyoz davaları üzerinden askeri cuntayla mücadeleye evrildi. Fethullahçı cuntanın usulsüz ve barbarca hırslarıyla ifsad ettiği bu davalar Türkiye’de hükümeti de toplumu da hiç olmayacak septik davranışlara itekledi. Ancak asıl ifsad 15 Temmuz darbesiyle kendini gösterdi. Bu süreç en geniş toplum kesimlerinin desteğine rağmen gereğince değerlendirilemedi ve eski devletçi, ulusalcı ve bürokratik teamüllere sıkı sıkıya sarılmak çare olur sanıldı. Artık MHP’yle girilen ittifak üzerinden muhafazakâr demokrasi çizgisi gittikçe artan bir biçimde Ata/Türkçü söylem, sembol ve pratiklerle harmanlanmaya başladı.
Aranan Fabrika Ayarları Anıtkabir’de Değil
AK Parti en güçlü olduğu, en geniş toplumsal desteği yakaladığı bir vasatta siyasal ittifak ile ideolojik ittifakı karıştırmanın sıkıntısını yaşamaya başladı. Temel hak ve özgürlüklere yapılan vurguların zayıflayıp devletin kudretine yapılan vurguların güçlendiği bir iklim egemen oldukça referans olarak Atatürk ve Atatürk döneminin öne çıkarılış kat sayısı arttı. Gün oldu Atatürk’ün başkanlık sistemi arzusunu engelleyen ihanet odakları kınandı gün oldu Atatürk’ün ülkeyi parlamentoya kulak asmadan yönettiğine dönük sitayiş ve özlemler kamuoyuna taşındı. Esasen bunlar olurken AK Parti kendi içinde metal yorgunluğu başta olmak üzere bir dizi zaafı, çarpıklığı ve şaşkınlığı nasıl gidereceğine dair arayışlar içerisindeydi.
Metal yorgunluğunun nasıl giderileceği sorusu İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirler elden çıkınca daha acil bir gündem oldu. Ne var ki, MHP ile girilen Türkçülük yarışı CHP’yle girilen Atatürkçülük yarışına kolayca zemin hazırladı. Bir taraftan partinin kurucu kadroları yeni parti arayışlarıyla kamuoyu gündemine geliyor diğer taraftan muhafazakâr Kemalizm gibi bir ucubenin sembol ve pratikleri piyasaya sürülüyordu. Atatürk’ü rahmet ve minnetle anmak gibi nevzuhur ve fakat temelsiz tutumlar, Anıtkabir’e çıkarma yapan tesettürlü kadrolar, mozole önünde Fatiha okumaya kadar varan riyakârlıklar gidişatın hiç de hayra alamet olmadığını gösteriyordu. Son derece komik ancak Atatürkçü muhafazakârlık, muhafazakâr hatta dindar bir Kemalizm inşa ederek toplumsal meşruiyetin perçinleneceği gibi ütopyalar sahne alabiliyordu.
Hiç büyümeyen, sürekli vesayete muhtaç bir toplum modeli öngören Kemalizm nihayet bu yıl 29 Ekim ve 10 Kasım törenlerinde muhafazakâr demokrat kadroları da ipotek altına almış gibi bir manzara çıktı karşımıza. Sadece siyasi kadrolar değil başta bürokrasi, medya, sivil toplum ve akademi olmak üzere sel gibi bir kitle en yukarıdan verilen birkaç işaretle Atatürk’ün kerametlerini, Kemalizmin faziletlerini keşfetti bu süreçte. Kolay değil, en ciddi tartışma programlarında uzman hukukçular, profesyonel yöneticiler “CHP mi Atatürkçü, AK Parti mi?” sorusuna cevap arıyorlardı artık. Sıkıntıları gidermek, davayı zorluk zamanlarında sırtlamak üzere aranan Ömerleri, Haticeleri bulmak için en alakasız yola, Anıtkabir güzergâhına düşülmüştü. Ancak herkes dilini yutmuş gibiydi. Peki, bu durumda dostlarımıza, kardeşlerimize “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak / Haykırsam kollarımı makas gibi açarak” diye kim haykıracak?
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT