Atatürk'le Yüzleşmek - 6
Devrimlerin hararetli savunucularından yazar Şevket Süreyya aydemir “İnkılabımızı oturtmaya ve Atatürk’ü putlaştırmaya mecburduk. Ama şimdi size ifade edeyim kitabımda da yazdım kahraman putlaştığı zaman ölür” diyor.1
Put sevici Şevket Süreyya gençliğinde iflah olmaz bir Komünist iken 1925 yılında tutuklanarak Afyon cezaevine konulur. Şevket Süreyya Aydemir Komünizm için yattığı 1,5 yılın ardından hidayet bulup Kemalizm dinine dahil olan ilk dönem döneklerindendir.
Efsane üreticiliğinin öncü isimlerinden Aydemir’in bu itirafı M. Kemal’in ölümünden yıllar sonra gelmiştir. Oysa Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak dolu dizgin yürütülen putlaştırma faaliyetlerinin göbeğinde bir ismin bu itirafı yaparken geride bıraktığı enkazı da görebilmesi gerekirdi. Katledilen yüzbinlerce can, yok sayılmış koca bir tarih, kökünden en dipten biçilmiş kadim bir kültür ve köksüzleştirilip yalnızca bir ikonla kendini ifade eden bir nesil. Bunlar, şahsı yaşarken ilahlaştırma yolunda feda edilenlerden sadece bir kısmıydı. Geleneksel değerlere topyekûn cephe alınıp küfredilen bu dönem tüm zamanların en büyük ‘uydurmalarının’ da M. Kemal ismi etrafında hayat bulduğu bir zaman dilimidir. Övgüde kıyasıya yarışmak ve övücülükte literal sınır tanımama sadece bu dönemin besili dalkavuklarının işiydi.
Ve amaç hâsıl oldu…
Bütün her şeyin ekseninde cereyan ettiği bir tanrı insan tipi Ankara (cumhuriyet) genelinde ve Çankaya (sofra) özelinde imal edildi. Çok geçmeden de bu mavi gözlü dev yüce yaratıcılığa (!) terfi ettirildi.
Hiç şüphesiz bütün kutsallarını hayatından kovan Osmanlı (Jöntürk - İttihatçı) bakiyesi genç Türkiye Cumhuriyetinin piyonları, bir yolunu bulup öyle ya da böyle bir tanrı - kahraman üreteceklerdi. Piyango ise Gazi M. Kemal’e çıktı.
1922 yılında sofra etrafında şekilleneceği belli olan bu putlaştırma sürecine kurtuluş savaşına katılan kadronun (paşalar ve aydınlar) önemli isimleri mesafeli durmaktaydı. Yağmacı menfaatperestler ise hiç vakit kaybetmeden kuşatmıştı sofrayı. Çok geçmeden de kazanımlarda ve kahramanlıkta pay sahibi olanlar bir bir tasfiye edilerek tek adamlı ve tek adaylı bir efsane-tanrı operasyonuna başlandı.
Savaş meydanlarında adları ve icraatları ile var olanlara yeni dönemde Çankaya sofralarında ve meclis sıralarında yer verilmemişti. Ve elbette bu bilinçli bir tercihti. Ardından da bu isimler çeşitli hilelerle topyekûn tardedildiler.
“Gazi şimdi Çankaya’da yanında içki arkadaşları, geçici kadınları, entelektüel gazeteciler grubu, uysal vekilleri ve ismet paşa ile yalnızdı. Eline diktatörce yetkiler geçirip muhalefeti sindirdiğinden beri eski arkadaşları sofrasına pek uğramaz olmuşlardı.”2
Bir diğer konuda başlarda oldukça cılız bir değini olan baba Ali Rıza Efendi mevzuudur. Bu durum esasında Kemalistlerin o dönem en netameli konularından birisiydi. Ali Rıza Bey ve babalık hadisesi tüm sisli yanlarına rağmen rejimin yerleşmesi ile ve belirli bir süreçte tek seçenek olma özelliği kazanmıştır.
Oysa Falih Rıfkı, ‘Çankaya’ isimli eserinde M. Kemal’in ‘bu adam bizim peder değil’ dediğini nakleder.3
Bilgi köreltmek ve saptırmakta mahirleşen cumhuriyet aydınları bir yığın hakikati katletmekte gösterdiği başarıyı bu alanda da ustaca icra etmiştir.
Kemalist kalem erbabı zatlar buradaki (bu bizim peder değil) ifadesini sadece resme indirgeyerek açıklama yoluna gitmekteler. Manipülasyon üstatlarının ısrarı ile M. Kemal bu bizim peder değildir dese de, Ali Rıza adını hiç anmasa da efsane bu temelde bir dayatı ile devam etmiştir. Ve etmektedir. Gerçekten de böyle bir şahsın yaşayıp yaşamadığı bile bilinmemektedir. Ortada Ali Rıza Bey diye dolaşan resimlerin kime ait olduğu ise bugünde halen ciddi bir soru işaretidir.
Yine 1923’ten 1938’e dek Atatürk’ün yanından hiç ayrılmayan hizmetlisi Cemal Granda’ya,
-‘Ben babamı tanımıyorum’ diyen kişi Mustafa Kemal’dir.4
Oysa 1888 yılında öldüğü yazılan Ali Rıza Efendi’nin vefatında M. Kemal 8 yaşında idi. O yaşlarda bir çocuk nasıl olurda babasını tanımaz? Eğer Ali Rıza Efendi diye biri var ise Mustafa Kemal için tanımama durumu söz konusu olabilir miydi?
Tasarılarına uyan bir Ali Rıza Efendi imal etmek Kemalistler için hiçte kolay olmamıştır.
Çayağzı (Papazderesi) bölgesinde gümrük memuru olarak konumlandırdıkları bu hayali kişiliği aynı zamanda kereste tüccarı yaptılar. Yani korumak zorunda olduğu ormanları Selanik’te Cafer isimli bir ortakla yağmalayan kişi durumuna düşen bir Ali Rıza Bey gerçeği de var ortada. Aynı anda Rüsumat, evkaf memuriyeti yaptırılan da yine Ali Rıza Efendi’dir.
Kendisi hakkında uzlaşılamayan bu Ali Rıza Efendi meselesi sülalenin diğer fertleri içinde tartışma konusu olagelmiştir.
En muteber kaynaklardan sayılan Şevket Süreyya Aydemir, ‘Kırmızı Hafız’ı Ali Rıza Bey'in amcası yaparken5, Prof. Şerafettin Turan, babası yapmaktadır6. Yine Prof. Turan, Atatürk doğduğunda babasının Evkaf idaresinde çalıştığını yazarken,7Erol Mütercimler kereste tüccarlığı yaptığını iddia etmektedir.8
Tarihi bir olayın sistematik tetkiki, hiç şüphesiz oluştan başlayan bir takiple sona doğru yapılabilir. Ancak M. Kemal’ciler hiçbir ahlaki teamül gözetmeden her şeyi sonuçtan başlayarak oluşa doğru dizayn etmekte beis görmediler. Daha açık ve dönem ifadesiyle ATA’larının “Ben yapayım siz kitaba yazarsınız”9 ilkesini biz her şeyi ‘kılıfına uydururuz’ olarak tatbik edegeldiler. Başlarda milleti yok olmaktan kurtaran savaş kahramanı M. Kemal olgusu kısa sürede baş döndüren bir hızla yoktan var eden kutsal ilaha dönüşmüştü. O’nun her işi ve sözü bin bir hikmet taşıyan mucize hükmündeydi. M. Kemal’in kadeh tutuşundaki tanrısal asalet (!) dönemin kıdemli dalkavuğu Yakup Kadri’nin satırlarına bakınız nasıl yansıyordu.
“Atatürk’ün sefahatlarında, Atatürk’ün kötü iptilâlarında bile Homerik bir destan rüzgârı vardı. İçki sofrasında elini her kadehine uzatışı, Tanrılar Tanrısı Zeus’un altın kupalar içinde kevser şarabı dağıtışını andırırdı ve riyaset (başkanlık) ettiği cümbüşler, gerek Çankaya köşkünün samimî havası, gerek Dolmabahçe sarayının ihtişamlı dekoru içinde ve gerekse herhangi bir dost evinin mütevazı çatısı altında olsun: daima Olempus tepesindeki “bezm’ler gibi zaman ve mekân mikyasının(ölçüsünün) dışına taşardı. Bilmiyoruz. Mevlânâ’yı kendinden geçiren şarkılar ve rakslar ne cinstendi? Fakat. Atatürk’ün her biri bir mistik tarikatın ‘âyin’inden farksız muhabbet meclislerinden ruhlarımız “cuşiş”(coşarak kendinden geçme) denilen halin en yüksek mertebesine ermiş olarak çıkardık.”10
Atatürk’ün sofrasında içilen içkinin miktarını da ele veren bir vesikadır Yakup Kadri’ye bu satırları yazdıran. Zira yeryüzünde hiçbir ayık zihin ve körelmemiş vicdan bu satırları yazmaya izin veremez. Atatürk’ün meclislerinde bu adamlar ne yediler ne içtiler de O’nun hatalarında bile tanrısal asalet keşfettiler. Onları bu kadar coşturan iksir ne olmuştur?
Yine dönemin hatırı sayılır yazar dalkavuklarından ‘Tek Adam’ın müellifi şevket Süreyya:, “Efendiler! Milli hakimiyet öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir. Taçlar ve tahtlar yanar mahvolur. Milletin esareti üstünde kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdur.” diyen Mustafa Kemal’in nutku karşısında kendinden geçerek şunları söylüyor; “Bu hitap tanrısal bir müjde gibi, bütün mazlum ülkelerin semalarında uğuldamış, dalgalanmış olmalıdır. Çünkü o devirde bu ülkelerin halkları tanrının melekûtundan da ancak böyle bir seslenme bekleyebilirlerdi”.11
Daha sonraları pişman oldum dediği put üretme sürecinin seçkin örneklerinden birisiydi burada yer verdiğimiz. “Tek Adam” ismi ile kitap yazdığı halde ‘Tek Adam’ rejimine demokrasi methiyeleri düzmek yine bu şahsın maharetidir. Tek adam rejimine ‘dikta’, başındaki tek adama ‘zorba’ diyemeyen bu ve benzeri zavallılar hayatları boyunca Osmanlı ve istibdat eleştirisinden de vazgeçmemişlerdir. Ve yine aynı Şahıslar Atatürk’e yakıştırılan despotizmi (tek adamlık) Osmanlı sultanlarına çok görmekteydiler.
______________________________
1- Bir başka açıdan Kemalizm, Abdurrahman Dilipak, Beyan Yayınları, 1988, sf. 387
2- Atatürk, Lord Kinross, sf. 494
3- Çankaya, Falih Rıfkı Atay, sf. 18
4- Atatürk’ün Uşağı İdim, Cemal Granda, sf. 27
5- Tek Adam, Şevket Süreyya Aydemir, 1. Cilt, 1969, sf. 31
6- Kendine Özgü Bir Yaşam, Şerafettin Turan, 2004, sf. 20
7- Kendine Özgü Bir Yaşam, Şerafettin Turan, 2004, sf. 20
8- Fikrimizin Rehberi, Erol mütercimler, 2009, sf. 39
9- Atatürk'ten Hatıralar, Afet İnan, TTK Basımevi, Ankara, 1950
10- Atatürk, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İstanbul, Birikim Yayınları, 1981, sf. 121-122
11- Tek Adam, Şevket Süreyya Aydemir, 3. Cilt, 1969, sf. 187
YAZIYA YORUM KAT