1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Atatürk kültü ritüelleri, otoriter bir iktidar konsolidasyonu sürecinin parçasıdır!
Atatürk kültü ritüelleri, otoriter bir iktidar konsolidasyonu sürecinin parçasıdır!

Atatürk kültü ritüelleri, otoriter bir iktidar konsolidasyonu sürecinin parçasıdır!

Ahmet Yıldız, Atatürk kültü üzerinden inşa edilmeye çalışılan siyasal dilin mahiyeti hakkında önemli değinilerde bulunuyor.

09 Kasım 2022 Çarşamba 16:30A+A-

HAKSÖZ HABER

Bilhassa 10 Kasım başta olmak Mustafa Kemal “Atatürk”ü, resmî tarih ve resmî ideolojiyi muhafazakâr ve dindar perspektifle topluma takdim etme konusunda siyasetin en üst kademesinden başlamak üzere bir dizi ‘açılım’lar, söylevler, demeçler, ritüeller, etkinlikler icra ediliyor. Atatürk ve Atatürkçülük üzerinden Türkiye siyasetine yeni bir rota belirlendiği yönünde kaygılara ve tartışmalara yol açan süreç hakkında Haksöz Dergisi'nin Aralık 2017 tarihinde Doç. Dr. Ahmet Yıldız ile gerçekleştirilen röportajı ilginize sunuyoruz.


Doç. Dr. Ahmet Yıldız / HAKSÖZ DERGİSİ

Atatürk kültü ritüelleri, otoriter bir iktidar konsolidasyonu sürecinin parçasıdır!

Türkiye’de resmi ideolojinin kurucu ayağı olarak Kemalizm, bir gerilim olarak unutulmaya yüz tuttu, gündemden düştü derken bugünlerde neden tekrar gündeme geldi?

Kemalizm, bu defa, laiklik ya da muasır medeniyet söylemi üzerinden değil Atatürk kültü üzerinden gündeme geldi. Kemalist ideolojinin en belirgin vasıflarından birisi bir “ulu önder” ideolojisi olmasıdır. “Atatürk” nitelemesi, seküler mistik bir ifade olarak bunun en açık yansımalarından biridir. Cumhurbaşkanlığı sisteminin siyasi aktör olarak partiden çok kişiyi öne çıkaran niteliği, AK Parti’nin Cumhurbaşkanı’nın karizmatik liderliğine dayalı yeniden yapılanması sürecinde, iktidar konsolidasyonunun devlet ayağına dönük olarak yine “emredici karizmaya” dayalı Atatürk kültü üzerinden  “araçsal ve işlevsel” bir inisiyatifte yansıma buldu. 10 Kasım vesile kılınarak Atatürk’ün karizmaya dayalı otoritesini pekiştirmeyi hedefleyen ritüellere bağlılığın yüksek perdeden vurgulanması ve bunun “toplumsallaştırılması”, Milli Mücadeledeki liderlik rolü üzerinden Atatürk’ün  “kurtarıcılık” misyonuna gönderme yapılırken, bugün yürütülen beka endeksli iç ve dış politikanın yine “emredici karizmaya” sahip bir lider etrafında kenetlenerek başarıya ulaştırılabileceği mesajı verilmiş oldu. Bu da “muhafazakâr Atatürkçülüğün” halk algısını etkilemeye dönük tarafını oluşturdu. Bu siyasetin, muhtemelen amaçlanmayan, yan çıktısı ise bugüne kadar Atatürk kültüne uzak duran muhafazakâr-dindar kitleler nezdinde buna meşruiyet atfeden bir bakış açısının kolayca alıcı bulması oldu.

Kemalizm’in diğer jakoben ideolojilerle paylaştığı ortak yönler nelerdir?

Bütün jakoben ideolojiler elitisttir; lider ya da partinin karizmatik otoritesini esas alır. Komünizm bu ikisini birleştirdi. Joseph Stalin hem öncü parti olarak komünist partiyi mutlaklaştırdı hem de kendi liderliğini aşkınlaştırdı. Hitler, Nazi Partisi’ni aşan, kendisini halkın aşkın iradesi olarak sunan iman konusu bir liderliği temsil ediyordu. Bu yüzden o Führer’di. Mussolini de Duçe olarak müttehit milletin çelik iradesiydi. Atatürk de milletin bizatihi kendisinin teşahhusuydu, bu yüzden bir kişi olmaktan çok bir “ilke” idi. PKK’nin, lideri Öcalan için “irademiz” nitelemesini kullanması da bu yönelimin bir tezahürüdür. Stefan Plaggenborg’un Kemalist Türkiye, Faşist İtalya ve Sosyalist Rusya’yı karşılaştırdığı “Tarihe Emretmek” isimli çalışması bu ideolojilerin lider kültüne dayalı niteliklerini anlamak için önerebileceğim değerli bir çalışmadır.

Mustafa Armağan Atatürk’e hakaretten ceza aldı. Bir tarih dergisinde tarihî bir vesikanın yayınlanmasının cezalandırılmasına yönelik ciddi denilebilecek bir tepki de oluşmadı. Bunu neye bağlıyorsunuz? Bu noktada -dünden bugüne- 5816 Sayılı Koruma Kanununun varlığını nasıl anlamak gerekir?

Atatürk, siyaset dışına daha doğrusu üstüne taşınan ve kutsallaştırılan bir figür. Atatürk’ün şahsı ve onun etrafında geliştirilen seküler mistisizme dokunulmadan bir ideoloji olarak Kemalizm’in sorgulanması, demokratikleşme sürecinde mümkün ve normal hale geldi. Demokrasimizin tüm toplumu kuşatan ortak değerler ve kurumlar üretmedeki nisbî başarısızlığı, Atatürk mistisizmini bir “ortak değer” olarak inşa etme eğilimini güçlendirdi. Cumhurbaşkanlığı sistemi ve beka siyasetinin gerekleri üzerinden muhafazakâr siyaset de buna eklemlendi. Dolayısıyla toplumumuz Atatürk’e hata ya da eksiklik izafe edilmesinden, ona fani bir siyasetçi muamelesi yapılmasından hoşlanmıyor.

“Atatürk’ü sevmeyi milli bir ibadet” olarak kabul eden Bayarcı siyasi çizginin bakiyesi olan 5816 Sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu, karizmayı yasallaştırmanın ve siyasi vesayetin kurumsal ifadelerinden biri. Hukuk devletinin yasalar karşısında eşitlik ilkesiyle açık bir çatışma içinde. AB’ye katılım sürecinin aktif olduğu dönemlerde yayınlanan AB Türkiye İlerleme Raporlarının standart atıflarından biri 5816’nın kaldırılmasıydı. Mevcut konjonktürde, ana akım siyaset alanında 5816’ya itiraz edecek bir irade kalmadı. Bu yüzden, 5816’yı gündemleştirecek inisiyatifler “oyunbozan” muamelesi görüyor ve en yumuşak tepki “kayıtsızlık” olarak tezahür ediyor.

Atatürk, Atatürkçülük, 10 Kasım, Anıtkabir kültü vb tartışmaların muhafazakâr, dindar ve İslamcı çevrelerdeki yansımalarını nasıl gördünüz? Atatürk ve Atatürkçülüğün ortak değer olarak tanımlanması, daha bir yoğunlaştırılan Anıtkabir ziyaretleri, bir imam hatip lisesinde başörtülü kız öğrencilerle Atatürkçülük mizansenlerinin tertipletilmesi nasıl bir çözüm arayışını işaretliyor?

Sultan Abdulhamid, 1876 yılında tahta çıktığında ilmiye sınıfına ilişkin tutumu iki saikle şekillenmişti: 1) Sultan Abdulaziz, bu sınıfın başı olan Şeyhülislam Hasan Hayrullah’ın hal’ fetvasıyla tahttan indirilmişti. 2) Medrese öğrencileri nümayişlere katılarak bu süreci desteklemişti. Dolayısıyla Abdulhamid’in medreseye dönük politikası, ilkesel kaygılar değil doğrudan kendi iktidarının konsolidasyon ihtiyacı üzerinden belirlenmişti. 2017 10 Kasım’ında “muhafazakâr mahallede” ortaya çıkan Atatürk kültü ritüelleri, lider kültü etrafında biçimlendirilen otoriter bir iktidar konsolidasyonu sürecinin parçasıdır ve ahlaki ya da ideolojik tonlaması oldukça zayıftır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti yöneticilerinin Atatürk vurgusunda 15 Temmuz sonrasında ortaya çıkan siyasal-sosyal tablonun rolü ne derece söz konusu?

FETÖ’nün vurucu gücünü oluşturduğu 15 Temmuz darbe girişimi, dinî cemaatlere olan sivil ve siyasi güveni sıfırlarken aynı zamanda bu yapıların depolitizasyonunu ve siyasi liderliğe mutlak olarak itaat ettirilmesini tahkim eden bir sonuç üretti. Muhafazakâr siyasetin iktidar zemininde ortaya çıkan bu durum, seküler iktidar bloğunu “alacaklı” hale getirdi. “Mütedeyyinler”in devletine, milletine bağlı iyi vatandaşlar olduğu tezini hırpaladı. İktidarın “halk tabanı” ayağında ortaya çıkan bu büyük yarılma, iktidarın “devlet” ayağındaki seküler kesimin yatıştırılması ihtiyacını da beraberinde getirdi. Yerinden oynayan taşların büyüklüğü, beka siyasetinin tehdit algılamaları ile birleşince, devlet katında safları sıklaştırmanın vesilelerinden biri muhafazakâr siyasetin Atatürk’e biati oldu.

Atatürk’ü Atatürkçülükten, Mustafa Kemal’i Kemalizm’den ve bütün bunları askerî vesayet ve bürokratik oligarşi geleneğinden ayrıştırmak mümkün olabilir mi?

Açıktır ki böyle bir şey olgusal olarak ve fikrî planda mümkün değil. Doktora çalışmamda tam da bu nokta üzerinden müdahaleye maruz kalmıştım. Jürinin bilgisi ve rızası dışında benden, tezimde ileri sürdüğüm görüşleri Atatürk’e değil onun çevresine atfetmem istenmişti. Vesayet anlayışı Kemalizm’e içkindir; Kemalizm de gücünü ve meşruiyetini büyük ölçüde “Milli Mücadelenin muzaffer kumandanı”olarak Mustafa Kemal Paşa’dan alır. Reformist Atatürk de otoritesini önemli ölçüde ona borçludur. Bütün askerî darbeler Kemalizm’in bir türünün restorasyonunu sağlamaya dönüktür.

Bu tartışmalarla, Müslüman dindar kitlelerin zihinsel bir laikleşmeye ve eski vesayet sistemine kaymaya doğru gittiğini düşünüyor musunuz?

Mehdicilik kurtarıcılık beklentisinin dinî formudur. Bunun siyasal alandaki karşılığı İslam cemaatinin katılım ve murakabesine dayalı bir yönetim anlayışı yerine lider kültünün ikame edilmesidir. Karizmaya dayalı lider kültü denetlenebilir bir niteliğe sahip değildir; aşkınlık bu karizmanın zati bir bileşenidir. Şia’nın masum imam anlayışı da buna benzerdir. Bu tartışmalar muhafazakâr tas içinde otoriter Kemalist anlayışın avdetini normalleştiren bir yönelimi işaretliyor. Atatürk’ün karizmatik otoritesinin muhafazakâr yeniden üretimi, biçim olarak vesayeti tebriye ederken, “içerik” olarak da onunla barışmayı ima ediyor.

Türkiye’de laiklik, cumhuriyet, Kemalizm tartışmaları neredeyse Birinci Meclis’ten bu yana hiç bitmedi. Türkiye’nin bu gerilimden kurtulması mümkün mü?

Türkiye, vesayet yerine siyasal toplumun rüştünü kabul ettiğinde ve demokratik süreçleri siyasete hâkim kıldığında “milli irade”nin hem hukuk devletini hem de “milli rıza”yı içerdiğini fark edecektir. Kemalizm tramvayı, hangi renge bürünürse bürünsün, demokrasi durağına uğramaz. Demokrasi, hukuk devleti ve hür ve adil seçimler üzerinden cumhuriyeti de laikliği de önemli ölçüde demokratikleştirdi; bu süreç inkıtalara uğrasa bile devam edecektir.

***

Doç. Dr. Ahmet Yıldız

Siyaset bilimci. 1966 Diyarbakır doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Bilkent Üniversitesi’nden master ve doktora derecelerini aldı. 2006 yılında Siyasal Düşünceler ve Akımlar alanında doçent oldu. Başkent Üniversitesi’nde Batı siyasal ve toplumsal düşünceler tarihi ile karşılaştırmalı politika dersleri okuttu. Halen Türkiye siyasi hayatı ve Kemalist ulusçuluk üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. 

KİTAPLARI:

Ne Mutlu Türküm Diyebilene / Türk Ulusal Kimliğinin Etno-Seküler Sınırları (1919-1938), İletişim Yayınları, 2004

İktidar Her Şey Değildir, Karakalem Yayınları, 2005

Ulus Devletin Bunalımı Federalizm ve Kürt Meselesi, Etkileşim Yayınları, 2010

Cumhuriyetin Demokrasiyle İmtihanı, Etkileşim Yayınları, 2012

Kemalizmin İki Yüzü, Etkileşim Yayınları, 2014

 

HABERE YORUM KAT

2 Yorum