Atatürk İçin Yapılanlar ve Korelilerin Yaptığı
Kuzey Korelilere güleriz de bakmayız halimize! 72 sene olmuş, öleli. Ama sanki daha dünmüş gibi, dokuzu beş geçe zınk diye durabiliyor hayat.
Kuzey Kore lideri Kim Jong-il’in ölümünden sonra ekranlara yansıyan yas görüntüleri, dövünmeler tüm dünyayı şaşırttı şaşırtmasına ama Türkiye’nin şaşırmasına anlam vermek zor. Mustafa Kemal Atatürk için ölümünden 72 yıl geçmesine rağmen hala devam eden ritüeller çok mu farklı? Bilakis Korelileri bile yaya bırakacak türden.
Taraf’taki köşesinde Namık Çınar, oldukça güzel bir kıyas yapmış:
Korelinin gözündeki çöp, sendeki mertek
Namık Çınar / Taraf
Devlet Başkanları ölen Kuzey Korelilerin tv’lere yansıyan haberlerini izlerken, ne yalan söyleyeyim, doğrusu o görüntüler hiç de yabancı gelmediler bana. Siz ne dersiniz; aynı duyguya kapılanlarınız olmadı mı, aranızdan? Kim Jong-il’in na’şını görsel bir katafalka koyarlarken, çoluk çocuğundan en yaşlısına kadar bütün kitlelerin abartılı dövünmelerle gözyaşlarına boğulmaları; hiç aşinası olduğunuz bir resmi çağrıştırmadı mı, sizlere de?
Dramatik olan o ki, hemen aklınıza gelen, acaba biz de benzer davranışlarımızla böyle mi görünüyoruz, olmadı mı, dışarıdan? Meselâ Amerika’dan, İngiltere’den ya da Hollanda ve İsveç’ten bakılınca, bu mu bizimkilerin de verdikleri intiba? Onlar da yadırgıyorlar, fakat yüz yüze gelince belli mi etmiyorlar bize duygularını? “Kendileri bilirler, lâkin ne tuhaflar” mı diyorlar, içlerinden? Zaman zamanki “çok farklı kültürlerdeniz” söylemlerinin bir tanesi de, ola ki bu mu acaba?
Zira, karşımızdaki Kuzey Kore olunca, bize bile bakın ne denli doğal gelmeyen bir görüntü çiziyorlar o yaptıklarıyla, değil mi? İnsan liderini elbet de sever sevmesine de, bu onlarınkinin sevgi olmayıp, bir başka şey olduğunun kanaati gelmiyor mu akla, hepsinden önce?
İş Korelilere gelince yakışıksız görünecek; onlara olunca, tutum ve davranışlarında riya ve şartlanmalar hissedeceksiniz, ama size gelince aynı şeyler olmayacak; oh ne âlâ memleket!
“Bizimki ile onların liderini nasıl karşılaştırırsın, bu ne cüret; aynı kefeye konacak kimseler mi ki bunlar?” diyebilirsiniz.
İyi de, bu size göre öyle. Gidin sorun bakalım; ne diyecekler Koreliler, sizden farklı olarak. Hem sonra, Kim Jong-il’i kaçınız tanır, kaçınız bilir? Sesini duyanınız, attığı nutuklara bakıp değerlendireniniz kaç kişi? Yâni demem o ki, kulaktan dolma birkaç lâfın dışında, işin içyüzüne bakarak mı adamın iyi ya da kötü olduğuna karar veriyorsunuz da, ölümü sebebiyle salya-sümük dövünülmesini o yüzden hayretler içinde karşılıyorsunuz?
Hayır! Ondan çok, halkın sergilediği bu uçuk-kaçık ruh hâli dikkatinizi çekiyor sizin. Bir toplumun, bir insana tapacak kertede “kul”laşmasının ne denli çirkin olduğunu görerek yadırgıyorsunuz; başınıza gelen bu aslında.
Ve sonra da, benzer bir durum sizde de olduğu için, hemen fikrinize düşen “ben de bunlar gibi miyim?” oluyor, kaçınılmaz olarak. Yâ! Ne kadar komik durumlara düşebiliyor insanlar, basiretlerini ve akıllarını kaybedince; görüyorsunuz işte.
Bir ulusun, bir halkın, saygıya değer insanlarını yüceltmesi başka, kalkıp onlara tapması başka. Hakikatli olmak, yeri gelince kadirşinaslık göstermek, elbet de gövertir insanı. Kaybedilmiş olsun, hâlen yaşıyor olsun, o ülkeye hizmet etmiş, iyi şeyler yapmış kimselerin anılması, takdirle yâd edilmesi tabii ki güzel bir şey. Ama birader, sizin şimdi şu yaptığınız, şu uyguladığınız, ayağınıza bir pranga gibi bağladığınız şeyler, böyle mi be iki gözüm?
“Kendi yaptığınız, kendi taptığınız” bir zihniyetle ürettiğiniz toteminizin, toplumsal ve bireysel yaşamlarımıza girmedik ve hemen her alandaki düşüncelerimizi belirlemedik neresi kaldı; hadi deyiverin bana? Söyleyin n’olur, nedir bu ifrat ve nasıl kurtaracağız bundan kendimizi?
72 sene olmuş, öleli. Neredeyse, fotoğraflarından gören ve bilenlerden başkaca bir nesil de kalmamış ortalıkta. Ama sanki daha dünmüş gibi, dokuzu beş geçe zınk diye durabiliyor hayat, gene de.
Bu yapılanlar, sağlıksız gelmiyor mu, hiç size? Hadi Korelilerinki, dün bir, bugün iki. 72 sene sonra, öyle mi olacak orada da dersiniz? Dile kolay yahu! Bir asır geçecek; ananız babanız, nineniz dedeniz, hâttâ onların da anaları babaları, nineleri dedeleri ölecek ve siz bütün bunları unutacak; fakat tam bu acıya gelince, o bir türlü dinmeyecek. Valla pes. Korelilerinki mi riya, sizinki mi, varın artık siz bulun.
“Kim Jong-il’e az ağlayıp az dövünenler cezalandırılacaklarmış.” Öyle deniyor, bıyık altından gülümsenerek. Lâkin siz, siz olun, gülümsemeyin bana sorarsanız. Çünkü alıştığınız için farkında değilsiniz ama, sizin yaptıklarınız daha dillere destan. Fabrika sirenleri, kampanalar, gemilerin sis düdükleri, vardiya çanları ve bilumum kornalar, hep birlikte çığlığa kalkıp, nerede olunursa olunsun hayat durduğunda; buna uymayıp meselâ yürüyen, ya da oturduğu yerde istifini bozmayan birilerini derdest edip, gazetelerde ya da tv’lerde boy boy afişe eden sizler değil misiniz, her yıl? Nice baskı metotlarınız, hâttâ cezalar öngören yasalarınız yok mu, bu hususlarda?
İlkel kavimlerin pagan dönemi tapınak ve sunaklarının ritüellerine taş çıkartacak kıvamdaki törenlerde boy gösteren resmî ve bürokratik zevat, acaba “Arslanlı yol”un aşındırdıkları her bir taşındaki çizikleri veya kendine has işaretleri, gide-gele, gide-gele ezberlemişler midir dersiniz? Ankara’nın onbinler ve belki de yüzbinlerle kaim, yüksek maaşlı “sivil-asker yönetici bürokrasisi”, antikitedeki “ruhban sınıfı”nın yerini almış olduklarını, en fazla bu törenlerdeki rolleriyle betimleyip simgeleyerek, zavallı halkın vergilerini nasıl da çarçura memur edildiklerini en güzel şekilde göstermektedirler.
Ben Kuzey Kore’nin kefeni ilk fırsatta yırtacağını umuyorum, siz derdinize yanın. Adını yazı boyunca anmadığım hâlde, her okuyanın daha ilk paragraftan itibaren Atatürk’ten bahsettiğimi hemen anlıyor olması bile, akla bir başkasının gelemeyecek kadar sığ, kısır ve seçeneksiz bir ülkede olduğumuzun vahametini göstermeye yetmiyor mu, sizce de?
HABERE YORUM KAT