Astana Süreci ve Heyet-i Tahrir’üş Şam’ın İlanı Işığında Suriye Direnişi
6 yılı aşkın bir süredir Suriye’de yaşanan gelişmeleri anlayabilmek ve yaşananlar karşısında adil bir tutum takınabilmek şüphesiz gelişmeler karşısında sağlıklı, güncel ve doğru bilgiyi elde edip bağımsız, ilkeli bir değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır. Aksi takdirde güncellenememiş saha bilgisinin, ezber okumaların, maksatlı satır arası yorumlarla sağlanan algı saptırmalarının ve tabi ölçüsüz tarafgirliğin sebep olacağı bakış açılarıyla vakayı ıskalayıp hakkı batıla tevcihin ağır mesuliyetiyle karşı karşıya kalınabilir.
Suriye direnişini en başından ele alıp değerlendirmekten öte; bu yazıda özellikle Astana Süreci/Zirvesi ile belirginleşen Muhalif unsurlar arasındaki gerilimin mahiyetini ve Astana sonrası gelişmeler üzerinde de etkili olacağı su götürmeyecek olan yeni oluşum “Heyet Tahrir Şam’ın” muhalif unsurlar açısından bir türlü sağlanamayan “birleşme” beklentisine ne oranda karşılık olacağını ve bu birleşmeye yönelik bazı eleştirilerin tutarlılığını ele alacağız.
Suriye Devriminin Evreleri:
Esed diktatörlüğüne karşı Mart 2011’de başlayan, reform talep eden gösteriler rejim unsurlarınca şiddetli karşılık görmüştü. Rejimin katliama dönüşen bastırma girişimlerinin Suriye halkı içinnefs-i müdafaa hakkını doğurmasıyla silaha başvurulduğundan beri hayati öneme sahip, devrimin gidişatı üzerinde değiştirici etkisi olan bazı evreler yaşanmıştır.
1-Özgür Suriye Ordusunun oluşumuyla başlayıp İslami direniş örgütlerinin oluşumuyla, irili ufaklı bir çok yapıyla genişleyen ve tüm imkansızlıklara rağmen Esed rejimini Nisan 2013 yılına kadar sürekli gerileten Suriye direnişi açısından ilk büyük olumsuzluk İran’ın “Seyyide Zeynep Türbesini korumak” bahanesiyle Suriye sahasına sürdüğü zinde, örgütlü Lübnan Hizbullahı’nınEsed ordusuyla beraber 4 Nisan 2013’te stratejik Kusayr kasabasına yönelik başlattığı taarruz olmuştur. Hizbullah’ın Kusayr’ı ele geçirmesi Esed diktatörlüğünü hızlı bir çöküşten kurtarmakla kalmayıp durumu yeniden Esed lehine dengelemiştir.
2-Yine El-Kaide’den ayrılıp IŞİD adıyla Suriye direnişine en büyük darbeleri vuran tekfirci yapının Suriye Direnişi üzerinde yarattığı psikolojik bunalım ve çatışmalar da Hizbullah faktörünü çözümlemeye ve direnişi toparlamaya çalışan Muhalifler için ikinci bir ağır imtihan olmuştur. IŞİD faktörü ile mücadelede, Muhalifler ele geçirdikleri birçok bölgeyi kaybetmekle kalmayıp binlerce direnişçiyi kayıp vermiş, kıt imkanlarını Esed için değil de IŞİD karşısında tüketmiştir. Bu fırsat Esed’in toparlanmasına, kaybettiği bölgelerin büyük bir kısmını geri almasına, savunma pozisyonundan saldırı pozisyonuna geçmesine ve İran’la işbirliği olan şii milis güçlerle takviye sağlamasına imkan oluşturmuştur.
3-Suriye sahasında İran destekli şii milisler ve IŞİD faktörüne rağmen, güç toplayandirenişe yeniden umut bahşeden gelişme ise, 2012 yılından beri Esed ordusunun denetiminde olan “İdlip” şehrinin, bazı muhalif grupların birleşmesi sonucu oluşturulan “Fetih Ordusu’nun” taarruzu sonucu Mart 2015’te ele geçirilmesi olmuştur.İran destekli milislerin, Esed ordusunun tüm çabalarına rağmen İdlip’i tamamen ele geçiren Fetih Ordusu’nun Cisr eş- Şuğur gibi stratejik merkezler başta olmak üzere birçok bölgeyi ele geçirmesi karşısında Esed yönetimine askeri ve diplomatik destek sağlayan Rusya, Suriye’de bulunan çıkarlarını sağlama almak adına silah sevkiyatına ağırlık vermiş, İran’ın da etkisiyle 30 Eylül 2015 itibariyle Muhaliflere karşı Esed-İran cephesinde savaşa katılarak toparlanma sürecine giren Suriye direnişini yeniden ve güçlü bir şekilde geriletmiştir.
Suriye Devrimi’nin Birleş(eme)me Süreci:
Rusya’nın savaşa dahil olmasıyla beraber gelişen süreç Muhalif güçlerin İdlip zaferi ile elde ettikleri birlikte hareket etme tecrübesini daha ileriye taşıyıp topyekun birleşmegündemini baltalayan gelişmelere yol açmakla kalmamış;Astana Zirvesi ile şekillenmeye başlayan gelişmelerin de miladı olmuştur.
Suriye’de direniş örgütlerinin birleşmesi meselesi Rusya müdahalesi ile daha güçlü tartışılmış olsa da, altı yıllık süreç içinde irili ufaklı birçok grubun birleşmesi, ayrılması, çatı oluşumlar kurup ortak hareket etmesi söz konusu olmuştur.
Esed diktatörlüğünün istihbarat devleti haline getirdiği bir ülkede örgütlenme, birleşme tecrübesinin gelişememiş olmasının yanı sıra Suriye’de örgütlü bir muhalif ana akım zaten söz konusu değildi. Bununla beraber ortaya çıkan direniş örgütlerinin yapısal farklılıkları, bazı grupların varlıklarını sürdürebilmek için ilişki kurdukları dış politik çevrelerle aralarında beliren bağımlılık hali de önemli birer etken olmuştur.
Tüm bunlara rağmen 24 Eylül 2013 tarihinde, Suriye’de Muhalif sahada en etkin olan 13 İslami grubun katılımıyla bir deklarasyon ilan edilmiş, Suriyeli muhalif gruplar Suriye dışındaki siyasi grupların (SUK) otoritesini reddederek İslami bir düzen kurulması için savaştıklarını beyan etmişlerdir.
Yine 22 Kasım 2013 yılında ÖSO’ya yakın en güçlü 7 direniş grubu ÖSO’dan ayrılarak “Suriye İslam Cephesi’ni” kurmuşlardır. Ayrıca El-Kaide bağlılığı bulunan Nusret Cepheside bu oluşuma (mevcut bağlılığından dolayı) operasyonlarda ortak olarak destek vermiştir. Ne var ki oluşumdaki gruplar siyasi, askeri, mali açıdan topyekun bir birlikteliğe gidememiş, bir koalisyon olarak faaliyet yürütmüştür.
Suriye sahasında görülen güçlü, çatı birlikteliklerden biri olan İdlip merkezli Fetih Ordusu Nusret Cephesi, Ahraru’ş Şam gibi güçlü grupların yanı sıra birçok grubun birleşmesiyle başarı sağlamışsa da tüm sahada kabul görecek bir birleşmeye vesile olamamıştır. Özellikle Halep’te ağırlaşan savaş için birlikteliğin önemi gündeme gelmiş ve Direniş gruplarının birleşmesine dönük halk tabanından talepler yoğunlaşmıştır. Tüm bu olumlu hava içerisinde Nusret Cephesi’nin El- Kaide ile olan fiziki bağı birleşme önünde bir engel olarak görülmüş ve Nusret Cephesi’nin El-Kaide’den ayrılması gerektiği dillendirilmiştir.
Temmuz 2016’da İran destekli milislerin, Rus ve rejim hava desteğiyle Halep’e yönelik taarruza geçmesi sonucunda Halep’teki direnişi İdlip’e bağlayan Kastilloyolunun rejim tarafından ele geçmesiyle Halep tamamen kuşatma altına girmiştir.Ardından muhalifler kuşatmayı kırmak amaçlı güneyden operasyon başlatmış, topçu okulu başta olmak üzere Ramuse bölgesini de ele geçirerek Halep kuşatmasını kırmıştır. Bu gelişme direniş gruplarının birleşmesinin gerekliliğini ve Halep’in tamamen fethedilmesini gündeme getirmiştir.
Bu gelişmeler esnasında Nusret Cephesi lideri “Muhammed Fatih Colani” ilk kez yüzünü saklamadan kamera karşısına geçmiş ve örgütün, Suriye devrimini kurtarmak için El-Kaide ile olan bağını kopardığını açıklamıştır. Nusra Cephesi yeni ismi "Şam’ın Fethi Cephesi" olarak ilan etmiştir. Bu adımla beraber Halep’in fethi için gerekli olan birleşme koşulları ve tüm grupları kuşatacak güçlü bir birlikteliğin detayları üzerinde görüşme süreci başlamıştır.
Şam’ın Fethi Cephesi’nin El-Kaide’den ayrıldığını ilan etmesine rağmen ABD, Rusya vb. devletler ısrarlı bir şekilde Nusret Cephesi vurgusuna devam etmiş, Türkiyede iç ve dış politik mecralarda bu yeni oluşumu terör örgütü Nusra olarak zikretmeye devam etmiştir.
Halep’in Yeniden Kuşatılması ve Fırat KalkanıHarekatı’nın Birleşme Girişimlerine Etkisi:
Halep’e yönelik birinci kuşatmanın kırılmasından sonra İran’ın sahaya 5000 Şii milis takviyesi, Rus Özel Kuvvetleri’nin devreye sokulmasıyla harekete geçen rejim güçleri Halep’i ikinci defa kuşatmıştır.
Özellikle Rus uçaklarının attığı Bunker Buster tipi imha gücü devasa, sığınak delici bombaların, kimyasal bombaların, misket bombalarının yol açtığı insanlık için utanç dolu katliam manzaraları ve Esed ordusu ile İran destekli Şii kara birliklerinin sergilediği katliamlar karşısında Suriye direnişinin başlattığı Halep’i Özgürleştirme Operasyonu kuşatmayı kıramamıştır. Halep’te kötüleşen şartlara rağmen beklenen genel birleşmenin sağlanamamasında Türkiye’nin 20-24 Ağustos tarihlerinde başlatıp ilan ettiği “Fırat Kalkanı Operasyonu’nun” Halep’teki savunma hatları üzerinde yarattığı çatlağın yadsınamaz etkisi vardır.
Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından hayati öneme sahip olan Fırat Kalkanı Operasyonu, birleşme arifesindeki Muhalifler arasında tartışmalara yol açmıştır. Halep kuşatmasını kırıp Halep’i özgürleştirecek enerjinin dağılmasına ve devrimin asıl önceliği olan Esed-İran-Rusya şer eksenine yöneltilmesi gereken bağımsız iradenin Türkiye eksenli ılımlı bir muhalefetle saptırılmasına sebep olduğu düşüncesine ek olarak; Şam’ın Fethi Cephesi, Fırat Kalkanı Operasyonu’na dahil olmanın direniş açısından sakıncalarını belirten bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildiride Fırat Kalkanı Harekatına neden katılmamak gerektiğini sıralayan maddelerden, endişenin kaynağını beyan eden asıl madde şudur : “c- Bölgesel ve uluslararası güçlerin istekleri doğrultusunda savaşı Kuzey Halep bölgesine taşımanın asıl amacı; Halep kuşatmasının -mücahitler tarafından- kırılması yönündeki hamlelerin engellenmesi veya savaşı Hama'ya doğru yönlendirip Şam yolunu açmak yolundaki girişimlerin engellenmesi ve asıl savaşın gerekçesi olan rejimin ve destekçilerini mağlup etmeyi öngören savaşın amacını saptırmaktır. Aynı şekilde ortak çabaların parçalanması, mücahitlerin vakit ve emeklerini boşa çıkarmaktır. Ek olarak bu savaşa katılan güçler açısından ne zamanlama doğru bir zamanlamadır ne de kararlarında bağımsızdırlar."
Fırat Kalkanı Harekatı’nın doğurduğu hoşnutsuzluk birleşmenin soğumasına etki etmişse de Halep’in düşüşünün engellenememesi, başta İdlip olmak üzere Suriye genelinde halkın, birleşemeyen direnişe yönelik düzenlediği protestolar, Halep yenilgisini birleşememeye bağlayan alimler ve Suriye dışındaki Müslümanların tepkileri Suriye Direnişi’nin en etkin iki büyük grubu olan Ahrar’uş Şam ve Şam’ın Fethi Cephesi öncülüğünde grupları görüşmeye sevk etmiş, ama Ahrar’uş Şam tarafından birleşmeye dair sonradan isteksizlik baş göstermiştir.
Ortaya konulan birleşme taslağında yeni kurulan oluşumun adının “Heyetul İslamiyye” olduğu, birleşmeye en önde gelen 14-17 grubun dahil olduğu ve bu genel birleşme dışında kalanlara sahada destek olunmayacağı ifade edilirken,Ahraruş Şam lideri “Ebu Ammar Teftenaz” yeni yapı olan Heyetul İslamiyye'ninlideri olarak kabul edilmiştir. Dağılım şu şekilde gerçekleşeceği beyan edilmiştir.
1-) Genel Lider: Ebu Ammar Teftenaz
2-) Askeri Genel lideri: Fatih Ebu Muhammed El Culani
3-) Şura Meclisi Lideri: Şeyh Tevfik
4-) Askeri Okul Lideri: Abu Muhammed Türkistani
Şam’ın Fethi Cephesi, detayları belli olan ama Ahraru’ş Şam tarafından resmen ilan edilmeyen birleşme ilanının altındaFırat Kalkanı Operasyonu ile belirginleşen Türkiye’nin etkisi ve Rusya öncülüğünde ortaya koyulan sözde ateşkes ve Astana Süreci’nin etkisini, dışa bağımlılık olduğuna işaret etmiştir.
Astana Süreci-Sonrası ve Muhalefetin Birleşme Problemi ve “Heyet-i Tahrirü’ş Şam’ın” İlanına Giden Süreç:
Rusya’nın Halep’te yürüttüğü “Grozni Tarzı Taarruz” karşısında Türkiye’nin girişimleriyle, tüm provokasyonlara rağmen başarıyla sürdürülen Doğu Halep’in tahliyesi Rusya’ya ezici zaferini(!) bir anlaşmayla perçinleyip Suriye’de teminat altına aldığına inandığı çıkarları için hukuki bağlayıcılığı olan bir sigorta sağlama fikrini vermiştir. Bu noktada çıkarlarını korumuş olmanın yanı sıra üzerine sinen katliamcı kimlikten kurtulup Suriye buhranını çözüme bağlayan güç unvanına da sahip olacaktır.
Astana öncesi Rusya, Türkiye, İran öncülüğünde yürürlüğe koyulan ateşkesin Suriye devriminin hedefleriyle uzak yakın ilgisi bulunmayan maddelerine rağmen ateşkeste imzası bulunan veya bulunmayan tüm direniş grupları ellerinden geldiğince ateşkese uymaya çalışmışlardır.
Silahlı muhalifler adına Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Hukuk Müşaviri ve komutanı “Usame Ebu Zeyd” Ankara’da Anadolu Hotels Dowtown’da yaptığı basın toplantısında özetle şu açıklamada bulunmuştur; “ateşkes anlaşmasını 13 grup imzalamıştır. Ateşkes, Suriye’nin genelini kapsamaktadır. Hiçbir muhalif bölgeyi istisna etmiyor ve aynı zamanda sahada bulunan tüm askeri grupları içeriyor. Birinci hedefleri Suriye topraklarında bulunan halkın içinde bulunduğu koşulları iyileştirmektir. Bu anlaşmada Rus hükümetinin Esad rejimi ve destekçilerinin garantörü, Türk hükümeti ise muhaliflerin garantörlüğünü üstlenmiştir.”
Suriye konusunda 3 ayrı anlaşma imzalanmıştır. Rejimin ve Suriye muhalefeti tarafından ayrı ayrı imzalanan ateşkes anlaşmasının yanı sıra ateşkesin gözlemlenmesi ve siyasi geçişin nasıl yapılacağıyla ilgili 2 ayrı belge bulunmaktadır.
Yapılan ateşkes anlaşması üçlü basın toplantısı ile dünya kamuoyuna duyurulmuştur. Üç ülkenin Dışişleri Bakanlarının üzerinde anlaştıkları metin 8 maddeden oluşmuştur.
Bu maddelerin bazıları şöyledir:
1) İran, Rusya ve Türkiye, içerisinde pek çok etnik grubu barındıran, çok mezhepli, demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğini, bağımsızlığını, birliğini ve toprak bütünlüğünü tamamen destekliyor.
5) İran, Rusya ve Türkiye, Suriye hükümeti ve muhaliflerin üzerinde görüşme yaptıkları anlaşmanın hazırlanmasına yardımcı olmaya ve bu anlaşmanın garantörü olmaya hazır olduklarını belirtir. ‘Sahadaki’ durum üzerinde etkisi olan diğer tüm ülkeleri de aynı şekilde davranmaya davet eder.
6) Onlar (İran, Rusya ve Türkiye) bu anlaşmanın, BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı ile uyumlu olarak Suriye’deki siyasal sürecin yeniden başlaması için gereken itici gücün oluşmasına yardımcı olacağına emin.
8) İran, Rusya ve Türkiye, IŞİD ve Nusra ile ortak mücadele ve silahlı muhalif grupları onlardan ayırmak konusundaki kararlılıklarını doğrular.
Bu maddelerden de anlaşılacağı üzere, ortaya koyulmaya çalışılan tablo Esed rejiminin yönetim şeklini hedef almayan, Suriye direnişinin değişim taleplerini yok sayan ve IŞİD’in yanı sıra Nusra adı altında Şam’ın Fethi Cephesinide açıkça hedefe oturtarak Astana Zirvesine yol uzatan bir çeşit dayatmadır.
Astana Zirvesine katılan grupların Suriye Direnişi’ni temsil gücü bir yana, söz konusu ateşkes anlaşması Esed-İran güçlerince 350 defadan fazla ihlal edilmiş, son olarak Esed-İran güçlerinin anlaşmaya rağmen 5 hafta süren yoğun bombardımanıyla göçe zorlanan Barada Vadisi halkının tecrit edilmesi ile ateşkes denen şeyin ne demek olduğu da anlayana malum olmuştur.
Suriye’de ateşkes ihlallerine rağmen, 23 Ocak 2017’de genel çerçevesi belli olan Astana Zirvesi gerçekleşti. Zirveye muhalif kanadı temsilen İslam Ordusu liderlerinden Muhammed Alluş liderlik ederken 9 grup temsilcileriyle katıldı.(AA'nın aktardığı bilgiye göre 9 muhalif grup Astana'ya katılacağını belirtti. Söz konusu gruplar şu şekilde: Feylak'uş Şam, Sultan Murad, Şam cephesi, Ceyş'ül İzz, Ceyş'ül Nasr, Birinci sahil tugayı, Liva Şüheda İslam, Festakim Kema Umirt ve Ceyş'ül İslam.)
Ahrar’uş Şam dahil 29 grup ise katılmama kararı aldı. Astana öncesi ateşkes anlaşmasında ve Astana sürecinde ön plana çıkan terörle mücadele vurgusuSuriye’de katil bir diktatörün yol açtığı yıkımı ve İran güdümlü bir işgali görmezden gelerek IŞİD’le beraber Şam’ın Fethi Cephesi’nide hedefe oturtmuştur.Maalesef toplantıdaki muhalif unsurlardan Şam’ın Fethi Cephesi’ni terörist unsur olarak görmediklerine ve IŞİD ile aynı hedefe konmasını kabullenmediklerine dair bir açıklama yapılmamıştır. IŞİD’in dünya gündemine oturmasından beri Esed, İran cephesinin katliamları ört bas edilip Suriye devrimi bir çeşit muğlak terörle mücadele konseptine evrilmek istenmiştir. Astana Süreci bu durumun son örneğidir.
Astana Zirvesi Sonrasında Yaşanan Gerginlik, Şam’ın Fethi Cephesi’ne Yönelik Eleştriler:
Altı yıldır Suriye direnişinin bel kemiklerinden olan Şam’ın Fethi Cephesi’nin, Astana süreciyle kendisine yönelen açık tehdidi de gözeterek özellikle Fırat Kalkanı Harekatı’yla beraber kendisine karşı oluşturulmaya çalışılan ötekileştirme tavrına ve Astana sürecine katılan bazı grupların tacizlerine maruz kalmıştır. Fırat Kalkanı sonrasında ve Astana sürecinde Ahrar ve Şam’ın Fethi öncülüğünde gerçekleşmesi beklenen genel birleşme dondurulmuş, Şam’ın Fethi Cephesi liderlerine yönelik ABD droneları tarafından nokta atışları başlamıştır. ABD suikastleriyle en önemli komutanlarını kısa aralıklarla kaybeden Şam’ın Fethi Cephesi’ne yönelik eş zamanlı olarak karadan da suikastler düzenlenmesi, zaten Astana süreciyle baş gösteren ötekileştirme girişimlerine ek olarak sahada kendisine yönelik casus faaliyetler olduğu düşüncesine güçlendirmiştir.
Şam’ın Fethi Cephesi, yaptığı istihbarat çalışmalarını delil göstererek, liderlerinin yerlerini ABD’ye bildirdiklerini ve kendisine yönelik faaliyet hazırlığında olduğunu düşündüğü Ceyşul Mücahidin üslerine baskın yapıp grubu kansız bir şekilde dağıttı. Astana süreciyle beraber tehdit algısı yaşadığı grup üyelerini Astana’ya katılmayan bir gruba geçmeleri şartıyla serbest bıraktı. Ceyşul Mucahidin grubu Ahrar’uş Şam’a katılma kararı alıp kendisini feshetti.
Benzer bir operasyonu da Şam Cephesi adlı oluşuma gerçekleştirdi. Bu gelişmeler üzerine durumu Astana görüşmelerine katılanları sahadan silme girişimi olarak yorumlayan gruplar Şam’ın Fethi Cephesi’ne karşı tavır aldılar. Aynı anda Türkiye’de bulunan “Suriye İslam Konseyi” Usame Er Rufai öncülüğünde 34 alim imzası taşıyan bir bildiri ile Şam’ın Fethi Cephesi’ni IŞİD gibi harici ilan edip o gruba katılmanın caiz olmadığını ifade etti. Üslerini kaybeden gruplar Ahrar’uş Şam bünyesine geçtiler.
Şam’ın Fethi Cephesi aleyhine ortaya koyulan tutumlara rağmen grup yaşanan son olaylarla ilgili bir bildiri yayınlayıp operasyonlarının hedefini izah etmiş ve her türlü mahkemeleşme fikrini kabul ederek Suriye devriminin hedefleri doğrultusunda birleşme talebini yinelemiştir.
“İsmail Yaşa” Örnekliğinde, ŞFC ve Heyet Tahrir Şam Aleyhindeki Yorumlara Bakış:
Suriye sahasında Halep’in düşmesi sonrasında yaşanan ve Fırat Kalkanı, Astana Süreçleri ile gelişen yeni durum karşısında, sahada yaşanan son gelişmelere ve Şam’ın Fethi Cephesi aleyhinde yapılan açıklamalara aynı anda Türkiye’den de benzer sertlikte tepki veren İsmail Yaşa, Diriliş Postası gazetesinde kaleme aldığı iki yazıyla dahil oldu.
“El-Nusra da DAEŞ’in Yolunda” başlıklı yazısında Astana sonrası marjinalleştirilen Şam’ın Fethi Cephesi’ne dönük yazısına, El-Nusra ile IŞİD’in El-Kaide geçmişine atıfla benzerliklerini vurgulayarak başlayan Yaşa, “6 yıllık bir süreçte bu muazzam gerçeğin Suriye Devrimi açısından oluşturduğu tehdidi nasıl olur da yeni fark ettiğini” izah etmeden hatırlatıyor.
İsmail Yaşa ayrıca IŞİD ile El-Kaide ayrışmasının ardından iki grup arasında yaşanan çatışmalarda en büyük bedeli ödeyen grubun yine El-Nusra grubu olduğunu unutuyor. Zira IŞİD, El-Nusra’yı mürted olmakla itham ederken El-Nusra da IŞİD’in tekfirci ve saldırgan yönü dolayısıyla “Bağdadi Grubu’nu” Harici olmakla nitelendiriyor.
İsmail Yaşa muhalif cephede yaşanan son gelişmeye binaen merkezi Türkiye’de bulunan Suriye İslam Konseyi’nin acil fetvasını sunuyor:
“Suriyeli âlimlerden oluşan Suriye İslam Konseyi, Fethu’ş Şam Cephesi’nin “entrikaları bozma” bahanesiyle devrimci gruplara saldırması üzerine yayınladığı bildiride, El-Colani grubunu “bâği” ilan etti ve Suriyeli grupları Fethu’ş Şam Cephesi’ne karşı birlik olmaya çağırdı.
“El Kaide atıkları” olarak nitelediği El-Colani grubuna üyeliğin haram olduğunu açıkladı.”
Şam’ın Fethi Cephesi’nin apar topar Harici ilan edilip herkesi ona karşı durmaya davet eden bu fetva karşısında Şam’ın Fethi Cephesi, Haricilik ithamının kabul edilemez olduğunu ve Astana Görüşmeleri sonrası ŞFC’nin hedefe konması karşısındaki durumlarını soran bir bildiriyle verdiği cevabın sonu şu oldu:
““Sizler bizlerin babası, bizler ise sizlerin çocukları gibiyiz. Çocuk dediğimiz babasından terbiye ve gözetim ihtiyacı duyar. Hata yaptığında düzeltmesini bekler. Baba terbiye etmede sert dahi olsa, terbiye yolunda attığı her adımda şefkatini elden bırakmaz. Burada yetişen neslimizi terbiye etmeniz için sizi aramızda görmek istiyoruz. Bizim öğretmen, terbiye eden ve yönlendiren bir babaya ihtiyacımız var. Buyrun gelin tanışalım. Bizden size karşı sevgi ve saygıdan başka bir şey görmeyeceksiniz.”
Malumdur ki yukarıdaki teklifte ilim ehline karşı kullanılan saygılı tutum çok da “Harici” bir üslup olmayıp, fetva verirken gelişmeleri bir de sahadaki unsurlardan bizzat dinleyip anlama usulünü hatırlatan bir yaklaşımdır.
Ayrıca Muhalif cephede daha önce de gruplar arasında defalarca çatışmalar çıkmış ama her defasında ilim ehlinin girişimleri ile olaylar çözülebilmiş ve kimse hemen harici ilan edilmemiştir.Yine söz konusu İlim Konseyi’nin pozisyonu itibarıyla ne kadar tarafsız bir noktada durduğu da ayrı bir konu.
Yazısında Şam’ın Fethi Cephesi’nin Suriye Halkının direnişini desteklemek için gelmediğini, Suriye devriminin “Ebu Muhammed El Colani’nin Suriye devrimini rehin almasına müsaade etmemesi” gerektiğini, Suriye halkı ve devriminin tüm dünyada terör örgütü kabul edilen El-Kaide’yi sırtında taşımak zorunda olmadığını ifade eden İsmail Yaşa ne hikmetse Suriye devriminin en çetin mücadelelerinde Şam’ın Fethi Cephesi’nin imzası bulunduğunu, Esed-İran-IŞİD vb karşısında en çok savaşçısını şehid verenin yine bu yapı olduğunu görmezden gelmiş.
İsmail Yaşa’ya göre Suriye’nin geleceğinde ŞFC’nin geleceği yok.
“Diğer gruplar, savaş ne kadar sürerse sürsün bir gün mutlaka bölgedeki etkili güçlerle müzakere masasına oturacak. O masa Astana’da kurulabilir, Cenevre’de veya daha başka bir yerde kurulabilir. Doğal olarak o masada Fethu’ş Şam Cephesi yer almayacak.”
İsmail Yaşa ŞFC’nin içinde bulundurduğu yabancı savaşçılara rağmen Suriye halkı tarafından kabul edildiğini, 2014 yılında ABD öncülüğünde terörist grup ilanı yapıldığında Suriye halkı tarafından her şehirde “Hepimiz Nusret Cephesiyiz” gösterileri düzenlendiğini ve genel gövdesinin Suriye halkından oluştuğunu görmesi lazım.
ŞFC’nin ABD lisanıyla terörist ilan edilmesi İsmail Yaşa için belki bir ölçüt olabilir ama Suriye halkının gözünde ve 6 yıldır beraber omuz omuza verdiği birçok grubun gözünde terörist sayılıp sayılmadığı bilinmelidir. Kaldı ki ŞFC’nin sivil halkı hedef alan, Işidvari cinayetlere veya Şebbihamsı işkencelere başvurduğu hangi eylemi vardır?
“Bu zihniyetin Suriye halkına ve devrimine felaketten başka bir şey getirmeyeceğini görmemek için kör olmak gerek…”ifadesiyle ilk yazısını sonlandıran İsmail Yaşa, Suriye halkına asıl felaketi getiren İran, Esed, Rusya ekseni karşısında Suriye halkı için binlerce savaşçısını feda etmenin nasıl bir fedakarlık olduğunu görememenin körlüğünü de sorgulamalı.
İkinci yazısını ele aldığında Şam’ın Fethi Cephesi’nin Suriye direnişinin önde gelen birçok yapısıyla birleşerek, Ahrar’uş Şam’la yürütmeye çalıştığı ama hedefe vardırılamayan birleşmeye küçümsenmeyecek oranda ulaştığını gören İsmail Yaşa, birinci yazısında ima ettiği Nusret Cephesi’nin yalnızlaşmaya mahkum oluşu tezini bu defa atlıyor. Bu yazısında “Kime Karşı Birleşme?” başlığını kullanan İsmail Yaşa, bu defa tüm Suriye halkı ve direnişi tarafından sevilip sayılan, yeni oluşumun lideri Şeyh Ebu Cabir’e dokundurup “Suriye’de rejime karşı mücadele eden grupların birleşmesi normalde sevindirici olması gerekir. Fakat Ebu Cabir liderliğindeki son birleşme için bunu söylemek biraz zor.”ifadesiyle,yeni birleşmeye sevinilemeyeceğini ifade ediyor.
Eski Ahrar’uş Şam lideri Şeyh Ebu Cabir liderliğinde oluşturulan “Heyet Tahrir el-Şam”ın ilanını oluşum’un beyanatının aksine El-Kaide’yi korumak ve Astana Sürecine katılan grupları asıl hedef seçmek olarak yansıtıyor.
Oysa yeni oluşumun birleşme için sarfettiği çabaları yukarıda yazmıştık. Esasen meydana gelen birleşme modelinde Ahrar’uş Şam ile kurulması planlanan ama Ahrar’ın bir türlü tam olarak yanaşmadığı birleşme formülünün birebir aynısı uygulanmıştır denebilir. Yeni oluşum’un başına Şam’ın Fethi Cephesi değil, eski Ahrar liderlerinden Şeyh Ebu Cabir geçmiştir. Ayrıca ŞFC’nin sırf birleşmek yolunda attığı adımlar içinde El-Kaide ile olan bağını koparmak, ismini değiştirmek, yeni oluşum’un liderliğinden feragat etmek ve eski yapısal varlığını feshetmek gibi fedakar adımlar vardır.
Heyet Tahrir El-Şam kuruluşunu ilan ettikten sonra öncelikli hedefinin Suriye devrimini asli hedefi olan Esed-İran-Rusya ile mücadele seyrine oturtmak, tüm gruplarla iyi ilişkiler kurup birleşmeye teşvik etmek ve Suriye Devrimini politik güç merkezlerinin etkisine girmekten koruyup bağımsız iradesiyle mücadele yürütmek olarak belirttikten sonra Şeyh Ebu Cabir oluşum üyelerine muhalif unsurlarla olan tüm çatışmaları sonlandırma talimatı vermiştir.
Buna rağmen İsmail Yaşa’nın asıl endişesi Fırat Kalkanı ve Astana sürecinde Türkiye kontrolünde bulunan bağımlı bir muhalefetin zayıflayarak Türkiye’nin ulusal politikalarını muhalifler eliyle icrasının zorlaşmasıdır. Yeni oluşumun dış politik merkezlerin baskı ağından bağımsız irade sergileyebilme vurgusu, Suriye devriminin kendi direniş rotasını çizip bağımsız İslami kimliğiyle rol oynamasını ön görüyor.
İsmail Yaşa, Suriye Devrimi’nin ortaya çıktığı temel dinamik olan Seküler Arap rejimiyle hesaplaşma ve İslami esaslara dayalı bir düzen kurma perspektifini sanki Suriye Devrimi’ne ŞFC gibi oluşumlar tarafından sonradan belirlenmiş, saptırıcı bir vizyon gibi göstermesi devrimin hedeflerini çarpıtmaktır. İsmail Yaşa yazında : “Çünkü bu birleşme rejime değil öncelikle Astana’daki görüşmelere katılan gruplara karşı gerçekleşen bir birleşme. ÖSO’ya ve SMDK’ya, özgür ve demokratik bir Suriye projesine karşı bir birleşme. Kısaca ifade etmek gerekirse “Suriye El Kaidesi”ni korumak için yapılmış bir manevra.” diyerek sanki Suriye direnişi Ateşkes, Astana süreçlerinde ve bu ifadede belirtilen Seküler Demokratik bir Suriye projesi için mücadele vermiş gibi yansıtıyor. Oysa daha devrimin en başlarında Suriye direnişinin en belirleyici unsurlarının ifadelerinde kendi İslami anlayışları doğrultusunda yeni bir yönetim kurma hedefi devrimin en temel ilkesi olarak var olup kesinlikle El-Kaide ile ortaya çıkmış bir çarpıtma değildir. Asıl çarpıtma İslami referanslara dayalı bir Suriye talebiyle büyüyen devrim sürecini harici unsurların politik kalkanı haline getirip Rusya ve İran’ın dayattığı şartlarla oyalayıp tüketmektir.
ŞFC ve sonrasında oluşan Heyet Tahrir el-Şam yapılanması bir noktada Ahrar’uş Şam ve destekçilerinin en asli kaygısı olan Şam’ın Fethi Cephesi ile girişilecek bir birleşme sonucunda terörist damgası yeme endişelerine de tepkidir. Bu birleşmekten kaçınma sonrasında Ahrar’uş Şam’dan hatırı sayılır kopmalar yaşanmıştır.
Yeni oluşuma katılımlar belki yansıtıldığı kadar devasa boyutta değildir ama İsmail Yaşa’nın iddia ettiği kadar az da değildir. Bugün için yeni oluşuma katıldığını ilan eden 5 temel yapı dışında 20’yi aşkın grup ve birçok etkin isim yeni oluşuma katıldığını ilan etmiştir.
Sadece Ahrar’uş Şam Hareketi’nden katılan lider pozisyonunda kişiler bile yeni oluşumun aslında direniş sahasında güçlü bir çekim gücü olan merkezi bir pozisyona sahip olduğunu göstermektedir. İsmail Yaşa bu gerçeği görmek istemediği için “Bir diğer önemli nokta da HTŞ’ye katıldıkları ilan edilen bazı gruplardan ve isimlerden gelen yalanlamalar.
HTŞ’nin kurucuları arasında adı yer alan Ceyşu’s Sünne yayınladığı bildiriyle yeni oluşumda yer almadıklarını açıkladı.”vb açıklamalara sığınmıştır. Oysa bahsi gecen Ceyşu’s Sünne’nin askeri Ebu Haydar: "Bizler Heyet Tahrir Şam'a katıldık. Türkiye'den yazılan, aksini söyleyen beyanata itibar etmeyin" diyerek askeri katılımı onaylamıştır.
Heyet Tahrir el-Şam oluşumunu ısrarlı ve sert bir dille marjinalleştirip El-Kaide ile özdeşleştirmek Yaşa’ya yakışmamaktadır. Zira yeni oluşum en ölü haliyle bile Suriye direnişinin en büyük gövdelerinden birini teşkil etmektedir. Bu noktada yeni oluşumu yok sayan, ötekileştirip daha pratiklerini görmeden mahkum eden bir dil sadece Esed-İran-Rusya ve ABD gibi şer güçlere yarayacak bir dil olur.
Ahrar’uş Şam etrafında meydana gelen birleşmeler ne kadar sevindirici ise Suriye direnişinin kendi iradesiyle kurduğu güçlü birliktelikler de o kadar sevindiricidir. Kaldı ki Ahrar’uş Şam’ın mevcut lideri Abu Ammar el-Ömer yayınladığı bir video açıklamasıyla yeni kurulan Heyet Tahrir el-Şam’ı tebrik etmiş ve birleşmelerin Suriye direnişi açısından önemini beyan etmiştir. Yine aynı açıklamasında yeni oluşumun lideri Ebu Cabir aleyhinde konuşmayı kesin bir dille yasaklamıştır.
Fırat Kalkanı Harekatı ile içinde bulunduğu sıkışmışlık halini aşmaya çalışan Türkiye’nin geldiği son noktada Halep’in asli katili olan Rusya ile beraber El-Bab’da hareket etmesi Suriye direnişi açısından katiliyle aynı safta yer almak olarak görülmektedir. Bununla beraber Rusya ve İran ile beraber yürütülecek görüşmelerin Cenevre görüşmeleri kadar içi boş olacağına inanılmaktadır. Nitekim Rusya ateşkesi sağlayamadığı gibi Esed ve İran destekli çetelerin cinayetleri, dışarıdan gelen Şii militanların akıbeti, PKK/PYD unsurlarının Rusya ve İran tarafından da terörist sayılması gibi hiçbir somut gelişme elde edilememiştir.
Astana gölgesinde ortaya koyulacak bir barışın, Bosna Savaşı sonrasında dayatılan Dayton Antlaşması kadar bile etkili olamayacağı ve 6 yıllık direniş sürecinin tüm kazanımlarını da Rusya’ya yedireceği ön görülmektedir.
Sonuç Olarak:
Yazımızın başında belirttiğimiz Suriye sahasında meydana gelen güncel gelişmeleri doğru okuyabilmek ve Suriye direnişinin istikametini saptayabilmek adına Rusya’nın savaşa fiilen dahil olmasından sonra oluşan tabloyu dikkatli okumak gerekmektedir.
Suriye muhalefetinin unsurlarını ayrıştırıcı, mahkum edici bir dil yerine, direnişi 6 yıldır yaşadıkları çetin imtihanlar eşliğinde anlamaya çalışıp istikamet üzere bağımsız adımlarını sahiplenmek ve hiçbir reelpolitik duruma hakkını yedirmemek bilinciyle adil bir şekilde bakmalıyız. Direniş unsurları arasındaki anlaşmazlıklarda bize düşen, aralarındaki sorunları çözüp bağlarını güçlendirme temennisi taşımaktır. Taraf tutmak değil.
Türkiye’nin bugüne kadar sürdürdüğü mazlumdan yana tutumunu sürdürmesi, Suriye sahasında ortaya çıkan gelişmelere emperyalistlerin beklentilerine göre değil de Suriye direnişinin menfaatine olacak şekilde tutum takınması gerekir. Zira yeni oluşan Heyet Tahrir el-Şam oluşumuna yönelik batının vurmaya çalışacağı “terörist” damgası kabul edilecek olursa bu durum ileride Türkiye açısından Suriye Direnişini tamamen kaybetme ve Suriye sahasında hepten etkisizleşme ihtimalini barındırmaktadır.
Özellikle Halep sonrası ortaya çıkan ve gittikçe derinleşen Rusya-İran anlaşmazlığı güçlü bir Suriye Direnişine yeni kapılar açabilecek fırsatlara gebedir. Güçlü bir Suriye direnişini sahiplenip bağımsız kimliğiyle nitelikli bir diyalog kurmak, güven eksenli daha sağlam ve kazançlı bir yol olarak seçilmelidir. Zira Rusya’nın da Türkiye için güvenilirliği ABD’den fazla değildir.
YAZIYA YORUM KAT