1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. Askeri Cuntalar Gölgesinde Siyaset / 9-12 Mart Ruhu
Askeri Cuntalar Gölgesinde Siyaset / 9-12 Mart Ruhu

Askeri Cuntalar Gölgesinde Siyaset / 9-12 Mart Ruhu

Bağlarbaşı Kültür Merkezi'nde Erkan Şen ve Musa Üzer'in sunumu ile 'Askeri Cuntalar Gölgesinde Siyaset' konulu bir panel yapıldı.

10 Mart 2014 Pazartesi 16:56A+A-

HAKSÖZ-HABER

Bu hafta sonu yapılan söyleşi-panel-sempozyum programlarının neredeyse tamamı 8 Mart dolayısıyla “kadın, kadına şiddet, kadınların eğitimi” gibi tartışmalara teksif edildi. Biraz popüler bir tartışma zemini biraz iktidardaki “dinci-ataerkil” AK Parti Hükümetine çakma vesilesi olsun diye ama belki daha fazlasıyla yakın siyasi tarihin çirkin sayfaları ve aktörleriyle yüzleşmemek için 9-12 Mart askeri cuntalarına ait tartışmalara neredeyse hiç yer verilmedi.

Neyse ki Üsküdar Belediyesi tarafından Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde Av. Erkan Şen ve Haksöz Dergisi yazarlarından Musa Üzer’in katıldığı bir programda Türkiye’de siyasete ve toplumsal kesimlere sirayet etmiş darbecilik hastalığına dair önemli bir başlık açıldı. Gençlik hareketleri üzerinden sol görünümlü darbecilik-ihtilalcilik stratejisinin nasıl bir çirkin miras bıraktığını gözler önüne seren programda konuşmacılar tarafından önemli bazı isim, kurum ve yayınlara dikkat çekildi. Enteresan bir biçimde yakın siyasi tarihi ısrarla tekerrür ettiren, yaptıkları skandal niteliğindeki eylem ve söylemlerden pişman olmayıp kahraman edasıyla şehir efsaneleri üreten Kemalist-sol geleneğin tutarsız çizgisine dikkat çekildi.

Programın ilk konuşmacısı yüksek lisans tezini de 9-12 Mart süreci bağlamında tamamlamış olan Erkan Şen’di. Şen, önce bu konunun yakın siyasi tarihteki köklerine dikkat çekti. Aydınlanma-ilerleme-pozitivizm ideolojisi bağlamında neşet eden Türk ulusçuluğu ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin toplumsal ve siyasal tarihte oynadığı role atıflar yaptı. Özetle Şen, şu hususları vurguladı:

1960'lı yıllar, Türkiye solunun gelişim süreci açısından önemli yıllardır. Doğan Avcıoğlu'nun genel yayın yönetmenliğini yaptığı ve dönemin sol aydınlarının yazdığı Yön Dergisi bu dönemde kurulmuştur. Ayrıca Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile sol sendikacılığın önemli kurumu Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DISK) bu dönemde kurulmuştur.

Dönemin en fazla tartışılan konusu Milli Demokratik Devrim (MDD) tezi olmuştur.
1966 yılında TİP içinde MDD tartışması yoğunluk kazanmış ve bir sonraki yıl da MDD grubu ayrılarak Türk Solu dergisini kurmuştur. MDD grubunun temsilciliğini Mihri Belli yaparken grubun ana gövdesini İstanbul ve Ankara'da okuyan üniversite öğrencileri oluşturuyordu.

MDD tezine göre, Türkiye'de sınıf siyaseti yerine milli bir siyaset izlenmeliydi. Esas çelişki, burjuva proletarya mücadelesi değil, emperyalizm-antiemperyalizm mücadelesiydi. Bu yüzden de mücadelede öncü güç proletarya değil "zinde güçler" yani asker-sivil aydın zümreydi. Bu tezin sahiplerine göre, parlamentoculuk Türkiye'yi geriye götürmüş, feodal ve gerici güçler egemen olmuştu. Bunun yerine planlı bir kalkınma yolu izlenmeli ve özel teşebbüs tasfiye edilmeliydi.

1969 yılında Doğan Avcıoğlu'nun yönetiminde Devrim dergisinin kurulmasıyla beraber MDD tartışmaları daha fazla yoğunluk kazanmaya başladı. Devrim dergisi, asker ve solcu öğrencilere yönelik yayınlar yaparak 9 Mart 1971 sol cuntasının karargahı işlevini görüyordu.

Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ile Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur'un liderliğini yaptığı cuntanın sivil kanadını ise, Cemal Madanoğlu, Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk ve arkadaşları oluşturuyordu.

Numan Esin, İrfan Solmazer, Orhan Kabibay gibi MBK üyeleri de ordu içindeki cuntayla bağlantılı olarak sivil alanda faaliyetler yürüyordu.

Doğan Avcıoğlu grubu, cunta sonrasının sivil kadrolarını oluşturmaya çalışıyorlardı. Buna yönelik darbe sonrasında kurulacak hükümetin bakanlar kurulu listesini hazırlayıp, anayasa taslağı oluştuyorlardı. Amaçlanan şey, 27 Mayıs'ta yarım kalan işi tamama erdirmek "devrimi tamamlamak"tı. "Devrim"den kasıt, Baas tipi bir yönetim modeliydi. Darbe sonrası için düşünülen anayasada devrim mahkemeleri kurulması öngörülüyor ve "Devrim Partisi" liderliğinde bir tek parti rejimi kurulması amaçlanıyordu.

9 Mart 1971'de Hava Kuvvetleri Komutanlığı Karargâhında düzenlenen toplantıdan darbe kararı çıkması bekleniyordu. Bütün hazırlıklar buna göre yapılmıştı. Ancak Faruk Gürler ile Muhsin Batur'un son anda karar değiştirmesi sonucu darbe gerçekleşmedi ve 3 gün sonra hükumete muhtıra verildi. Böylelikle Türk tipi bir Baas rejiminin kurulması engellenmiş oluyordu. Ancak öte taraftan, askerin siyaset üzerindeki gölgesine kalıcılık kazandırılıyordu.

Şen’in konuşmasını tamamlamasının ardından Musa Üzer söz aldı.

Türkiye’de siyasal-sosyal olayın tanımı, tespiti ve değerlendirilmesi boyutunda sol-sosyalist bir hegemonyanın olduğunu belirterek sözlerine başlayan Musa Üzer, tarihin de tamamen propagandist mantıkla yeniden yazıldığını vurguladı. Darbe tarihine ilişkin tartışmalarda ve siyasal tarih çalışmalarda sol-sosyalist baskı ve yönlendirmesiyle 9 Mart Cunta tarihinin ya yok sayıldığını ya da geçiştirilmeye çalışıldığını söyleyen Musa Üzer, bunun bütün olaylar için geçerli olduğunu vurguladı. Geçtiğimiz yıl Halil Berktay’ın başlattığı “1 Mayıs Katliamı” tartışmasını hatırlatan Üzer, Berktay’ın dürüst bir şekilde sol gruplar arası bir çatışmanın eseri olan 1977 yılının 1 Mayıs katliamıyla ilgili tarihi gerçekleri ortaya koyması karşısında linç kampanyası başlatıldığını aktardı.

Musa Üzer özetle şunları söyledi: Sol-sosyalistler ile Kemalistlerin ittifakının somut bir tezahürü olan 9 Mart Cuntası başarılı olsaydı eğer bir Baas rejimi altında yaşanıyor olacaktı. 1952’de Nasır, 1968’de Saddam, 1969’da Kaddafi, 1963-1970’de Hafız Esed’in yaptıkları darbelerin Türkiye’de cuntacılara ilham kaynağı oldu. Aydınlanmacı, pozitivist, ilerlemeci, şabloncu yaklaşım ve teorik çerçeveden dolayı Türkiye’de sol-sosyalist ve Kemalist ittifakın rejimin kuruluş yıllarından itibaren gerçekleştiği. 60 ve 70’lerin “devrimci” kuşağı da bu bağlamda Kemalizm’in ürünüdür. Sivil siyaseti ortadan kaldıran 27 Mayıs Darbesi’ne sol yıllarca Devrim dedi. Dönemin sosyalist aydınlarının 27 Mayıs ihtilalcilerine övgü, takdir ve destek dolu utanç verici yaklaşımlarına dair örnekler çoktur.

Kemalist perspektifin tipik bir tezahürü olan Doğan Avcıoğlu’nun “Türkiye’nin Düzeni” kılavuzluğunda, İlhan Selçuk “abi” taktik-stratejik önderliğinde, “Ordu-Gençlik el ele” sloganı öncülüğünde cunta çalışmaları yapıldı. Sol-sosyalistler arasındaki Milli Demokratik Devrim (MDD) ile Sosyalist Devrim ayırımında MDD açık bir şekilde darbecilik yaparken ve dönemin sol önderlerinin çoğu bu oluşum içerisinde bulundu. Sosyalist Devrim’in de Kemalizm’e çok uzak olmadığına dair örnekler çoktur. 12 Mart muhtırasının beklenen sol-Kemalist darbe olduğunu zanneden Dev-Genç, DİSK, Fakir Baykurt’un başkanı olduğu Türkiye Öğretmenler Sendikası başta olmak üzere dönemin sol kurum ve önderlerinin 12 Mart’ı selamlayan açıklamaları solun darbecilik tarihine dair çirkin sayfalardır. Bugün Ertuğrul Kürkçü, Oğuzhan Müftüoğlu gibi sol temsilcilerin bu kirli geçmişlerini inkâr etmeye kalkıyorlarsa da yapılan onca icraata ve yazılan onca teze rağmen durumu kurtarmaları mümkün değil. Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan başta olmak üzere 12 Mart döneminde ortaya konulan eserler ve özellikle mahkeme savunmalarını bu yönde bir çok örnek barındırmaktadır. Solun Kemalizm’le ideolojik ve örgütsel ittifakının bu açıklamalarda net bir şekilde görülebilir.

90’lar sonrası İslamcılığın yükselişi ile birlikte Müslüman halkı geri, Kemalizm’i ilerici gören sol-sosyalistler, sistem-Müslümanlar çatışmasında hiç sıkılmadan ve de zorlanmadan Kemalizm’den yana tavır aldılar. 28 Şubat’tan 2007 Cumhuriyet mitingine kadar sol-sosyalistlerin söylem ve eylemleriyle bu çatışmada ezenlerin yanında durdular. 2003-2007 arasındaki darbe planlarının başarısızlığa uğramasıyla yeni ama eski, bildik taktik-stratejinin devreye sokuldu. 27 Mayıs ve 12 Mart öncesi süreçlerde uygulanan “sivil dikta”, “toplumsal kutuplaşma ve çatışma”, “kardeş kavgası”, “hunharca katledilen gençler” edebiyatıyla sivil siyasetin tıkanıp çözülmesi ve zinde güçlerin devreye girmesine çalışıldı. Ergenekon ve Balyoz süreçleriyle zindeliğini kaybetmiş askeri bürokrasi gerçeğinin Türkiye’de sol-sosyalist ve Kemalist grupları “Gezi” arayışlarına itti. Ellerindeki medya gücü, sermaye desteği, kültür-sanat alanındaki hegemonyanın yansımasıyla kaş göz arasında Baudrillard’ın simülasyon teorisine uygun bir şekilde “devrim” yapmaya çalıştılar.

Sivil siyaseti ilerici askeri bürokrasi unsurları sayesinde devirme şansını yitirenler, sol geçmişten gelen Mehmet Altan, Cengiz Çandar, Şahin Alpay, Murat Belge, Hasan Cemal gibi ak saçlı liberallerin teorik katkılarıyla “sivil dikta”yı yıkmaya çalıştıklar. 17 Aralık süreciyle birlikte de sol-Kemalist ittifakın “dinci” cepheden önemli bir destek aldı. Yargı ve emniyet bürokratik güçleri aracılığıyla sivil siyaset vesayet altına alınmaya çalışıldı.

Program soru-cevap faslından sonra nihayete erdi.

img_2333[1].jpg

img_2342[1].jpg

img_2343[1].jpg

HABERE YORUM KAT