Asker ya değişecek ya değişecek…
Üç gelişme önemli. Her şeyden önce basından sivil toplum kuruluşlarına, iktidardan muhalefete askerin eylem planı tepki gördü, ortak bir tavırla askerin siyasete müdahalesine ve bu tarz gayri meşru yapılanmalarına itiraz edilmesi önemlidir.
İkincisi askeri siyasi eylem niyeti ağır bir toplumsal baskıya maruz kaldı.
Üçüncüsü askeri savcılığın devreye girmesi ve hükümetin girişimiyle siyasi-yargısal bir denetim mekanizması sembolik de olsa devreye girdi.
Osmanlı bir askeri imparatorluktu, Türkiye ise bir askeri cumhuriyet olarak kuruldu. Askerin devlet içindeki özerk ve denetleyici konumu cumhuriyet tarihi boyunca çeşitli yollar, biçimler ve girişimlerle genişledi, pekişti.
1920'den 1940'a giden Batı'da liberalizmin her yönüyle kriz yaşadığı, devletçiliğin, askercil tutumların öne çıktığı yıllarda askerin Türkiye konumu dokunulmazdı.
Savaş sonrası başlayan soğuk savaş döneminde orduların önemli bir yeri oldu. Yunanistan, Portekiz, İspanya, Afrika, Ortadoğu, Latin Amerika askeri rejimlerle yaşadı. 1980'lerle birlikte denge değişmeye başladı, askerin siyasetteki rolü adım adım meşruiyetini kaybetti, askercil rejimler parmakla gösterilecek kadar azaldı.
2000'li yıllarda bu global dalganın etkileri Türkiye'ye de ulaştı.
İç sorunlar, çatışmalar, güç dengeleri, siyasi iktidarların ötesinde ve üstünde, Türkiye'nin son yıllarda ana konusu aynı: Asker ve siyaset.
10 yıllık öykü sadece askerin siyasete müdahale girişimlerinin öyküsü değil, aynı zamanda bir sivilleşme sürecinin öyküsü.
Öylesine ki, 28 Şubat dışında, askerin siyasete yönelik açıklama, andıç, e-muhtıra, eylem planlarıyla yaptığı müdahale girişimlerinin hemen tümü söz konusu sivilleşme sürecine verilen tepkilerdir.
27 Nisan muhtırasında, 2007'de karargâh politikası değişiminde, Ergenekon'a ve Şemdinli'ye verdiği tepkide de asker temel olarak siyasi rol ve ağırlığını korumak için hamle yapmıştır.
Son andıç sadece belge olarak değil, tetiklenen bir tartışma olarak da aynı duruma gönderme yapıyor. Askerin siyasetteki yeri, konumu, meşruiyeti her yönüyle tartışılıyor, askeri kurumun içinin denetlenmesi gereği telaffuz edilmeye başlıyor.
Değişim sürecinin iniş çıkışlarını ve sıkıntılarını yaşıyoruz…
Durum bir yönüyle böyledir…
Böyle olunca ortaya çıkan belge sahte mi, az sahte mi tartışmalarının değeri azalır.
Bu ya da başka bir belge, bu ya da başka bir durum hep mevcuttur ve sorun askerin siyasi alana yaptığı çıkışlardır.
Önemli olan da bu çıkışların meşruiyetine, hatta varlığına verilen her geçen gün dozu artan tepkilerdir.
Bu tepki 27 Nisan muhtırasına da verildi. 22 Temmuz'da alınan yüzde 47'lik oy askerin siyasi girişimlerine verilen büyük bir toplumsal yanıt oldu.
Özet: Siyaseten ve iç siyasi rolü açısından yıpranıyor asker, bu rolü sürdürmeye çalıştıkça da yıpranmaya devam edecek…
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un arka arkaya yaptığı siyasi meselelere hâkim, ordunun imajını tamir etmeye çalışan devlet adamı vari çıkışları da işe yaramıyor.
Askerin önünde iki yol vardır:
Ya kendisini sorgulayacak, siyasi yerini kabul edilebilir noktaya çekecek ve değişecek…
Ya da bir gün iç bünyesine demokrasi ve hukuk neşterinin oldukça sert bir biçimde atıldığını görecek ve bu süre boyunca örselenecek, bu durum elbet ülkeyi de örseleyecek.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT