
Aşkenazi-Sefarad çatışması ve İsrail'in geleceği
Görünürde olası bir uzlaşma yokken, İsrail'de iç savaş gerçek bir olasılık haline geliyor. Belki de eli kulağındadır.
Ramzy Baroud’un Middle East Monitor’da yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.
“İç savaş” ifadesi bugün İsrailli siyasetçiler tarafından kullanılan en baskın terimlerden biri. İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un basit bir uyarısı olarak başlayan bu ifade artık İsrail'in ana akım siyasi toplumunun büyük bir kısmı için kabul edilen bir olasılık. Eski Başbakan Ehud Olmert 24 Mart'ta New York Times'a verdiği röportajda “İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu hayatta kalmak için her şeyi feda etmeye hazır ve bir iç savaşa insanların fark ettiğinden daha yakınız” dedi.
Korkulan iç savaşın İsrail'deki siyasi kutuplaşmayı yansıttığı varsayılıyor: savaş, hükümetin rolü, yargı, bütçe tahsisleri ve diğer konulardaki güçlü görüşlerle bölünmüş iki grup. Ancak bu tam olarak doğru değildir.
Uluslar siyasi çizgiler doğrultusunda bölünebilir, ancak kitlesel protestolar ve güvenlik güçlerinin baskıları bir iç savaşın yakın olduğunu göstermez.
İsrail'de iç savaşa yapılan atıflar, ülkenin tarihsel bağlamından ve sosyal-etnik yapısından kaynaklanmaktadır. Önemli ancak büyük ölçüde gizlenen bir CIA raporu - “İsrail: Sefarad-Aşkenaz Çatışması ve Sonuçları” başlıklı rapor, derin sosyo-ekonomik ve dolayısıyla siyasi bölünmelerin yaşandığı bir ülke için gelecek senaryolarını detaylandırması bakımından adeta bir kehanet niteliği taşıyor.
Rapor 1982 yılında hazırlanmış ancak ancak 2007 yılında yayınlanabilmiştir. Rapor, o dönemde Menachem Begin liderliğindeki Likud Partisi'nin Knesset'te 48, İşçi Partisi'nden Şimon Peres'in ise 47 sandalye kazandığı 1981 İsrail seçimlerini takip ediyordu.
Aşkenaz (Batılı) Yahudiler on yıllar boyunca İsrail'de iktidarın tüm yönlerine hâkim olmuşlardı. Bu hâkimiyet anlamlıydı: Siyonizm esasen Batılı bir ideolojiydi ve devletin tüm unsurları - askeri (Haganah), parlamenter (Knesset), kolonyal (Yahudi Ajansı) ve ekonomik (Histadrut) - büyük ölçüde Batı Avrupalı Yahudilerden oluşuyordu.
Sefarad ve Mizrahi Yahudileri, yani Orta Doğu Arap kökenli Yahudiler, İsrail'e çoğunlukla tarihi Filistin'in yıkıntıları üzerinde kurulduktan sonra geldiler. O zamana kadar Aşkenaziler, İsrail'in siyasi ve ekonomik kurumlarını kontrol ederek, baskın dilleri konuşarak ve önemli kararları alarak hâkimiyetlerini çoktan kurmuşlardı.
Begin'in 1977'deki ve 1981'deki seçim zaferi, Aşkenaz hâkimiyetine karşı verilen zorlu ve çetin bir mücadeleydi. Dini partiler de dâhil olmak üzere çeşitli sağcı grupların koalisyonu olan Likud, dört yıl önce Aşkenaz olmayan bir siyasi gündemle kurulmuştu. Likud, uç ideolojik ve etnik grupların şikayetlerine hitap ederek ve bunları manipüle ederek Aşkenazilerin hâkim olduğu İşçi Partisi'ni iktidardan uzaklaştırmayı başardı.
1981 seçimleri İşçi Partisi'nin iktidarı ve dolayısıyla sınıf egemenliğini yeniden kazanmak için umutsuz bir girişimiydi. Ancak neredeyse mükemmel olan ideolojik bölünme, İsrail siyasetinin etnik düzenlerin hâkimiyetine girdiği birçok seçim -ve gelecek on yıllar- boyunca İsrail'i yönetecek olan yeni kuralı vurgulamaktan başka bir işe yaramadı: Doğu'ya karşı Batı, dini fanatizme karşı milliyetçi aşırılık, çoğu zaman “liberal” olarak maskelenmiş olsa da ve benzerleri.
O zamandan beri İsrail, iç bölünmelerle başa çıkmak için dış krizleri ya yönetti ya da daha doğru bir ifadeyle üretti.
Örneğin, 1982'de Lübnan'a karşı başlatılan savaş, en azından bir süreliğine, İsrail'in değişen toplumsal dinamiklerinin dikkatinin dağılmasına yardımcı oldu.
Begin ve destekçileri İsrail siyasetini yeniden şekillendirse de, Aşkenazi liderliğindeki kurumların köklü hâkimiyeti, Batılı liberallerin ordu, polis, Shin Bet (iç güvenlik istihbaratı) ve diğer birçok sektör üzerindeki kontrollerini sürdürmelerine izin verdi. Sefaradların siyasi dirilişi esas olarak İsrail'in işgal altındaki Filistin topraklarındaki yasadışı yerleşim yerlerini doldurmaya ve dini kurumlara yönelik ayrıcalıkları ve fonları artırmaya odaklandı. Begin'in 1977'deki zaferinden sonra Sefaradların gücünü artırması ve kilit askeri ve siyasi kurumlar üzerinde hâkimiyet kurması yaklaşık yirmi yıl aldı.
Netanyahu'nun 1996 koalisyonu, İsrail'in en uzun süre görev yapan başbakanı olarak yükselişinin ve Sefarad ve Mizrahi ittifaklarıyla koalisyon kurmasının başlangıcı oldu. Bu yeni keşfedilen gücü korumak için Likud'un siyasi çekirdeği değişmek zorunda kaldı, çünkü Sefarad ve Mizrahi temsili İsrail'in artık baskın olan partisi içinde katlanarak arttı.
Netanyahu'nun o günden bu yana İsrail siyasetini dezavantajlı sosyo-ekonomik, dini ve etnik grupların mağduriyetlerini manipüle ederek yönettiğini söylemek doğru olsa da, CIA belgesinde doğru bir şekilde öngörülen İsrail'deki köklü değişimin ülkenin kendi dinamiklerine bağlı olarak gerçekleşmesi muhtemeldi.
Yine de Netanyahu ve müttefikleri İsrail'in dönüşümünü hızlandırdı. Aşkenaz gücünü kalıcı olarak marjinalleştirmek için, İsrail'de kuruluşundan bu yana var olan denge ve denetleme sistemini değiştirmekle başlayarak, büyük ölçüde Avrupalı Yahudilerin hâkimiyetinde olan tüm kurumların kontrolünü ele geçirmeleri gerekiyordu.
Böylece İsrail'deki savaş, Gazze'deki İsrail soykırımından önce başladı.
Aşağı yukarı Netanyahu'nun Yüksek Mahkeme'ye isyan etmesi ve Mart 2023'te eski Savunma Bakanı Yoav Gallant'ı görevden alma girişimiyle başladı. Bunu takip eden İsrail'deki kitlesel protestolar büyüyen uçurumun altını çizdi. Gazze'deki savaş bu bölünmeleri daha da derinleştirdi, Netanyahu ve müttefikleri tüm suçu üzerlerinden atarak 7 Ekim olaylarını ve ardından gelen başarısız savaşı siyasi rakiplerini ortadan kaldırmak için bir fırsat olarak kullandılar.
Bir kez daha gözlerini yargıya çevirerek, Batılı Siyonistlerin öngördüğü gibi İsrail'in tamamen farklı bir siyasi düzene dönüşmesini sağlamak için sistemi yeniden düzenlediler. Aşkenaziler siyasi güçlerinin çoğunu kaybediyor olsalar da ekonomik kartların çoğunu ellerinde tutmaya devam ediyorlar ve bu da yıkıcı grevlere ve sivil itaatsizliğe yol açabilir.
Netanyahu ve destekçileri için bir uzlaşma mümkün değil çünkü bu sadece 1980'lerin başında başlayan dengeleme hareketinin geri dönüşüne işaret eder. Aşkenazi güç tabanı için ise boyun eğmek David Ben-Gurion, Chaim Weizmann ve diğerlerinin öngördüğü şekilde İsrail'in sonu, yani Siyonizm'in sonu anlamına gelecektir.
Görünürde olası bir uzlaşma yokken, İsrail'de iç savaş gerçek bir olasılık haline geliyor. Belki de eli kulağındadır.
* Ramzy Baroud, bir gazeteci ve Palestine Chronicle'ın editörüdür.
HABERE YORUM KAT