Asimilasyon uygulayan kim?
Başbakan Tayyip Erdoğan, son Almanya ziyareti sırasında orada yaşayan Türklere Almanca'yı öğrenmeleri, sosyal ve siyasal hayata katılmaları, ama Türk kimliklerinden asla vazgeçmemeleri çağrısı yaptı.
"Entegre olun, asimile olmayın... Asimilasyon insanlık suçudur." dedi. Almanya'da Türkçe öğretim yapan okullar açılmasını, bunlara Türkiye'den öğretmen gönderilebileceğini söyledi. Başbakan'ın sözleri birçok soruyu gündeme getirdi. Ama önce şunu soralım: Asimilasyon ve entegrasyon ne demek?
Asimilasyon, kimlik ve kültürle ilgili bir kavram. Bir ülkedeki yerli ya da göçle gelen azınlıkların kimlik ve kültürlerinin, çoğunluk kimlik ve kültürü içinde eriyip kaybolması anlamına gelir. Asimilasyon gönüllü ise, yani örneğin ABD'de olduğu gibi, göçmenlerin kendi arzularıyla çoğunluk kimlik ve kültürünü benimsemeleri, Amerikan "pota"sında erimeleri sonucu gerçekleşiyorsa, tabii ki bir "insanlık suçu"ndan söz edilemez. Ama dünyada pek çok örnekte görüldüğü gibi, çoğunluk kimlik ve kültürünün başlıca eğitim ve diğer yollardan azınlıklara dayatılması durumunda ("kültürel soykırım" kavramıyla da ifade edilen) bir tür "insanlık suçu"ndan söz edilebilir.
Başbakan, "asimilasyon insanlık suçudur" diyerek, Türkiye'de 1991'de Kürtçe yasağının kalkmasına, AB'ye katılım sürecinde Kürtçe eğitim ve yayına izin verilmesine rağmen bugün de sürmekte olan asimilasyon ağırlıklı kimlik politikalarıyla arasına sınır mı çekiyor; yeni bir kimlik politikasından yana olduğunun işaretini mi veriyor? İsterdim, ama sanmıyorum. Zira son Diyarbakır ziyareti sırasında kamu okullarında seçmeli Kürtçe dersi okutulması, üniversitelerde Kürdoloji enstitüleri açılması önerilerini dahi olumsuz karşıladı. Tahminim, Başbakan'ın bu defa da, sık sık yaptığı üzere, sözünün nereye gideceğini düşünmeden konuşmuş olduğu. Sözünün nereye gittiğini de en iyi Tarhan Erdem açıkladı. (Radikal, 14 Şubat)
Peki, Almanya'nın politikası nedir ki Başbakan, orada yaşayan Türklere "asimile değil entegre olun" diyor? Alman politikası, kalıcı oldukları anlaşılana kadar, esas olarak, Türklerin Almanya'ya fazla ısınmadan ülkelerine dönmelerini hedefledi; ne Almanca öğrenmelerine, ne de beceri edinmelerine yardımcı olundu. Kalıcı oldukları anlaşıldıktan epey sonra ancak (bunu nasıl başarabilecekleri konusunda hâlâ arayış halinde olmalarına rağmen) entegrasyona ağırlık veren bir politikaya yönelindiği söylenebilir. Almanya'da Türk dili ve kültürü üzerinde herhangi bir yasak, asimilasyona zorlama söz konusu olmadığı ise muhakkak. Dolayısıyla Almanya'nın böyle bir suç işlemesi de söz konusu değil.
Almanya'da yaşayan Türklere gelince: Asimile olmaları hayli zor. Zira globalleşmenin getirdiği imkânlarla (ulaşım, iletişim) ana yurtları ve kültürleriyle bağları güçlendi. Ama giderek büyüyen bir kesimi, (en azından "işlevsel" bakımdan) Almanya'ya entegre, dil biliyor, iş güç sahibi ve uyum sağlamış durumda. Bunların önemli bir kısmı da giderek çift-kimlikli, çift-uyruklu olmakta.
Erdoğan'ın önerdiği Türkçe öğretim yapan okullar açılması ve Türkiye'den öğretmen gönderilmesi, Türklerin entegrasyonuna yararlı olur mu? Bu iyi araştırılması gereken bir konu. Almanya'da Türklere karşı ırkçılığın alevlenme işaretleri verdiği bir ortamda Başbakan Erdoğan'ın, Alman yetkililerin canını sıkan önerilerde bulunmak, sözler etmek yerine, onlara ırkçılık ve ayrımcılıkla kararlı mücadele, Türklerin entegrasyonuna daha büyük kaynak ayrılması çağrılarında bulunması çok daha isabetli olmaz mıydı?
Burada asıl söylenmesi gereken ise şu: Gerek Almanya'nın (ve genel olarak AB'nin), gerekse Türkiye'nin kimlik ve kültür politikalarını, asimilasyon ve tekkültürcülükten (insan haklarından ödün vermeyen türden) çokkültürcülüğe ve entegrasyona, tek-kimliklilikten çok-kimlikliliğe, tek-uyrukluluktan çok-uyrukluluğa doğru çevirmeleri zamanı geldi, geçiyor. AB'nin ruhu bu ("çeşitlilik içinde birlik") değil mi? Hayat buna zorlamıyor mu?
Zaman gazetesi
YAZIYA YORUM KAT