"Artık hiçbir sınır güvende değil"
Biliyorsunuz, Uluslararası Avrupa Adalet Divanı geçtiğimiz günlerde birçok ulus devlet yönetiminin yüreğini hoplatacak bir karar verdi.
Birleşmiş Milletler'in en yüksek yargı organı Lahey Adalet Divanı, Kosova'nın 2008 yılında ilan ettiği tek taraflı bağımsızlık kararının 'meşru' olduğuna hükmetti.
Kararın önemi, Lahey'deki mahkemenin 'coğrafi bir bölünme' konusunda aldığı 'ilk karar' olması... Dolayısıyla toprak bütünlüğünden emin olmayan birçok ulus devlet telaşa düştü: "Ya bizimkiler de ayrılmaya kalkarsa..."
Sırbistan Dışişleri Bakanı Vuk Jeremic'in karardan önce yaptığı şu uyarı "ortak korku"yu iyi ifade ediyordu bana kalırsa: "Mahkeme tek taraflı bir ayrılığın meşruiyetini desteklerse, dünya üzerinde içinde ayrılıkçı isteklerin barındığı hiçbir sınır artık güvende olmayacak."
İşte ulus devlet yöneticilerinin en büyük yanılgısı da bu zaten...
Onlar toprak bütünlüklerini ve sınır güvenliklerini bir takım yasal düzenlemelere, mahkeme kararlarına, kısıtlama ve yasaklamalara borçlu olduklarını sanıyorlar. Dolayısıyla mahkemeler öyle değil de böyle karar alırsa ya da bir yasa değişikliğine gidilirse sınırlarının tehlikeye düşeceğini, birtakım grupların ayrılmaya "niyetleneceğini" düşünüyorlar.
Gerçekte, "ayrı devlet kurma" talebi, ivmesini ya da meşruiyetini böyle mahkeme kararlarından değil o ülkede yaşayan halkın -ve tabii uluslararası kamuoyunun- vicdani kanaatinden alır. Mahkeme kararları vapur istimi gibidir, arkadan gelir.
Kosova'nın bağımsızlık kararını ele alalım...
Aslında bu karar meşruiyetini bundan çok önce Milosoviç'in kasapları yüz binlerce insanı toplu katliama tabi tuttukları, sürdükleri zaman kazanmıştı. Dünyanın her yerindeki vicdanlı insanlar, böyle bir soykırımdan sonra bu iki halkın bir arada yaşayamayacağına kendi vicdanlarında hükmetmişti. Lahey'de olan sadece bu kararın teyit edilmesi oldu.
Dolayısıyla, Lahey Adalet Divanı kararından kimsenin endişelenmesi ya da rahatlaması için bir sebep yok. Ülkelerin sınırları bu karardan önce ne kadar güvenli ya da güvensizse, bu karardan sonra da o kadar güvenli ya da güvensiz olacak.
X x x
Peki nedir, ulus devlet sınırları içinde yaşayan bir grubun kendi devletini kurma talebinin vicdanlarda meşru hale geldiği nokta?
Bu, teoride çok tartışılan bir mesele...
Bazıları, "bir ülkede yönetimin seçimle el değiştirmesi imkânı olduğu sürece ayrılma talebi yeteri meşruiyete sahip değildir" gibi bir ölçü koyuyor. Yani o ülkede serbest seçimlerin yapılabildiği ölçüde bir demokrasi var olduğu sürece, ezilen azınlığın durumunu demokratik mücadele ile değiştirebilme imkânının da olduğunu varsayıyor, dolayısıyla ayrılmasına neden olmadığını iddia ediyorlar.
Buna karşılık ayrılmanın herhangi bir koşula bağlı olmayan, mutlak ve aslî bir hak olduğu görüşünde olanlar da var. Bunlar herhangi bir etnik ya da dini kimlik grubunun -bağımsız bir idarî birim kuracak kadar büyük olan bir bölge söz konusu ise- bağlı olduğu devletin hiç bir baskısına ya da ayrımcılığına uğramamış olsa bile, o devletten tek taraflı olarak ayrılma hakkına sahip olduğunu savunuyorlar. Zira bu görüşe göre "Devlet ancak varlığı yönetilenlerin rızasına dayandığı ölçüde meşrudur ve insanların kendi tercihlerinin eseri olan bir devlete sahip olmak istemeleri gayet doğaldır."
Doğrusu ben kendimi bu ikinci görüşe yakın görüyorum.
Bu ilişkiyi (biraz demode kaçacak ama) Lenin'in yaptığı benzetmeyle bir evlilik ilişkisine benzetiyorum. Ve tıpkı evlilik söz konusu olduğunda savunduğum gibi, aynı devlet çatısı altında yaşayan farklı unsurların birliğinin de ancak gönüllü bir ilişki ise yürüyebileceğine; aynen
evlilikte olduğu gibi bu ilişkide de "boşanmak" için tek tarafın talebinin yeterli sayılması gerektiğine inanıyorum.
Şu bir gerçek ki, bugünkü devletlerin çoğunluğu gerçek anlamda rızaya dayanmıyor (baba zoruyla evlilik) ve mevcut sınırları da adil bir biçimde çizilmemiş. Bu yüzden, kimi devletlerin "gönüllü birliktelikler" halini alması için belki bazı ülkelerin biraz çalkalanması kaçınılmazdır.
Ama öte yandan, insanların bugünkü tercihlerini belirleyen şey genellikle geçmişte yapılmış haksızlıklar değil, bugün hayatlarından memnun olup olmadıklarıdır.
Dolayısıyla, bağlı olduğu devletin hiçbir baskısına uğramamış toplumsal kesimlerde -eğer çoğunluk iradesi özgür bir biçimde ölçülebilirse- kararın birlik yönünde çıkması neredeyse garantidir.
Özetle, Kimse Lahey'den çıkan karara bakıp tasalanmasın ya da umutlanmasın. Hayatından memnun olan kimse Lahey'den çıkan karara bakmaz. Hayatından memnun değilse de Lahey'den bu karar çıkmasa da ayrılmayı kafasından çıkartıp atamaz.
BUGÜN
YAZIYA YORUM KAT