Arş-ı âlâya ulaşan zulüm karşısında eyleme çağıran söz
“Gazzeliler bombalamalarda ölmeleri halinde kimliklerinin tespit edilebilmesi için çocuklarının kollarına ve bacaklarına isimlerini yazmaya başladı”.
Düşünün bir anne-babasınız henüz hayatta olan, canlı kanlı karşınızda duran evladınızın ölümünü bu kadar muhtemel ve yakın görüyorsunuz… Küçük bedeni bombalar altında kalıp cesedi tanınmaz hale geldiği takdirde kim olduğu belli olsun diye koluna ya da bacağına ismini yazıyorsunuz… İnsanlık tarihinde yazının kullanım amaçları arasında herhalde bundan daha çarpıcı olanı yoktur...
***
“Filistinli doktorlar ise yaşanan saldırı hakkında açıklamayı katliamın gerçekleştiği hastanenin ortasında yaptılar. Tüm dünyanın yaşananlara şahit olması için bedenleri parçalanmış çocuk, kadın ve erkeklerin ortasına kurulan stanttan…”
El-Ehli Baptist hastanesi katliamının ardından yapılan “tarihin en dehşet verici basın açıklaması”… O görüntü öyle bir kazındı ki zihinlerimize her şey bittiğinde yine de o görüntü bizle kalacak. Mesleği “yaşatmak” olan doktorlar onlarca ölünün arasında çaresizce dünyaya bir katliamı duyurmaya çalıştı. O an kıyamet kopsa yeriydi…
***
Sözün bittiği yerdeyiz. İsrail’in devam eden katliamları karşısında böyle söyleniyor, söylüyoruz… Elhak doğru, söz bitti. Ama bunu demek de bir paradoksa düşürüyor bizi. Sözün tükendiği bir durum yine söz söylenerek ifade edilmiş olunuyor. Anın gerekliliği eylemek çünkü, konuşarak bir yere varılamayacağının görüldüğü yerde eyleme geçmek... Ancak bu paradoksa düşmemiz sebepsiz değil. Şahit olduğumuz şeyin karşısında onu engelleyebilecek vüsatte bir fiil ortaya koymaktan mahrum oluşumuz bizi yine “söz”e irca ediyor. Bu halin tek bir özrü olabilir: Sözümüzün bizi ve muhataplarımızı yeniden gücümüz elverdiğince eyleme davet etmesi, adeta gerili bir yay görevi görüp bizi tekrardan cephe hattına fırlatması… Bulunduğumuz cephe, savaşın sonucuna doğrudan müessir olmasa da bizi en azından savaşın içinde tutması…
İnsan, şairin “alıştığımız bir şeydi yaşamak” dediği gibi bir hayat sürmüyorsa her hal ve şartta söylediği sözün, yaptığı işin, dünyada işgal ettiği yerin bir anlamı olmasını gözetir. Konumuz bağlamında zulüm karşısında anlamını yitirmiş sözler, kısır döngüden ibaret fiillerle yetinemez örneğin. Evet safını belli etmek zulme karşı alınması gereken asgari tavırdır ama bunu yaptı diye görevini yerine getirdiğini düşünüp bir kenara çekilemez. Asli olan zulmü engellemek, en azından bu uğurda çaba göstermektir. Başka bir deyişle safını belli etmek nihai bir fiil değil bir başlangıçtır. Ardından mücadele ve azmin geldiği bir karardır.
***
Herkesin bir şeyler yapabileceği ve de yapmasının elzem olduğu bir noktadayız. Allah resulünün “Yarım hurma ile de olsa kendinizi ateşten koruyun.” (Buhârî, Edeb 34) buyurduğu yerdeyiz. Hz. Peygamberin bu sözü öncelikli olarak malından infak etmeyi öğütlemekle beraber infakı da kapsayan bir şekilde Müslümanın genel olarak elindeki bir imkanı (malı, zamanı, kabiliyeti ilh.) Allah yolunda sarf etmesi anlamını haizdir denebilir. İşte elimizdeki “yarım hurma” neyse onu ortaya koymanın zamanı.
Bu mücadele halihazırdaki güç dengesini göz önüne aldığımızda bize göre sadece konvansiyonel kurumlar ve yollarla da yürütülemez. Bütün dost unsurların mobilize olmasının; düşmana ve destekçilerine zarar verecek, güç dengesini eser miktarda da olsa lehimize değiştirecek her türlü eylemliliğin hayati önem arz ettiği bir aşamadayız. Fahiş hatalardan korunabilmek için yanında yöresinde Müslüman kim varsa onlarla istişare etmeyi ihmal etmeden herkesin bir irade ortaya koyması muhtemel faydaları muhtemel zararlarından daha çok olan bir zaruret hali olarak karşımıza çıkmaktadır. Örgütlü yapılan işlerin etkisinin daha çok olduğu, yapılan işin sonucundan bağımsız olarak insana birçok şey kazandırdığı izahtan varestedir. Ancak yapılabilecek hayırlı amelleri bürokratik işleyişe boğarak azaltmak ya da geciktirmenin de kaybettirdiklerini hesaba katmak gerekir. Siyer kendi başlarına insiyatif alıp verdikleri kararı uygulayan sahabe örnekliğiyle doludur.
Dua, protesto, yürüyüş, boykot, kamuoyu oluşturma, bilinçlendirme, maddi yardım… Bir taraftan hareket sahamızı genişletmeye çalışırken bir taraftan da mevcut imkanlar dahilinde yapılabilecekleri yılmadan usanmadan yapmaya devam etmek gerekiyor. Oturanımız yürüyecek, yürüyenimiz koşacak, koşanımız hızını artıracak ki bu korkunç zulüm karşısında Allah’ın indinde gerçekten bir mazeretimiz olsun.
***
Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemin.
YAZIYA YORUM KAT