Arman'ın başörtüsü…
Ayşe Arman'ın başörtüsü “işi” tartışılıyor… Bizce bu “iş” kalitesi değil meşruiyeti açısından ele alınmalı…
Gazetecinin başörtüsü takıp, pardesü giyip nasıl kaşındığı ve terlediğini anlatmasını, bunu binlerce başörtülü kadının adeta gözlerinin içine bakarak yapmasını başka nasıl karşılamak gerekir?
Son günlerde bazı kalemlerin bizim mahalle-sizin mahalle tartışmasını bir yazı rantı haline çevirmelerini, siyaseti dahi magazinleştirip ucuzlaştırmalarını ibretle izlemeye devam edenlerdenim.
Bunlar karşısında, özellikle başörtüsü gibi konularda, insanı, hakiki insanı dikkate almasında ısrar ediyorum…
Başörtüsü bu açıdan insanı tarif ediyor.
Tüm bu ucuzlaştırma çabalarının karşısında bir anlam derinliği taşıyor.
Sadece bir yaşam alanı değil, bir anlama alanını da oluşturuyor, özellikle değişime ilişkin anlama alanını…
Son yıllarda yapılan araştırmalar kentte yaşayan genç başörtülü kadınların başörtüsüne verdikleri anlamın, anlamlı bir şekilde değiştiğine vurgu yapıyor. Ve bu durum, “başörtüsünün kimliği simgeleyen bir sembol olmaktan uzaklaşıp, salt dini ve kişiye ait sembol haline dönüşmesi”ni ifade ediyor.
Peki bu dönüşüm neye işaret ediyor?
Aslında iki şeye:
1. Din-birey ilişkisinin, din-kimlik ilişkisi kadar önem kazandığına…
2. Kimlik-birey çatışmasının yanında, kimlik-birey ilişkisinin, diğer bir ifadeyle kimlik içi bireyleşme eğiliminin mümkün olabileceğine, olabildiğine…
Bu durumu kişinin aynı anda hem kimliğine sahip çıkması, hem kimliğe kimlik içinden mesafe alması ve onu bir anlamda yeniden kurma çabası olarak tanımlamak da mümkün.
Bu alanda taşıyıcı olanlar özellikle örtülü üniversiteli kızlar…
Üniversite öğrencileri açısından (başını açmak, peruk takmak ya da okumamak gibi) sonuçları ve yaptırımları olan zorunlu “tercih” öne çıkmakta, tercih sırasında alınan destekler ya da yalnız kalışlar, yaşanan sorgulamalar ya da doğrulamalar, deneyimler “irade ve özgürlük” temalarını doğrudan ya da dolaylı bir şekilde birer algı ve kimlik unsuru olarak devreye sokmakta.
Bu önemlidir…
Zira üniversite öğrencileri düzeyinde “inanç-gelenek-dini tutum” ile “fayda-gelecek-özgürlük” arasındaki yırtılmalar, tutum ve tavırda, inanç ve beklentide çoklaşma mantığı çerçevesinde vurgulu bir değişim mekanizmasını tetikliyor.
Bu çerçevede kimlikle ilişkiler hem yoğunlaşmakta, hem biçim değiştirmektedir.
Örnek:
Örtülü gençlerin manevi çöküntü olarak adlandırdıkları “dini sıkıntı”, peruklu ya da açık görüntüleriyle ilgili dile getirdikleri “psikolojik sıkıntı”, dışlanmışlık duygusuyla hissettikleri “sosyal sıkıntı”, kimi zaman kişiliğe kadar ulaşan kimlik travmalarına yol açıyor.
Bu travmaların giderilmesi ise farklı değer sistemlerini bünyelerinde yan yana taşımaları yoluyla oluyor.
Başka bir deyişle seküler ve dini olanı sadece kamusal alan varoluşu açısından değil, kendi iç dünyaları açısından da yan yana getirmeye çalışmaları, kimliklerinin keskin ve ayırıcı unsur ve söylemlerinden uzaklaşmaları şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Tesettür-kimlik ilişkisi açısından öğrencilerin bir “tercih” haliyle karşı karşıya bulunmaları irade, özgürlük temalarını işte bu şekilde devreye sokmaktadır.
Başka bir deyişle yaşanan deneyimler bir “uyum öyküsü” olarak kalmamakta, kimlik içinde kişisel tepki ve duruş mekanizmasını harekete geçirmektedir.
Keşke laik dünya aktörleri ya da bu konuda fikir beyan edenler, ya da biz erkekler bu genç kızların yaşadığı deneyim ve değişimden biraz olsun nasiplenebilsek…
Ayşe Arman bir süre önce Fransızlara anlattıklarımızı kimi Türklere de hatırlatmamıza vesile oldu diyelim…
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT