1. YAZARLAR

  2. Samir Salha

  3. Arap Dünyası Tahran Antlaşması'ndan rahatsız mı?
Samir Salha

Samir Salha

Yazarın Tüm Yazıları >

Arap Dünyası Tahran Antlaşması'ndan rahatsız mı?

25 Mayıs 2010 Salı 00:37A+A-

İran'ın nükleer faaliyetlerine ilişkin tıkanıklığa çözüm bulmak üzere Tahran'da atılan imzalar ve daha sonra bu inisiyatifin arkasında duran üç isim olan İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sonuçtan memnuniyetlerini göstermek üzere ellerini havaya kaldırmaları pek çok ülkeyi kıskandırmış ve bir o kadar da öfkelendirmiştir.

Bu soruna ilişkin olarak aylardan beri denenen ve sonuçsuz kalan çeşitli yöntemler karşısında Türkiye ve Brezilya'nın gösterdiği başarı, daha imzalanan antlaşmaların mürekkebi kurumadan ve ortaya çıkan metnin satır araları tam anlamıyla okunmadan birçok başkent tarafından kuşkuyla karşılanmıştır. Başta Almanya, Fransa ve İsrail olmak üzere pek çok devlet, Tahran müzakerelerinin boşa kürek çekmekten farksız olduğunu, Erdoğan ve Lula da Silva'nın çabalarının İran'a zaman kazandırmak ve Ahmedinejad'ın elini güçlendirmekten başka bir işe yaramayacağını iddia etmişlerdir. Bu ülkeler İran'ın hedefinin uluslararası toplumu oyalamak olduğunu, çözüme yönelik olarak BM'nin yeni bir yaptırım paketini hayata geçirmesi gerektiğini, bunun da ötesinde Nejad yönetimine karşı askerî müdahaleye kadar gidecek seçeneklerin masada tutulmasını savunmuşlardır.

Ankara bu zihniyete cevap vermek ve Tahran Antlaşması'na destek bulmak için başlatmış olduğu yoğun mekik diplomasisini hızlandırmak; dahası atılan adımın barışa yönelik ne denli önemli ve doğru bir hamle olduğu hususunda birçok ülkeyi ve gücü ikna etmek için yeni girişimler başlatmıştır. Brezilya, Türkiye ve İran dışişleri bakanlarının hiç kesintisiz onsekiz saatlik çalışmasıyla şekillendirilen Tahran Antlaşması'nın imzalandığını dünya kamuoyuna duyuran Başbakan'ımız Recep Tayyip Erdoğan, bu gelişmeyi ve Türkiye'nin burada bir yediemin olarak kabul edilmesini bölgemiz ve dünyamız için çok büyük önemi haiz bir adım olarak değerlendirmiştir. Bu bağlamda Tahran Antlaşması, tansiyonu artırarak meseleyi krize dönüştürecek hamlelerin yerine müzakere sürecine katkıda bulunmak amacını ön plana çıkarmaktadır. Başbakan Erdoğan'ın Mısır, Suudi Arabistan, Suriye, Kuveyt, Umman, Libya, Lübnan ve Birleşik Arap Emirlikleri liderlerine Tahran Antlaşması'nda izlenen süreç ile sonuçları bilgilendirmek maksadıyla göndermiş olduğu mektupta altını çizdiği bölgenin nükleer silahlardan arındırılması, meselenin yaptırım yerine diyalog yoluyla çözülmesi gerektiği yönündeki sözleri, Türkiye'nin bu konudaki kararlılığını bir kez daha göstermiştir. Nitekim Erdoğan'ın, anlaşmanın İran'ın nükleer programına ilişkin dosyayı kapatmadığını ancak sorunun çözümü için önemli bir kapı araladığını ve bir yol haritası niteliğini taşıdığını vurgulaması Tahran Antlaşması'nın çözüm değil, çözüme yönelik bir güvence işlevi taşıdığını göstermektedir.

Son günlerde giderek daha fazla dile getirilen Türkiye'nin tamamen kendi inisiyatifiyle ve uluslararası toplumdan habersiz hareket ettiği iddiaları cevap verilmesi gereken bir başka meseledir. İktidarda on altıncı ayını dolduran ABD Başkanı Barack Obama'nın İran sorununu masada çözeceğine ve bu konuda Türkiye'ye bölgesel bir güç olması ve Tahran ile olan yakınlığı nedeniyle arabuluculuk hususunda önemli bir görev düştüğüne yönelik açıklamaları Washington'un bu konuda Ankara'yı desteklediğini açık bir şekilde göstermiştir. Nitekim:

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley'nin takas anlaşmasının Obama'dan Erdoğan'a gönderilen mektup çerçevesinde temellendirildiğini açıklaması ve akabinde Beyaz Saray Sözcüsü Robert Gibbs'in Tahran'ın anlaşmayı uygulaması halinde bunun doğru yönde atılmış bir adım olacağı yönündeki açıklamaları,

Rusya Cumhurbaşkanı Dmitriy Medvedev'in Ankara ziyareti sonrasında, İran nükleer problemi ile ilgili Türkiye ve Brezilya'nın çözüme ilişkin kendilerine teklifte bulunduklarını belirterek ve uluslararası kamuoyunun, İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve arabulucu ülkelerle yapıcı işbirliğine teşvik etmesi gereğine işaret ederek sözleşme metninin ivedi olarak Atom Enerjisi Kurumu'na teslimini istemesi,

Mart ayının sonunda gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti esnasında İran'a yaptırım uygulanmasını savunan Almanya Başbakanı Angela Merkel'e karşı Erdoğan'ın ısrarla diplomatik görüşmelerden yana olduğu vurgusunu yapması,

Son olarak mart ayında Tel Aviv'e giderek Netanyahu hükümetiyle konuyu masaya yatıran Lula da Silva'nın Ankara ile girişilen çabalar hakkında İsrail nezdinde dahi müzakerelere girişmesi Türkiye'nin maruz kaldığı eleştirilerin ne denli haksız ve maksatlı olduğunu göstermektedir.

Bilindiği üzere Eylül-Ekim 2009 tarihlerinde Cenevre ve Viyana'da Batılı ülkelerle İran arasında sürdürülen görüşmelerin temelinde Rusya ve Fransa üzerinden uranyum takası yapılması yer almaktaydı. İran'ın bu talebe karşı Türkiye üzerinden bir takası uygun gördüğünü açıklaması sonrasında görüşmeler kesilmişti. Ankara, BM Güvenlik Konseyi ve Almanya tarafından sürdürülen ve çözüme ulaşmayan bu süreci aşmayı başarmıştır. Türkiye'yi Tahran Antlaşması'nın hayata geçirilmesi hususunda çaba göstermeye iten başlıca neden uluslararası toplumun sık sık dile getirdiği yaptırım paketlerine bir alternatif geliştirme ihtiyacıdır. Güvenlik Konseyi tarafından daha önce Sudan, Suriye, Kuzey Kore gibi ülkelerde denenen bu yöntem, sorunları çözmekten ve hukukun üstünlüğünü sağlamaktan çok, üstünlerin hukukunun tesisine yaramıştır. Anlaşılan birileri ısrarla yaptırımları İran'la hesaplaşmanın ve Tahran'ı dizginlemenin yolu olarak görmektedir. Bununla birlikte Türkiye'nin kanaati bu sürecin sağlıklı olmadığı ve sonuçsuz kalacağı yönündedir.

Aslında Tahran süreci ile birlikte bölgeyi nükleer silahlardan arındırma meselesi gündemdeki yerini almıştır. İsrail'de olduğu tahmin edilen nükleer silahlara bir kez daha dikkat çeken Türkiye'nin kanaati, İran'la sorun büyük ölçüde çözüldüğü için uluslararası camianın İsrail'deki sorunu çözmesi gerektiği yönündedir. Ankara'nın görüşü halihazırda İran'da nükleer silah bulunmadığı ancak İsrail'in bu silahlara sahip olduğu yönündedir. Bu kanaatin giderek daha fazla savunulmasını takiben İsrail medyasının Tahran Antlaşması'nın İran için bir zafer İsrail içinse bir hezimet olduğu, Tel Aviv'i uluslararası toplum nezdinde zora sokacağı ve Ankara'nın cezalandırılması gerektiği yönündeki yayınlara ağırlık vermesi son derece manidardır. Görünürde Ankara'nın hamlelerini destekleyen bazı bölge devletleri ise Türkiye'nin çabalarından ve bölgesel liderlik misyonundan rahatsız olmakta ve AKP hükümetinin Washington'a karşı itibar kaybettiğini hatta İran'ın Ankara'yı kullandığını iddia etmekten çekinmeyerek Netanyahu'nun ekmeğine yağ sürmektedirler. Son bir yıl içinde Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün'e yönelik olarak gerçekleştirilen ziyaretlerin düzeyi ve imzalanan anlaşmaların kapsamı her iki tarafın da birbirlerinden rahatsızlık duymadıklarını, bu tür iddiaların sadece Ankara'nın politikalarından rahatsız olanların maksatlı söylemleri olduğunu göstermiştir. Nitekim Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Aboul Gheit'in "Bölgesel düzeyde Mısır ile Türkiye arasında herhangi bir rekabet söz konusu olmayıp, Türkiye yıllardan beri birçok meselede bölge ülkeleri ile ittifak halindedir. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidara gelmesi ile birlikte Ankara bize bir kez daha inançlı bir ülke olarak İslam âleminin bir parçası olduğunu göstermiştir. İsrail'in saldırganlığına karşı dayanışma içerisinde olan bir ülke ile nasıl rekabet halinde olabiliriz?" açıklaması, Kahire ile Ankara'nın arasını açmaya çalışan güçlere karşı bir cevap niteliğindedir.

Her şeye rağmen Türkiye'nin çabaları bazı Arap basın yayın organlarında da gündeme getirildiği üzere, İsrail'in Filistin meselesinde masaya dönmesi karşılığında, ABD'den aldığı İran'ın cezalandırılması vaadini boşa çıkarmıştır. İsrail'in öfkesinin arkasında yatan gerçek neden de budur.

Son yıllarda barış ve diyalog temelinde birçok sorunun çözümüne katkıda bulunan ve Obama'nın da belirttiği gibi yalnızca bulunduğu bölgedeki barışın ve istikrarın değil, genel anlamıyla dünya barışına da büyük katkı sağlayan Türkiye, İran konusunda da ayrım yapmamış ve aynı kararlılığı göstermiştir. Dahası Ankara'nın İran konusundaki hassasiyetinin arkasında Tahran'la birlikte bölgeyi de ateşe atabilecek sıkıntılara çözüm bulmak yatmaktadır. Batı'nın Tahran Antlaşması'nı detaylı bir şekilde incelemeden rafa kaldırmak istemesi İran'ı cezalandırmanın yanı sıra Ankara'nın öncülük ettiği diyalog sürecini de zora sokacaktır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT