Arap baharından 'Arap panayırı' çıkarmak
Öyle görünüyor ki Türkiye'nin geleceği ile Arap Baharının geleceği arasında doğrudan bir ilişki var. Zaten tarihsel, kültürel, coğrafi olarak da bölge ülkelerinin kaderinin birbirine bağlı olması kaçınılmaz. Son yüzyılda yaşanan yapay ulus-devlet tecrübesi, bölge dışı müdahaleler siyasi coğrafya kadar kültürel coğrafyayı da parçaladı..
Şimdilerde Türkiye'nin geleceği ile Arap Baharının -daha doğrusu Ortadoğu'nun- ve hatta Avrupa'nın geleceğinin bir birine bu denli eklemlenmiş olması sanılanın aksine ne tarihin doğal mecrasına akması ne de jeo-kültürel şartların zorlamasıyladır.
Kadim zamanlardan beri bölge hangi medeniyet havzasına dahil olursa olsun ekonomik ve kültürel akışkanlığı kendi mecrasında gelişmişti. Son yüzyılda hem ekonomik hem de siyasal ve kültürel bütünlüğü bozan sömürgeci müdahalelere tanık olundu. Yeni olan şey, toplumsal taleplerle birlikte duvarların da yıkılmakta oluşu. Ne var ki duvarların yıkılması, kültürel ve tarihsel birikimi yeniden buluşturmaktan ziyade küresel sistemin zamanlamasına uygun olarak yönlendirilmektedir.
Bu konu açılmaya muhtaç... Arap Baharının nedenleri ve sonuçları bakımından yapılan analizlerde atlanan bir nokta olarak; küresel sistemin talepleri, etkisi açısından yaşanmakta olan deneyimin ne anlama geldiği hususu en az iç dinamikler –hatta daha fazlası- kadar önemlidir.
Küresel sistemin bölgede neden sınırların aşındırılması, dikta yönetimlerin yıkılmasından yana olduğu konusu bizzat Arap Baharının aktörlerinin taleplerinden ayrı ele alınmalı. Çünkü ayaklanan halkların gerekçeleri meşru ve talepleri gerçek...
Modern dönemin Ortadoğu'nun ortak kültür ve tarihi birikimini parçalayan sınırlarının aşındırılması küresel sistem açısından ertelenemez bir dönüm noktasına (turning point) tekabül ediyor. Her şeyden önce Ortadoğu'da sınırların aşındırılması için Arap Baharının Arap Panayırına dönüştürülmesi gerekiyor. Arap baharı adlandırması aslında 'Arap Panayırı'nı romantize eden bir PR çalışmasından başka bir şey de değil.
Önümüzdeki dönem küresel kapitalizm bölgede yeni dengeler kurma ihtiyacında. Kapitalizm geldiği bu aşamada ulus-devletlerle ilişkisini yeniden şekillendiriyor ve buna paralel olarak küreselleşerek de Sovyetlerin çökmesinin ardından geniş coğrafyaları sisteme dahil ediyor. Tarihsel olarak bakıldığında, kapitalizm sürekli farklı sistemleri (kültürel ve ekonomik) eklemleyerek ve de eklenerek gelişti. Sosyalist dünya ile fazla sorunu yoktu. Son direniş noktalarını da "renki devrimler"le çözdü. Çin kapitalizmin farklı bir versiyonu ( konfüçyüzyen kapitalizmi) olarak sistem içinde yerini aldı.
Ortadoğu'da yükselen Arap Baharı, bölgenin serbest piyasa ekonomisine yani küresel kapitalizme dahil edilmesini, buna uygun siyasal yapı ve siyasal kültürün benimsenmesini gerektiriyor. Başından beri apolitik devrim dediğimiz olgu aslında ayaklanmaların bilinçli bir eklemlenme sürecine dönüştürülmesidir. Bölgede tüketim toplumu oluşturulurken siyasal ve toplumsal taleplerin karşılanması meşrulaştırıcı gerekçe olarak gösterilecektir.
Türkiye bu noktada küresel sisteme entegre olmuş bir yapı olarak küresel pazarın bölgeye açılmasında kritik bir rol üsleniyor. Bu rol, hem Türkiye'nin Batıya eklemlenmesi hem de Türkiye üzerinden bölgenin Batı ve küresel sisteme bağlanması hedefini yerine getirmesi anlamına gelmektedir.
Türkiye üzerinde yapılan model tartışmalarının AKP modeli olarak sunulması bu çelişkiyi kapatmaya yarıyor. Muhafazakâr kesimde gururla benimsenen rol, aslında bir tür anakronizmi temsil eden sınırların aşındırılması, gerçekte küreselleşme dalgasının kıyılarımıza vurmasıdır. Kıyılarımızı gelen dalgalar ise kapitalizmin tüketim kültürünü, buna bağlı/bağımlı ekonomik ilişkilerini ve toplum modelini bu topraklara taşımaktadır.
Arap Baharının panayıra dönüştüğü gün küresel sistem karşılıklı bağımlılık ilişkisini gerçekleştirecek, bölgenin küresel pazara eklemleneceği momentum tamamlanmış olacaktır.
Türkiye'ye yüklenen rol model işlevi de bu noktada önemlidir.
Dikkat edilecek olursa siyasal hakların, toplumsal özgürlük taleplerinin yükseldiği devrim sürecinde iki önemli unsur geri alanda tutulmaktadır. Küresel kapitalizm sorgulanmazken, bölgedeki kaynakların nasıl işletilip bu servetin sahibinin kim olacağı sorusu hep ertelenmekte ya da hiç gündeme getirilmemektedir... İkincisi de İslami hareketlerin küresel sistem karşında edilgenleştirilmesi ve alternatif oluş imkanlarından vazgeçmeye icbar edilmesi...
Bu iki faktörün acilen gündeme alınarak tartışılması, herkesten önce bölgedeki entelijansiyanın ve İslami hareketlerin sorunudur. Türkiye'deki "muhafazakar başarı"nın model olarak ihracı söyleminin küresel sisteme entegre olmaktan başka bir anlamı yok, şimdilik... Ama bu açmaz aşılamaz demek de değil.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT