Arap Baharı Türkiye’ye Uğrar mı?
Coğrafyamızda Osmanlı’nın bölüşümüyle ortaya iki tip yönetim çıkmıştı. Anglo-Arap Krallıkları ve Batı tipi Laik Cumhuriyetler. Suudi Krallığı, Ürdün ve Mısır krallıkları gibi Anglo-Arap Krallıkları tek adama bağlı ve aile soyunun devamını esas alan rejimler biçiminde örgütlenmişlerdi. Hamileri genellikle İngiltereydi... Türkiye, Tunus, Cezayir gibi Batı Tipi Laik sistemler ise yine tek adam merkezli ama kültürel olarak yapısal değişimi esas alan rejimler olarak ortaya çıktılar.
Baas Sosyalizminin ortaya çıkışıyla birlikte Mısır, Irak ve Suriye Anglo-Arap Krallık olmayı bırakıp Batı Tipi Laik/Ulusalcı rejim olmayı tercih ettiler. Ama bu tercih özde bir şeyi değiştirmiyordu. Tek adamcı despot iktidar mantığı aynen devam ettirilmiş oluyordu. Bu tip Baas rejimlerinin hamisi ise genellikle Sovyetler oluyordu. Türkiye Hilafetin son merkezi olması dolayısıyla özenle işlenmiş Batıcı bir rejimle tanıştı. İslam dünyasının beyni konumundaki Osmanlı medeniyetinin tam merkezinden kimlik değiştirmesi, başkalaşarak kendisine yabancılaşması Kemalizm’in kültür devrimiyle gerçekleşiyordu. “Yedi Düvel’e”, “Tek Dişi Kalmış Canavar”a karşı verilen mücadelenin sonucu Canavar gibi olmaya çalışmak ya da moda deyişle “Batılılışmak”tı...
Tek Adam merkezinde örgütlenen ve muhalefetin olmadığı, medyanın ve ekonominin devletin kontrolünde olduğu Türkiye, her türlü muhalif itirazın şiddetle bastırıldığı, muhaliflerin vatan haini ilan edilerek “imha edildiği” bir rejimi ortaya çıkartmıştı. Bugünkü Sol-Ulusalcıların ürettikleri anti-emperyalist kurgunun aksine özellikle 2. Dünya savaşında hem İngiltere/ABD’ye hem de Nazi Almanyasına paralel dostluklar kuran Tek Parti Türkiyesi İzmir İktisat Kongresiyle ülkeyi Kapitalizme açıyor, M. Kemâl İngiltere ve ABD ile dost olduklarını ilân ediyordu. Rejimin Hitler Almanyasıyla olan “dostâne” ilişkiler de cabası... Sonra ne oldu? Tek Adam/Ebedi Şef rejimi değişen dünya dengelerine ayak uydurarak zoraki demokrasiye kendi üst kimliğini koruyarak râzı oldu. 45’te Kazananların oyununa ayak uyduran Kemalizm ancak böyle ömrünü uzatabilirdi...
Baas ‘ın tek adamları ise vesayet demokrasisine geçmek yerine darbeciliği açıktan sürdürmeyi ve anglo-Arap krallıklarının “Arap Cumhuriyeti” versiyonu olmaya devam ettiler. Bugünün gelinen noktada kaba şiddetin sonucunun şiddet yoluyla yani devrimle sonuçlanıyor. Türkiye ise daha yumuşak bir geçişle halkın taleplerinin sandık yoluyla askeri vesayeti tasfiye etmesine sahne oluyor. Türkiye yaşadığı darbeleri bir daha yaşamamak için yol ayrımında ya Baas tipi görünürde “cumhuriyet” ama özde “oligarşi” olmayı devam ettirecek ya da bu yumuşak geçiş sürecini devam ettirerek 45’te yaşanan değişimi yeni bir boyuta taşıyacak. Tek Adamcı, Ulusalcı resmi ideolojisini de tasfiye ederek tam bir halk iktidarına kavuşacak. Çoğulcu, etnisitelere saygılı, din özgürlüklerini güvence altına alan bir güven adası haline gelecek. Bu tercih eli silahlı her iki taraf tarafından kangren hale getirilen Kürt sorununun da anahtarı aslında... Bu yol ayrımı ancak bir paradigma değişimiyle gerçekleşebilir. Neden?
Çünkü tüm ulusçuluklar aynı paradigmadan beslenir: Laiktirler/İslam'ı payanda olarak "kullanırlar" ama ona düşmandırlar, Yapaydırlar: kurgusal tarih, dil ve toplum yaratma peşindedirler. Militaristirler: Genellemelerle ötekileştirerek bölerler ve şiddetten beslenirler. Onun için sağıyla, soluyla, KCKsiyle, Kemalizmiyle Baasıyla bu ortak paradigmadan hicret etmek farzdır.
YAZIYA YORUM KAT