Aramızda bir kandil
“Sevgisizlik ve ilgisizlikten üşüyenlerle dolu şu cengiz tabiatlı dünyanın kalbini ısıtan güneştir, dostluk… O kadar ki iblis bile dostlar arar kendine, şeytanlaşanların da dost tutmak için eşindikleri münbit yerler vardır.”
ARAMIZDA BİR KANDİL
ALİ EMRE / MUHİT DERGİSİ OCAK 2021 - 25. SAYI
-I-
Sevgisizlik ve ilgisizlikten üşüyenlerle dolu şu cengiz tabiatlı dünyanın kalbini ısıtan güneştir, dostluk. Mağmûm gurbetçi tâifesinin, insan teki diye vasfedilen tutunamamışları arasına asılan kandildir. Yalnızlığımızı, yadırgayışımızı, yabancılığımızı azaltan ve paylaştıkça artan, değeri bilindikçe kabından taşan manevi bir merhemdir. Kadrosu da geniş ve bereketlidir; muhabbet, şefkat, merhamet, vefa, fedakârlık, ülfet, isar gibi çok sayıda hısım akrabası vardır. Tuttuğu kişi ve kesim de çoğu zaman muhatabını sevk ve idare eden yerleşik bilincin ve tercih mecellesinin direktifiyle şekillenir. Herkese lazımdır yani; biz daha çok müspet anlamıyla düşünsek de onun ahalisi de taraf taraf, bölük bölük, zümre zümredir. O kadar ki iblis bile dostlar arar kendine, şeytanlaşanların da dost tutmak için eşindikleri münbit yerler vardır. Beni öldürmek için yanıp tutuşan azılı bir katil; senin başında günlerce gözyaşı dökebilir pekâlâ. Hitler’in, Stalin’in dostları; onlarca peygamberin ümmet ya da cemaatinden çok daha kalabalık olmuştur mesela. Herkes o katı ve kara kalabalığa, yarasını saracak bir el umarak sokulur zira. Konuşmak, dertleşmek, bir hedefe ulaşmak, işe yaramak, hemcinslerinin beğenisini ve hoşnutluğunu kazanmak ister. Sevmek, sevilmek ister. Sadece yâr ve yara değil, çare ve tabip de türlü türlüdür. Gümrah bir sazlıktan koptuğunu düşündüğümüz ve şimdi birey kelimesiyle tesmiye ettiğimiz her kamış, o çürüten ve delirten ıssızlığın ataklarını birlikte göğüsleyeceği yoldaşların özlemiyle uğuldar.
Hakkını her zaman ve her yerde veremesek de davetine icabet edenleri karşılıklı olarak onaran, sağaltan, yeni bir yol bilgisiyle uğurlayan eşsiz bir armağandır dostluk. Tek kaldığımızda mayamızda çınlar, unuttuğumuzda misakımızı perçinler, tökezlediğimizde miracımıza irtifa kazandırır. Gözle görülen tezahürleri, somut sonuçları vardır aynı zamanda. Yeri geldiğinde, su vermeye koşan bir komşunun kıymetini onu telaffuz ederek anlarsın söz gelimi. Askeriye revirinde, parçalanmış bacağına bakıp bakıp içlenirken, onun eşiğe diktiği sıcak bir gülümsemeyle yeğniltirsin kederini. Kızını everirken onun bulup yetiştirdiği parayla düzersin kapıdan nazlanarak çıkan çeyizi. Öyle ya, mezara girerken bile tabutuna omuz verecek dört dost eli aramaz mı kişi?
İşçimendir dostluk, dönüştürücü gücü yüksek bir emekçidir, kurucu ve yol gösterici bir muallimdir. Otağı aralıksız oklanan sevgiyi örgütler kimi zaman. Kimi zaman, kendi beğendiğini kardeşin için de istemeyi öğütler. Değeri bilinip ballandıkça, velâyeti bir ilim hâline getirmeyi öğretir. Yalnızca tarihte değil, günümüzde de tanıkları vardır şüphesiz. Hesaba gelmez uçurumların kıyısında didişip dururken onunla tutunur birbirine ellerimiz. Onun ısrarla kök salan ve filiz veren fidanlarına bakarak, onun harladığı heyecana refakat ederek uyandırırız uyuşan, kuruyan, içine büzülen can evimizi. Onun gölgesinde dinleniriz, onun külhanında yanıp arınırız, onun kapanmayan avucuna seğirterek af dileriz. Her dile kolayca çevrilebilen kardeşliğimiz, onun dallarında görücüye çıkarır ilkin, göz alıcı meyvelerini. Baharı bekleyerek yuvasını tahkim eden çiçeklerimiz ona sokularak açar, onun etrafında koşturarak büyür göz aydınlığı çocuklarımız.
Değerler dizgesinin pusulasıdır dostluk. İçrek bir trafodur. İnsana hem köklü bir varoluş ve yaşayış mihveri önerir hem de yaratıcısıyla, doğayla ve diğer insanlarla ilişkilerinde fahrî kılavuzluk yapar. Dünya dediğimiz şu devasa, şu kocaman “kimsesiz çocuklar yurdu”nun ağusunu da öncelikle o sezer, o temizler. Kaba gerçeği seyreltir, kara haberi azaltır, kuru ekmeği şeneltir. Ulaklarını, vicdan devleti kuracakların yolunda eğitir. Bazen ağzımıza geliveren yüreğimiz, ıslanmasına kirpiklerin güç yetiremediği gözlerimiz tanışığıdır onun. Hastane koğuşlarında, tel örgülerin ardında sabırla sırasını bekler bazen. Çaresizlikten yumruğumuzu ısırırken, bayat bir somunu titrek ellerimizle bölerken, borçlarımız için rehin alınan gövdemizi bükerken, evlerimizin üstümüze çöken damını izlerken; bir bakmışsın, girivermiş kolumuza.
Gün gelir birbirine yol veren gözyaşı damlalarıyla, alın terimizle sularız dostluğun evleğini. Devasa gövdesinde rengi, ırkı, dili farklı binlerce, milyonlarca insanı bir araya getirmedeki hünerine şahitlik ederiz. Görkemli dallarına kurduğumuz salıncaklar yeryüzünün dört bir tarafına süzülür içten bakışlar, sımsıcak tebessümler, dipdiri selamlar eşliğinde. Hak edilmiş, hakkı verilmiş her dostluk, yıkılmaz hanıdır yeryüzü konukluğumuzun. Habil’in güzellik fideleriyle dolu gönül bahçesinden konu komşuya serpiştirerek yaşattığı iyilik yumağıdır, ışıklı vicdan huzmesidir, parıltısı hiç bitmeyen inci tanesidir. İnancın ve inkılâbın en sevilen, en çok özlenen ekmeğidir.
Dostluğun cem ve terbiye ettiği insanlar, güzel işlerin arısı olan kullardır. Onlar, komşusu açken kendileri tok yatmazlar. Bir zulme uğradıklarında ona hep birlikte karşı dururlar. Yaşadıkları kıyım ve ateş çemberinden kaçıp kendilerine sığınan kardeşlerini kovmazlar. “Biz” olma bilinciyle hareket eder, birbirlerine dayanışmanın iskelesini çatan müşfik bir nazarla bakarlar. Namazlarında omuzlarını bu arzuyla birbirine yaklaştırır, bu iştiyakla kıyam ederler. Yeryüzünün en evrensel, renkli ve zengin insani eylemi olan haccı bu doğrultuda eda ederler. Dostluğun dolaşıma soktuğu bir gönüllülük eşliğinde, kazancın belli ellerde birikip dolaşmasını engeller, zekâtı güzelce verir, ihtiyaç sahiplerine karşılık beklemeden infakta bulunurlar. Mazluma, zorda ve darda kalana el uzatmayı; dostluk ve velâyetin direği ve gereği sayarlar. Yeri geldiğinde, kendi nefislerini kardeşlerine feda ederler. Ayak takımı diye çağrılan, baldırı çıplak olarak nitelenen, müstekbirler tarafından itilip kakılan, çeşitli nedenlerle küçümsenen mazlum ve mustazafları gördüklerinde gözlerini yummazlar. Kardeşleriyle birlikte direnir, birlikte arınır ve birlikte yükselirler. Kadın erkek, genç yaşlı herkese ihtiram ve ikramda bulunurlar. Birinin ayağına diken batsa diğeri de bunu duyar, bundan etkilenir, bunu gidermek için çırpınır. Vahşi kapitalizmin, kibrin ve istiğnanın, toplumu kastlara bölen cahiliyenin, her şeyi yerinden eden tuğyanın panzehri de özsuyunu dostluktan alan bu kolektif salih amellerdir.
-II-
Biz, işte o sağaltan muştuyla, o herkesin anadilinde terennüm edebildiği upuzun şarkıyla girdik bir vakit Rahman’ın yeryüzündeki bahçelerine. Dostluğun eteğinde biriken o yağmurla, o görklü kandille. Hatice’nin güzelim kalbi onun yaydığı ışıkla aydınlandı Mekke’de. O ışıkla buldu, içinde yangınlar biriken yetim ve yoksul bir adamı. Ali, onun gölgesinde büyüdü tevhidin kol kanat gerdiği odalarda. Mazluma, mağdura, muhtaca, mahzuna onun dirilttiği eller uzandı. Sümeyye, o ışıkla yıkadı evini, oğlu Ammar’ın ifildeyen yüzünü o sevgiyle okşadı. O duyguyla sıvazladı Ebuzer’in sırtını Son Elçi. Bilal’in, kamçıların şakladığı gövdesindeki yaraları o bitimsiz dostluk ve kardeşlik eczası sağalttı. Kâbe önünde müslümanlar dövülürken, ilk kez o sevgiyle büktü kılıçlarını Hamza’nın katılaşmış kalbi. Kız kardeşinin Kur’an okunan evinde o ışıkla yumuşadı, onun yol verdiği içli ırmakla tanıştı Ömer. O çağlayanla gürüldeyip durdu yıllarca Erkam’ın evi. Mus’ab, onunla sarıp sarmaladı, onunla ayağa kaldırdı Yesrib’in evlerini birer birer. Sümeyra, onun uçurduğu sevgiyle vurdu topuklarını Uhud’da, o şevk ve şuurla koşturdu meydanlarda.
Sonradan parça pinçik edilmiş ve sevenleri satılmışlarından daha az hâle gelmişse de görenlerin seyretmeye doyamadığı güzellikler bağıydı ülkemiz. Oradan uzanarak yemyeşil merhamet damlaları düşürürdük dünyanın uzak dağlarına, çöllerine, bozkırlarına. Ocağı hiç söndürmez, soframızı dürüp toplamazdık; kapımız açık yatardık geceleri. Bir dostluk ormanı, bir dua ağacı gibi beklerdik, insanlığın başında.
Şimdi üzgünüz. Üstümüze çöktü evimiz. Sesimiz çopurlaştı, bir ağırlık tünedi göğsümüze. Birbirine değmiyor artık, her biri için ayrı ayrı türkü ve mermi yaktığımız nehirlerimiz. Kolumuz kanadımız kırık. Şarkımız yarım. Duamız eksik. Evlatlarımız birbiriyle kavgalı. Ve ihanetin bini bir para. Teslim olmuyoruz yine de cellâdımıza. Üzerimize karanlığın ve korkunun taşları fırlatıldıkça, o kandili onarıyoruz hep birlikte. Cefakâr anaların, dertli babaların, içi örsle çekiç arasında ezilen yiğitlerin, yaşlı gözlerle dağların omzundan yıldızlara bakan kızların içinden geçiyoruz. Safımızı vahyin salkımlarıyla şeneltenlere koşuyoruz, soframızı şükür ve infakla arındıran güzideleri dinliyoruz. Devasa tabutluklara dönen şehirlerimizi onarmak için didiniyoruz mavi göğün altında. Kanlı gömlekleri ve kara mızrakları savuracak; tankların üzerine çıkıp dünyanın kulağına içli bir ezan okuyacak; ihanetin, aymazlığın, alçaklığın avanesini sırtımızdan silkeleyip atacak refikler bekliyoruz. Şefkat adlı o merhemle yanaşıyoruz yaralarımıza. Şehrin bir ucundan çıkıp gelen kardeşlerimizi, o tertemiz tevhid ve adalet sancağının altında birleştirecek kutlu bir çağrı için siliyoruz kulaklarımızın pasını. Küskünlerimize, evimizi sevmeyi talim ettiriyoruz. Eşimizin omzunda uyumayı hatırlatıyoruz dargınlarımıza. Ekini ve nesli bozanların vesvesesiyle kirlenen dilimizi ve dimağımızı özgürleştirmesi için yalvarıyoruz acıyı dilinde bal eyleyen hünerlilerimize.
Şimdi yorgun, mahzun, şaşkın, göçebe, korkutulmuş, incitilmiş çocuklarla dolu dünya. Evlerine ateşler düşen, kıtaların bütün beşiklerinden itilen, başlarını dağlara vura vura ve yüreklerini dalgalara çarpa çarpa büyüyen çocuklar onlar. Onların arasında tutuşturuyoruz kandili. “Bize güzellikler getir!” diyoruz, doğan güneşe. Yerin ve göğün sahibine “Bize yüce bir dostluk ve doğruluk dili ver!” diye dua ediyoruz. Bağı onaran, bahçıvanı bulan, bağrımıza serin bir nefes üfleyen sevgiliye sesleniyoruz birlikte: “Bize, merhamet kanatlarını indir!”
HABERE YORUM KAT