Aptallık
Orta çağlar kişinin kendisine kimlik seçmede, ama aynı zamanda nasıl bir kişiliğe sahip olacağı konusunda da özgür olabildiği bir dönemdi. Delilik doğal ve kabul edilebilir bir insanlık haliydi...
Aptallık ise kendisini günlük hayatın kıvrımları içine gizleyebilen bir niteliğe sahipti. Modern dünya bizi kimliksel açıdan sınırlamakla kalmayıp, 'akıllı' olma zorunluluğunu da getirdi. Böylece aptallık utanılır bir durum oldu ama belki daha da önemlisi, aptallığın toplumsallaştığı durumlar büyük yıkımları, çöküntüleri ima etti.
Modern dünyada akıllılık dış dünyanın değişimini doğru algılamak ve ona uyum sağlamakla ölçülmeye başlandı ve örneğin mesleklerinde hızla yükselen kişiler 'akıllı' olarak adlandırıldı. Aynı durum, toplumsal açıdan da geçerli oldu... Bugün Türkiye'nin ekonomi ve dış politika alanında atılım içinde olması, toplum olarak kendimizi daha akıllı hissetmemize ve öyle de muamele edilmemize neden oluyor.
Ancak doğrudan toplumsal meselelere girildiğinde aynı Türkiye, bir anda kendisini akılsızlık çukurunun içinde bulabiliyor. Kürt kimliğinin tanınmasına ilişkin konular bu durumun açık birer göstergesi. Bu alanda Türkiye aklın gereğini yapamıyor, rasyonel davranamıyor... Rasyonelliğin kabaca tek bir kriteri var: Amaçları gerçekleştirmek üzere davranmak, yani bu noktaya varmayı sağlayacak tutumları izlemek. Kürt meselesi 'Türklerin' birçoğu tarafından bir ayrılıkçılık siyasetinin sonucu olarak görülüyor ve bölünme tehdidi olarak algılanıyor. 'Birlik ve bütünlüğün' ahlaki bir değere sahip olup olmadığını, hatta birlikte yaşayamayan insanlar için ayrılığın daha doğru ve sağlıklı olabileceğini bir yana bırakalım. Söz konusu bölünmeme kaygısının 'Türkler' için bir amaç olduğunu kabullenerek düşünmeye başlarsak, akıllı davranışın bu amacı gerçekleştirmeye yönelik olması gerektiğini de söylemiş oluruz. Buna karşılık bu amacı gerçekleştirmeye hizmet etmeyen bir tutumun aptallık olarak nitelendirilmesi gerekeceği de açıktır.
Bu çerçeve içinde Kürt meselesinin serencamına baktığımızda 'Türklerin tutumuna' ilişkin ne söyleyebiliriz? Her 'tutum' bir davranış kalıbını, dolayısıyla bir zihniyeti ima eder. Diğer bir deyişle tutum almak, biz farkında olsak da olmasak da, bir zihniyeti tercih ettiğimizin göstergesidir. Öte yandan modern rasyonalite genellikle zihniyet kavramından pek hoşlanmaz. Çünkü modernlik özneyi bir bütün olarak geniş dünya ile karşı karşıya getirir ve meseleyi bireysel kapasiteyle sınırlar. Oysa zihniyet kavramı, o geniş dünyayı parçalayarak özneyi birtakım algılamalara muhatap kılar ve nitekim amacın gerçekleşebilmesinin de bu algılamaların niteliğine muhtaç olduğunu vurgular. Diğer bir deyişle modernlik, zihniyeti sabitleştirir... Nitekim modern devletler tam da bu nedenle bugün toplumsal sorunlarını çözmekte aciz kalıyorlar, çünkü artık zihniyet sabit değil ve devletlerin başarısı içerdeki 'ötekinin' onayına muhtaç.
Dünyanın zihniyet dönüşümü yaşadığı bir dönemde modernist bir tutumu sürdüren Türkiye devleti de akla aykırı olan bir siyaseti yürütüyor. Ülke bütünlüğünü sağlamanın yolu olarak, çatışma ortamının sürdürülebilirliğine, gücün meşruiyetine, zor kullanmanın sağladığı getirilere güveniyor. Ne var ki bu tutumun üç apaçık sonucu var: Birincisi son kertede etkili olamıyor ve bütünlüğü sağlamak bir yana, ülkeyi manen iki uzlaşmaz siyasi kimliğe bölüyor; ikincisi karşı tarafı kutuplaştırarak söz konusu manevi bölünmeyi işlevsel ve haklı kılıyor; nihayet demokratlığa doğru kayan günümüzün zihni ortamında, izlenen tutumu gayri meşru kıldığı ölçüde, bizzat ülke bütünlüğü hedefinin de meşruiyet zeminini yok ediyor.
Kısacası devletin ülke bölünmesin diye attığı her adım, aslında ülkenin bölünmesini daha mümkün kılıyor ve bunun meşru bir talep olmasının yolunu açıyor. Yaratılan güç çatışması bir yandan yozlaşma üreten bir bataklık oluştururken, sosyolojik açıdan da içe kapanmanın ve böylece ayrışmanın tohumlarını ekiyor.
Kişilerin aklı bu mekanizma içinde belirleyici olamıyor, çünkü devletin aklı altında ezilip gidiyorlar ve böylece toplum dünyaya uyum zorluğu çeken bir devlet aklına mahkûm oluyor... Modernlik devlet aklını vatandaşın ötesinde bir 'üst akıl' olarak tasavvur etmişti. Ama bugün görüyoruz ki bunun bir 'üst akılsızlık' olma eğilimi çok daha güçlü imiş.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT