Apoletli Medya’nın Muhaberat Sözcülüğüne Dönüşümü
28 Şubat soruşturmaları üzerinden Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na davet edilen Apoletli Medya temsilcileri resmen çadır tiyatrosu sergilediler. Tabi bunda Komisyon üyelerinin 28 Şubat sürecine dair ciddi hiçbir manşeti, andıç ve brifing belgesini, savcılık iddianamesine yansıyan ilişkileri esaslı bir biçimde soramayışın önemli bir payı var. Komisyon başkanı ve üyelerinin hazırlık için imkânları mı yoktu, psikolojileri mi hazır değildi acaba? Her ne olursa olsun tüm darbe süreçlerinin propaganda ve meşruiyet zeminine birinci derecede katkı yapan medya patron ve yöneticileri bu beceriksizlik sayesinde Komisyon’dan ülke sathına yayılacak şekilde bir diskur çektiler.
Hiç unutulur mu? Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök, Dinç Bilgin ve Zafer Mutlu gibi birçok isim sadece Türkiye tarihinin değil insanlık tarihinin en çirkin, en iğrenç, en ahlaksız darbe sürecinde sürekli seferberlik halindeydiler. Bütün bir toplum şahit ki, “Mehmetçik Gazeteci, Sermaye Basını, Apoletli Medya, Militarist Medya” vb. gibi her türlü sıfatı üzerine giyinmekten en küçük bir şekilde imtina etmediler.
Büyük oranda darbe ve muhtıraların posta subayları tarafından tanzim edilen Hürriyet, Milliyet, Sabah, Radikal, Vatan, Posta gazeteleri devletin ideolojik aygıtı olarak psikolojik harekât planlarını icra etti. Halka karşı yürütülen siyasi, askeri, iktisadi, ideolojik, ahlaki vs. her türlü ifsadın mümessilleri yüzlerinde en küçük bir utanma hissi belirtisi göstermeden dürüstlük, cesaret ve hukuk pazarlamaya kalkıştılar.
Apoletli-Apoletsiz Ama Daima Kamuflajlı!
Merkez medya (yedeğinde tuttuğu sol-sosyalist karakterde olanları da dâhil) hukuka karşı askeri darbeyi, seçilmiş hükümete karşı Kemalist cuntayı destekleyerek iktidar sınıflarına hizmet etti. Suriye’deki zulüm düzenine başkaldıran halka karşı Baas cuntasının yanında saf tutmasında garipsenecek fazla bir yön yok. Sadece bazı yüzler ve söylem biçimlerinde değişim oldu. Tehdit ve şantaj ustası gazetecilerin, karargâhta yatıp kalkan yayın yönetmenlerinin, provokasyon ve ajitasyon tutkunu tecrübeli muhabirlerin yoğunluğu ister istemez “Apoletli Medya” tanımlamasını beraberinde getirmişti.
Balyoz ve Ergenekon davaları dolayısıyla medya mecburen apoletleri söktü. Fakat kamuflajları çıkarmadı, silahları toprağa gömmedi. Hükümeti ve toplumu laiklik, başörtüsü, alkol yasağı gibi klasik Kemalist jargonlarla terbiye edip vesayet altında tutma imkânlarının yerine başka araçları tahkim etti.
Genel olarak dış politika ama özel olarak Suriye meselesinde laik-ulusalcı karakterin her bedene sirayet edebilen tiksinti ve tedirginlik aşılayan ruhu yeniden hortlamıştı. Suriye, hep uzak durulması gereken “Orta Doğu bataklığı”nın en yakın noktasıydı. Ama aynı Suriye, başta etnik ve mezhebi olmak üzere her türlü korkunun statükoyu muhafaza ve müdafaa için manipüle edilebileceği elverişli bir araç olarak kullanılmaya müsaitti.
Bürokrasinin ve toplumun siyasi kimliğinde ağırlıklı yer tutan Türk milliyetçiliğini gıdıklamak üzere hayata geçirilecek korku plan belliydi: “Irak’tan sonra şimdi de Suriye Kürt Devleti.”
Kemalist sınıfların Dersim Harekâtı’ndan bu yana yedeğine kattığı Alevi kesimler kadar 28 Şubat sürecinden itibaren ulusalcı-askerci niteliği saklanamaz hale gelen sol-sosyalist kesimleri yedek kulübesinden alıp sahaya sürmenin de taktiği belliydi: Anti-emperyalist duruş.
Elbette kimsenin sazanlıktan bu oltaya geldiğini söylemek değil amacımız. Hemen herkes nerede ve niçin durduğunu gayet iyi biliyor. Apoletini söken fakat kamuflajını çıkarmayan sadece medya değil çünkü. Suriye’de yaşananlar karşısında Türkiye’de geliştirilen söylem ve eylem biçimleri kamuflajlı ideoloji ve kadroların araziye uyum çabalarında ne kadar başarılı ya da başarısız olduklarını gözler önüne seriyor.
Suflör Ortaya Çıktı!
Darbe ideolojisi ve kadroları TSK ve CHP tandanslıysa da en rafine haliyle her daim Hürriyet’in sesinden kamuoyuna takdim edilir. Türkiye’deki laik-ulusalcı cuntalara destek verirken kullanılan argümanların Suriye’deki laik-ulusalcı Baas cuntasına destek amacıyla sahaya sürülmesinde Hürriyet grubunun son numarası “Hatay Peşaver olmasın!” şeklinde sahnelenmişti.
Ne zaman ve nasıl Ortadoğu uzmanı olduğunu bir türlü öğrenemediğimiz Fehim Taştekin’in Radikal Gazetesinin dış haberler servisinin başına getirildiğini Suriye meselesinden sonra öğrenmiştik. Çünkü CNN Türk, NTV, TRT Türk, Haber Türk gibi kanallar özellikle Taştekin üzerinden Suriye’de yaşananları ve başta Türkiye olmak üzere bölgeye ne gibi yansımaları olacağını şöyle öğretiyordu bize: Selefiler, el-Kaideciler, Çeçen savaşçılar AK Parti yardımıyla Hatay’ı Peşaver’e çeviriyorlar. Taştekin kimler adına analiz adı altında psikolojik harekât yürütüyor bilemeyiz. Fakat kesin olan şu ki gazetecilik tarihinin en kirli ismi Ertuğrul Özkök’le aynı amaca hizmet ediyor. Dönemsel ve operasyonel gazetecilik yaptığı için bu kadar çok ekranlara çıkarılıyor, iltifat görüyor ama sahibin sesi olmaktan bir adım öteye gidemiyor.
Ertuğrul Özkök’ün “Sınırımızdaki Peşaver'e hayır” (9 Ekim) başlıklı yazısında öne çıkan “Bu bizim savaşımız değil” temalı yazısı Taştekin’in öteden beri anlatmak istediklerini tezin asıl sahibi olarak ‘harika’ bir biçimde özetliyor.
Özkök’ü Taştekin’in suflörü olarak öne çıkaran mantık silsilesi şu cümlelerde saklı: “Suriye sınırımızın yeni bir Peşaver’e dönüşmesi bizim için en kötü senaryodur. Silahlı direnişin etkisi azaldıkça, çözüme daha yakınlaşacağız. Akıllı davranmadığımız takdirde, Esad Suriye’nin öteki bölgelerinde hâkimiyetini ilan eder. Bizi de sınırımızdaki bir Peşaver’le baş başa bırakır. Böylece Dışişleri Bakanımızın gençlik hülyaları da yeni bir Afgan cehennemine veya Balkan kâbusuna dönüşür.”
“Apolet söktüler” diye kimse sevinmesin. Çünkü kamuflajlarını çıkarmadıkları için bazıları onların Baas-Esed mantığıyla, Muhaberat ve Şebbiha diliyle konuştuklarını fark edemiyor. Böylece Suriye üzerinden yeniden üretilen bu mantık ve literatürün buradaki iktidar sınıflarının hizmetine koşulduğu gözlerden kaçırılabiliyor.
YAZIYA YORUM KAT
“Operasyonel Gazeteci” kapitalist veya sosyalist düzenlerin statükolarını muhafaza etmek üzere çokça kullandıkları “ajan”dır.
Yanıtla (0) (0)28 Şubat döneminde Sedat Sertoğlu, Sebahattin Önkibar, Kadri Çelik gibi isimler operasyonel gazetecilik kavramının en süfli örnekleriydi. Tenzili rütbe edile edile silindiler.
Şimdilerin operasyonel gazetecisi ise Fehim Taştekin galiba. Kafkas Vakfı’nda sözde Çeçen Davasını savunan ekipteydi. Rusya’ya karşı o dönemde Çeçen davasını nasıl savundu acaba? Neler söyledi, neler yazdı, kimlerle görüştü bilemiyoruz?
TRT Türk başta olmak hemen her zeminde Suriye’den Çeçenistan’a Vahhabi-Selefi tehlikesi üzerinde duruyor. Enteresan olan şu: Rusya’nın Çeçenistan’daki işgal ve cinayetlerini değil de Vahhabi-Selefi tehlikesi üzerinden Suudi Arabistan’a vurdukça vuruyor.
İş Suriye’ye gelince Rusya-İran desteğiyle işlenen katliam ve tecavüzler de Taştekin’in hiç gündemine girmiyor. Çünkü Taştekin Vahhabi-Selefi teröründen Suudi Arabistan’ın bölgeyi karıştırmak amacıyla sahaya sürdüğü Cihatçılardan başka bir gündemi yok. Katillere, mütecavizlere, despotlara, şebbihalara, muhaberata değil de bütün ilgileri Selefi-Vahhabi savaşçılara çekmeye çalışıyor.
Fehim Taştekin ve Ertuğrul Özkök, aynı telden çalıyor, aynı frekanstan konuşuyor ve aynı hedefe vuruyorlar. “Hatay Peşaver Oluyor” demek ne demek? En başta Türkiye ve Suriye “dinci” tehdit altında demek.
Bu “Peşaver” mesajı kime peki? ABD’ye mi, AB’ye mi, Rusya’ya mı yoksa genel olarak dünya kamuoyuna mı? Orta Doğu Bataklığı veya Afganistan Bataklığı benzetmeleri yapanlar “bu savaş bizim savaşımız değil” propagandasıyla Suriye’deki katliamlara seyirci olmaya çağırıyorlar insanlığı.
Esed katletsin, Esed tecavüz etsin, Esed yakıp yıksın bize ne! Bu alçakça, onursuzca çağrının sahipleri “Peşaver” benzetmesiyle ne kadar çirkef, ne kadar zalim olduklarını beyan ediyorlar.
Bu opersayonel gazeteciler insanlıktan hiç nasiplenmemişler. Çünkü Allah’tan korkmuyorlar, kuldan utanmıyorlar.
“İçimden bir gün bile Evren Paşa"ya küfretmek gelmedi” diyen Özkök, Evren Paşa"nın vicdanlarda suçsuz olduğunu söyledi. Kenan Evren"in başını çektiği 12 Eylül darbesinde 650.000 kişi işkence gördü, 171 kişi işkencede katledildi, 50 kişi idam edildi, 39 ton kitap, dergi ve gazete tahrip edildi ve 30.000 kişi Türkiye'yi terk etmeye zorlandı.
Yanıtla (0) (0)Kenan Alpay'ın da vurguladığı gibi; "28 Şubat soruşturmaları üzerinden Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na davet edilen Apoletli Medya temsilcileri resmen çadır tiyatrosu sergilediler. Tabi bunda Komisyon üyelerinin 28 Şubat sürecine dair ciddi hiçbir manşeti, andıç ve brifing belgesini, savcılık iddianamesine yansıyan ilişkileri esaslı bir biçimde soramayışın önemli bir payı var. Komisyon başkanı ve üyelerinin hazırlık için imkânları mı yoktu, psikolojileri mi hazır değildi acaba? Her ne olursa olsun tüm darbe süreçlerinin propaganda ve meşruiyet zeminine birinci derecede katkı yapan medya patron ve yöneticileri bu beceriksizlik sayesinde Komisyon’dan ülke sathına yayılacak şekilde bir diskur çektiler."
Yanıtla (0) (0)Belki de bu yanlışlıklardan bel alarak, 28 Şubat sürecinde 'apoleti medya' sınıfını oluşturan dünün sırtı yere gelmez askerci kalemleri, bugün de karşımıza, bize karşı niytlerini, satır aralarında kamufle eden ve gündemdeki Suriye konusunda da açıkça suflörlüklerini ilan ederek, İslamcı artığı, Esed muhibbi bazı karanlık kalemlerin de aslında niyetlerini ne olduğunu ortaya koymada yardımcı olmuş oluyorlar.
Bize düşen ise, asla, balık hafızalı olmadan, düşmanımızı, düşmanlarımızı tanımak, afişe etmek ve biiznillah günü geldiğinde de onları "kendi darağaçlarında" sallandırarak, ettikleri kötülüklerin, ihanetin bedelini onlara mislice ödetmek olmalı!