Apo ve barış
İnsanlar basit gerçekleri unutuyorlar.
Bu ülkeyle ilgili basit bir gerçek söyleyeyim size, Türkiye’de “otuz yaşın altında” kırk milyon genç yaşıyor.
Söylediğim bu “basit” gerçek belki bizi Avrupa’nın “en genç” ülkesi yapıyor ama aynı zamanda “belaya” da en açık ülkesi yapıyor.
Kırk milyon gencin çok büyük çoğunluğunun bir mesleği yok.
“Sen kimsin” diye sorulduğunda bu çocuklar “tesisatçıyım, mimarım, mühendisim, duvar ustasıyım” diye cevap veremiyorlar, kim olduklarını anlatmak için “dinlerini ya da ırklarını” söylemek zorundalar.
Bir meslek sahibi değilsen bir ırk sahibi olmak zorundasın çünkü.
Aslında eski işlerin, eski mesleklerin kaybolduğu, yeni mesleklerin ortaya çıktığı, işsizliğin çok arttığı “kürselleşme” döneminde dünyanın birçok yerinde “ırkçı” partilerin artmasının önemli nedenlerinden biri de belki bu.
Mesleksiz insanlar, genellikle entelektüel bir derinlikten de yoksun olduklarından, ırkçılığın ve faşizmin katarına atlamak mecburiyetinde kalırlar.
Bir de yirmi beş yıl sürmüş “ırk savaşı” varsa, birikmiş öfkelerle “ırkçı” hale gelmek bu mesleksiz genç insanlar için çok kolaydır.
Hiç unutmayın ki insanoğlunun temel zaaflarından biri “var olduğunu” sürekli olarak kanıtlama zorunluluğu hissetmesidir.
Bu “büyük zaaf”, bu “kendini kanıtlama” arzusu, bir yandan insanları bir şeyler yapmaya, bir şeyler icat etmeye, bir şeyle bulmaya zorlayarak insanlığın ilerlemesini sağlar, bir yandan da bir şey yapamayanları “hastalandırıp” onları birer ırk ya da din fanatiğine çevirir.
Başarımız ve hastalığımız aynı kökten yeşerir.
Biz, “kürselleşmenin” getirdiği zorluklardan önce de Çetin Altan’ın hep söylediği gibi mesleksiz bir toplumduk.
Var olduğunu kanıtlama isteği ile mesleksizliğin çatıştığı noktalarda hastalandı insanlar.
Bu hastalık, savaşla birlikte daha da ateşlendi.
Barış ihtimali ortaya çıktıktan sonra yaşadıklarımızı bir düşünün, İzmir’i, Çanakkale’yi, Diyarbakır’ı, Dolapdere’yi bir düşünün.
Neredeyse barışa karşı bir isyan vardı.
Çünkü barış geldiğinde milyonlarca genç, varlıklarını “ırklarının ya da dinlerinin” dışında bir nitelemeyle tarif etmek zorunda kalacaklardı ve varlıklarını belirleyecek bir meslekleri yoktu.
Böyle mesleksiz bir kalabalıkla biz hep belanın kenarında yaşarken, iç savaş insanlara “bir ırk” verdi, barış bu “ırk” vurgusunu geri almaya kalktı.
Barışla birlikte hayat güvenceleri olacaktı ama o güvenli hayatın içinde “varlıklarını” hissedemeyeceklerdi.
Türk ve Kürt gençleri neredeyse birlikte barışı lanetlediler.
O çocukları yatıştırması gerekenler, onlara “var olabilecekleri”, meslek edinebilecekleri bir hayat vaat etmesi gerekenler ise onların zaaflarını kullanarak bu çocukları ölüme yönlendirdiler.
Çünkü bu gençler, kendilerini “yok” hissedecekleri hayatı yaşayacaklarına, kendilerini “var” hissedebilecekleri bir ölüm yoluna çıkmayı tercih ediyorlardı.
CHP ile MHP, Türk gençlerini savaşa ve ölüme doğru kışkırttı.
AKP, önerdiği barışa tam sahip çıkıp gereklerini süratle yerine getiremeyerek ortada kaldı.
DTP durdu.
PKK ise sokak eylemleriyle ve Reşadiye baskınıyla Kürt gençlerini ölüme sürdü.
Çeşitli yerlerde küçük çapta iç savaş görüntüleri yaşandı.
Kürt siyasetçiler arasında Ahmet Türk, hem Kürtlere hem Türklere güven veren saygıdeğer ve samimi duruşuyla “barış” için çok uğraştı ama PKK’ya ve savaşçı Kürt siyasetçilere doğru yolu göstermeye gücü yetmedi.
Dün Apo, İmralı’dan yaptığı açıklamalarla, birçok insanın “öldü” dediği “barış açılımına” can verdi, DTP’lilerin Meclis’e dönmesi gerektiğini vurguladı, “askerlerin ve gerillaların ölmemesini istediğini” söyleyerek en azından şimdilik PKK baskınlarını durdurdu, Reşadiye’den hiç söz etmeden PKK’nın içine giren Ergenekon meselesini gündeme getirdi.
Apo, dünkü açıklamalarıyla barışa büyük bir katkıda bulundu.
Eğer bu çizgisini “gücünü göstermek” için değiştirmezse bu toplumun barışa kavuşmasında büyük bir rol oynar, eminim ki bu toplum da “barışa” yardım eden Apo’ya borcunu bir gün öder.
Apo üstüne düşeni yaptı, şimdi sıra, önü açılan barışı sağlamlaştırmak için AKP’nin güçlü ve güvenilir adımlar atmasında.
Başbakan’ın hemen Ahmet Türk’le görüşmesinin bu olumlu havaya büyük katkıları olacağına inanıyorum.
Barış istemeyen Kürtlerle Türkler elele veriyor, bu işbirliğini bütün kışkırtıcı eylemlerde görüyoruz, “barış” isteyen Kürtlerle Türkler de elele vermeli.
Çocuklarımıza sadece “ölümde” değil “hayatta” da var olabileceklerini kanıtlamak, onları yaşatmak ancak “barış isteyenlerin” başarabileceği bir iş.
Üstelik barışı gerçekleştirenler, “var olduklarını” bütün ruhlarında hissedip, kim olduklarını sadece bugün yaşayanlara değil tarihe de anlatabilirler.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT