Anneliğe ve babalığa nasıl hazırlanmalı?
Belediyelere yıllardan beri “Ana-Baba Okulu” (Kursu) açmaları için yalvarıp duruyorum (Bazı belediyeler bunu yaptı. Çok da iyi sonuçlar verdi)...
Çünkü bu bir zaruret...
Düşünün ki, demirci olmak için bile çıraklık şart iken, ana-baba olmak için hiçbir donanım öngörülmüyor.
Yirmili yaşlarda (bazı bölgelerimizde çok daha küçük yaşta) iki genç evlendirilip “sağlıklı aile” olmaları bekleniyor (Boşanmaların ilk beş yıla yığılması boşuna değil)...
Sözün burasında size bir mektup özetleyeceğim...
“Bir yıllık evliyiz, Hocam” diye başlıyor hanımefendi, “Düşünmüyorduk, ama bir anda ben anne, eşim baba adayı oluverdik. Oysa ikimiz de çok genciz. Bu sorumluluğu taşıyamamaktan korkuyoruz. Sizce biz ne yapmalıyız?”
Tabii ki anneliğe ve babalığa hazırlanmalısınız. Ne kadar genç olursanız olunuz, siz çoktan bir ailesiniz. Daha da önemlisi artık ana-baba adayısınız. Dolayısıyla, bir birinizle dayanışma halinde yeni sürece hazırlanmanız gerekiyor.
Pedagoglara göre, bu hazırlık aşamasında anneler daha şanslı. Çünkü zaten hayatlarının ilk yıllarından itibaren buna yönelirler. Kendilerini anneleriyle özdeşleştirir, onu taklitle anneliğe ilk adımları atarlar. Sonra bu yönelişlerini boy boy bebeklerle evcilik oynayarak beslerler. Arada komşunun kendilerinden küçük çocuklarına annelik yaparak pratiklerini geliştirirler. Ayrıca ortam, onları yumuşak, duyarlı, duygusal ve şefkatli olmaya teşvik eder...
Böylece kız çocukları, anne olmadan önce, annelik için gerekli eğitimi almış, hem fiziksel, hem de ruhsal anlamda hazırlanmış olurlar.
Anne adaylarının bir başka avantajları da çocuğu dokuz ay boyunca karınlarında taşımalarıdır. Bebeğe bağlı olarak vücutta meydana gelen bazı değişimler anne adayını kendine ve bebeğine alıştırır. Karnındaki yeni canın her hareketini anne adayı büyük bir mutlulukla algılar, bebeğin her tekmesine ayrı anlamlar yükler, onunla bütünleşir...
Bebek doğduğu zaman, anne bebeğe o kadar alışıktır, öylesine kendinden bir parça olarak görmektedir ki, bebekle kaynaşma konusunda hiç yabancılık çekmez.
Halbuki erkeklerin bu şansı yoktur. Zaten babalık konusuna uzak büyürler. Onlar için, kızlarda olduğu gibi, çocukluk çağından başlayan ve gebelik sırasında beslenen bir “alışkanlık süreci” söz konusu değildir...
Bir kere küçük yaştan itibaren anneleriyle aralarındaki “cinsiyet farkı”nı fark ettiklerinden anneleriyle özdeşleşemezler...
“Erkek olma” arzusu, erkek çocuğu anneden uzaklaştırıp babaya yaklaştırır.
Fakat baba çok meşguldür.
Sabahın alacasında işe gitmekte, ancak gece yarıları eve dönmektedir.
Baba evden çıkarken de, eve dönünce de çocuk uykudadır.
Günlerce bebeğini görmediği olur. Görüşseler bile, şayet baba, çocuğuyla bilinçli bir beraberlik kurmamışsa, görüşmeleri görüşememelerinden pek farklı olmaz. Elinde uzaktan kumanda cihazıyla sürekli televizyon zaplayan babanın evde olması ile dışarıda kalması arasında zaten fark yoktur.
Bu yüzden babalar daha şanssızdır! Pek çok şeyi öğrenemeden (bu arada bebeği de öğrenemez) baba olmak zorunda kalmıştır. Olup bitenleri yadırgar. Eşinin hamileliğinden korkar, sık sık paniğe kapılır.
Baba adayının bebeğe karşı çekinceleri bunlardan ibaret değildir. Bebekle baba adayı arasında anneninkine benzer güçte bir bağ bulunmaması, babayı bebeğe karşı kuşkucu yapar. Ona göre aileye, ne zaman ağlayıp ne zaman susacağı belli olmayan (üstelik çocuğun ne ağlamasını okuyabilirler, ne bakışlarını) bir “yabancı” katılmıştır. Bu “yabancı”, karısına tümden el koymuş, bütünüyle sahiplenmiş, karısının tüm zamanlarını tüketmeye başlamıştır...
Bu sebeple babalar “yabancı”ya (çocuklarına) karşı derinden derine, asla itiraf etmek istemedikleri bir kıskançlık da hissetmeye başlarlar. Çünkü kendisi daha önce evin tek erkeği olarak rakipsizken, birden ortaya bir rakip çıkmıştır, ya da çıkacaktır. Karısının hem sevgisini, hem şefkatini onunla paylaşmak zorunda kalacaktır. Bu durum baba adayının pek hoşuna gitmez.
Bu bakımdan anneler, hamilelikleri boyunca eşlerini rahatlatmalı, bebek hakkında gerekli bilgileri vermeli, eşlerinin bebeğe alışmalarını anne karnından itibaren sağlamaya çalışmalıdırlar...
Doğumdan sonra da babanın bebekle yakından ilgilenmesi sağlanmalıdır.
Ben psikiyatr değilim. Ama bu alanda iki önemli ismi (Martin Greenberg ve Norman Morris) referans göstererek, diyebilirim ki, babalar biraz sabreder, zihinlerini bir parça aileye yeni katılan (ya da katılmaya hazırlanan) bireyle (çocuk) meşgul eder, onu okumaya, anlamaya çalışırlarsa, durum kısa sürede düzelir.
Bunun için babaların sık sık bebekle yalnız kalmalarında yarar var. Yalnız kalırlarsa onunla daha rahat bütünleşebilirler. Ama bilmem ki anneler buna izin verirler mi?
Şunun için soruyorum: Anneler bebeklerini babalarıyla bırakmaya pek hevesli değildirler. Çünkü erkeklerin yapısında duygusallık, duyarlılık, empati gibi inceliklerin olmadığına inanırlar. Kadınların bu inanışı, erkeklerin kendileri hakkındaki düşüncelerini de etkiler. Bu yüzden çocuklarıyla yürek yüreğe içten bir ilişkiye girmeye kolay kolay cesaret edemezler.
Bence anneler, erkeklerin duyarsız, umursamaz ve kaba oldukları biçimindeki peşin hükümlerinden biraz sıyrılıp bebek konusunda babaları biraz yüreklendirmelidirler. Erkekler de aileye daha fazla zaman ayırmanın mutlaka bir yolunu bulmalıdırlar.
Bu konunun da sihirli kelimeleri, yine “sevgi-ilgi-bilgi”dir. Sorunlar ancak sevgi ekseninde üreyen bilgi, ilgi ve dayanışma ile aşılabilir.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT