Ankara Devlet Tiyatrosu Mehmet Akif’i Sahnelerse
Ankara Devlet Tiyatrosu’nca sahnelenen ‘Mehmet Akif’, bir oyun ‘kerhen’ sahneye taşınırsa ne olur, nasıl olurun örneği. Aşk olmayınca meşk olmuyor.
Muhsin Mete, Karar gazetesindeki yazısında Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenen “Mehmet Akif” Tiyatrosunu değerlendiriyor:
Edebiyatımızın en fazla tartışılan, lehinde ve aleyhinde pek çok yazı kaleme alınan ismi herhalde Mehmed Âkif’tir. Bütün varlığıyla Millî Mücadele’ye verdiği destekle devam etmiş, yazdığı marşın kabulü ile ‘millî şair’ diye anılır olmuştur. Kuruluşunda alın teri olan Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında da itibar görmüştür. Bilâhare ulus-devlet inşasında takip edilen yol, İslâm medeniyetinden Batı medeniyetine geçiş şeklinde tezahür edince, ‘ islâmcı şair ‘Mehmed Âkif için idbâr yani düşkünlük yılları başlamıştır. Haysiyetine düşkün bir şahsiyet olarak ‘istenmeyen kişi ‘ muamelesine tahammül edememiş, “Canı, cananı bütün varımı alsın da Hüda / Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda” mısralarının sahibi olarak vatanından uzaklaşmayı seçmiş, gönüllü sürgün olarak Mısır’a gitmenin azabını yaşamıştır. Mısır’da zor günler yaşamış, hastalanınca âdeta ölmek için İstanbul’a dönmüştür. Dönüşünde ve vefatında yine ‘lanetli’ muamelesi görmüş, cenazesine devlet değil, gençlik sahip çıkmıştır. Bu yıllarda her vesileyle edebiyatçılığına da dil uzatılmış, ‘mürteci şair’ olarak yaftalanmıştır.
Artık ikbal devrini yaşayan şairimiz, hakkında yapılan televizyon programlarının yanı sıra şimdi de bir oyunla sahneye taşındı. Ankara Devlet Tiyatrosu’nca sahnelenen, Remzi Özçelik’in kaleme aldığı, Cahit Çağıran’ın yönettiği oyunu seyredince, “Bir oyun ‘kerhen’ (muhtemelen ‘yukarı’nın talimatıyla ) sahneye taşınırsa ne olur, nasıl olur?” açıkça görülmektedir. Aşk olmayınca meşk olmuyor. Geçmişte tiyatro yönetimlerine baskıyla sahnelenen Necip Fazıl oyunlarının akıbeti “Mehmet Akif” oyununda da fazlasıyla görülmektedir. Nâzım Hikmet oyunlarına dört elle sarılan tiyatrocularımız, zihniyetlerine ters oyunları sahnelemek zorunda kaldıklarında hiç çekinmeden onları ters yüz etmekte, kendilerine uygun hale getirmeye çalışmaktadırlar. Her ne kadar Ankara Devlet Tiyatrosu’nun program bülteninin ön ve arka kapağında kişi olarak tek başına Mehmed Âkif fotoğrafına yer verilse de (‘Yukarı’ya bir gönderme mi? ), İstiklâl Marşı’nın kabul tarihi olan 12 Mart’ta oyunun gösterimine başlandı, sadece iki hafta Ankara’da gösterimde kaldı, göz önünden uzaklaştırılarak taşraya havale edildi. Yasak savma kabilinden yapılan bu kadar olurdu!
Oyun metnine gelince… Oyunun yazarı Remzi Özçelik bir hayli eseri olan, oyun yazarlığını öne alan bir yazarımız olsa da, “Mehmed Âkif’e dair bir oyunu en başarılı şekilde kim yazar?” diye sorulsa akla gelebilecek bir isim değil. Özgeçmişinden öğrendiğimize göre, oyunu 2013’te repertuara alınmış. İhtiyaç olduğunda “elimizin altında şöyle ya da böyle bir oyun var, daha iyisine gerek yok” denilerek gün yüzüne çıkmış gibi. Oyun metni olağan dışı bir uygulamayla Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı’nca 2 bin adet bastırılarak ilk gösterimde seyircilere dağıtıldı. Kitabı okuyunca çarpıtma, Devlet Tiyatroları’nın kabul edebileceği bir metin oluşturma gayreti açıkça görülmektedir. Buna dair birkaç örnekle yetineyim: Bilindiği üzere Mehmed Âkif, Tevfik Fikret’in Tarih-i Kadim şiiri üzerine Süleymaniye Kürsüsünde şiirinde şu mısralarla ona ağır bir ithamda bulunur: “Şimdi Allah’a söver… Sonra biraz bol para ver: Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder!” Tevfik Fikret de Mehmed Âkif’i mürtecilik yakıştırması ile “Molla Sırat” diye anar. Kitapta tam tersi bir tabloyla karşılaşıyoruz. Şairimiz ile kızı Feride arasında şöyle bir konuşma geçer:
Feride: (Ağlar gibidir.) Sen Tevfik Fikret’i seviyor musun?
Akif : Evet, hem de çok seviyorum kızım. Benim söyleyemediklerimi o söylüyor. Onun söyleyemediklerini de ben söylüyorum. (…) Fikret çok iyi bir şair.
Oyunda Neyzen Tevfik, Mehmed Âkif’in ayrılmaz bir parçası olarak takdim ediliyor. Şu gerçek: Neyzen’in şairimize muhabbeti, şairimizin de Neyzen’e samimiyetinden ötürü sevgisi ve müsamahası vardır. Verilmek istenen mesaj, Mehmed Âkif mürteci olsaydı, bir sarhoşa iltifat göstermezdi. Hümanist bir Âkif imajına Neyzen alet ediliyor. Yazar, Neyzen’e anlamsız bir söz de söyletiyor: “İşte aramızdaki fark bu… Senin verdiğin söz senden kaçar. Ben ise verdiğim sözden kaçarım.”
Oyuna gelince… Mehmed Âkif’i ters yüz etme garabeti asıl oyunda ortaya çıkar. Öncelikle esere pek az bağımlı kalınır. Metindeki karakterlerin önemli bir kısmına oyunda yer verilmez. Dolayısıyla onların sözleri, istenmeyen mesajlar budanmış olur. Yönetmen Cahit Çağıran, oyuna metinden bağımsız pek çok öge sokarak, bir bakıma oyunu kendince temize çekmiş. Meselâ, oyun Cahit Külebi’nin Gökyüzünde Kara Bulutlar şiiri ile başlıyor. Sinevizyon gösterisi ile Atatürk ve devrimler işin içine giriyor. Gereksiz dans, ışık oyunları ve sahnede hareketlilik sağlamaya dönük olarak büyük flamalarla sık sık sahnenin bir ucundan diğerine koşturan kişiler ve rejide ekonomik olmayla bağdaşmayan kız ve erkek koroları. Ayrıca Mehmed Âkif, hanımı ve kızının giyim kuşamını da yadırgamamak mümkün değil. Bütün bunlar işin özünden uzaklaşmayı hedeflemeniz halinde başvurabileceğiniz yöntemler gibi duruyor.
HABERE YORUM KAT