Andrey Karlov Suikasti ve Bazı Sorular
Egeli olduğu için Nusra vb yapılarla örgütsel bağı hiç olmamış, ama muhtemelen onların mücadelesinden etkilenen, Rusya’nın Suriye’de uyguladığı (ama bugün Türk basınında görmezden gelinen) şiddete tepki biriktirmiş bir genç.
Yalnız Kurt Saldırısı ve Açık Bayraklar / Fırat Erez
Serbestiyet.com
FETÖ iddiaları duruma hiç uymuyor. Ayrıca, başka birçok örnekte olduğu gibi, “kimin işine yarıyorsa o yapmıştır” formülü de çalışmıyor. Geriye, AK Parti’nin dış politika manevrasının da, parti çizgisini topyekûn destekleyen medyasının da, Rusya’nın da işine gelmeyen “yalnız kurt” olasılığı kalıyor.
Bütün bayraklar açık. Rüzgâr onları olabildiğince görünür kılmak için esiyor.
Suriye kaosunda farklı cephelerde duran, ama ikili ilişkileriyle birbirine bağlı Rusya ile Türkiye arasında yaklaşık bir yıl önce Rus Su-24 uçağının düşürülmesiyle başlayan gerilim çözülmüş görünüyor.
Uçağın düşürülmesinin yıldönümünde, El Bab’da Türk Özel Kuvvetlerine yapılan saldırının unutulması ve unutturulmasına çalışılıyor.
Kimse o kötü günlere dönmek niyetinde değil; kandan kına yakılmıyor çünkü. İntikamlar da sineye çekilebilir, hele “hatâ yaptık, özür dileriz” demişseniz.
İki ülke ilişkilerindeki düzelme sonucu “Halep’te varılan çözüm” de (yani, direnişçilerin şehirden tahliyesi ve karşılığında, İdlib bölgesindeki örgütlü direnişin elindeki rejim taraftarlarının da Halep’e tahliyesi için açılan koridor da) neredeyse Suriye’de genel bir çözümün sinyalleri gibi okunuyor; bu da barış umudunu canlandırıyor.
Saldırı tam da bu sırada, karşılıklı tahliyeler bütün provokasyonlara rağmen sürdürülürken gerçekleşiyor.
22 yaşında bir özel harekat polisi, tipik sivil koruma kıyafeti ve polis kimliğiyle güvenliği aşıyor; bir sergi açılışında konuşma yapmakta olan Rus büyükelçisini beylik silahını kullanarak vuruyor.
Kameralar önünde gerçekleştirdiği eylemini, Suriye ve özellikle de Halep’teki Rus kıyımına cevaben düzenlediğine ve sonunun ölümü olacağına dair açık bir ajitasyonla tamamlayıp, üzerine gelecek meslektaşlarını beklemeye başlıyor.
Gerek bölgeye yakın karakoldan gelen polislerin, gerekse yaklaşık aynı zamanda olay yerine yetişen jandarma ve polis özel harekat unsurlarının operasyonlarında öldürülüyor.
Bu bir tartışmanın başlangıcı: Elinde cephanesi sınırlı tek bir yarı-otomatik tabanca bulunan saldırgan, neden canlı yakalanmadı?
Öncelikle saldırgan, yerde vurulmuş yatan ve hayatını kaybedip kaybetmediği kesinleştirilemeyen büyükelçinin bedenine ulaşılmasında bir engel.
Eğer hâlâ yaşıyorsa büyükelçiye yapılması gereken tıbbi müdahaleyi engelliyor.
Saniyelerin önemli olduğu bu aşamada, uyuşturucu iğneyle vurulması, gazla bayıltılması gibi yöntemler birer fantezi.
Zaten genellikle bu tür koşullar geçerli olduğu için, müdahale edenlerin bu gibi donanımları ve uygulama prosedürleri de bulunmuyor.
Saldırgan önce vurularak yaralanıp etkisiz hale getirilmeye çalışılıyor; bacaklarından defalarca isabet alıyor, düşüyor -- ama yaralı yattığı yerde elini cebine götürmesi bomba şüphesi doğurunca öldürmek için ateş ediliyor.
Ne saldırgan ifadesi alınsın diye canlı ele geçirilebiliyor, ne de büyükelçi kurtarılabiliyor.
Bayraklar açık, rüzgar onları olabildiğince görünür kılmak için esiyor.
Olayla ilgili toplumda oluşan genel kanaati Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tweeti özetliyor;
“Karlov suikastı, Türk-Rus ilişkilerine yönelik açık bir provokasyondur.”
Peki. Bayraklar gerçekten de tam onu söylüyor.
Saldırgan bir devlet memuru, bir polis. Saldırıyı resmi kimliğini kullanarak ve TC devletinin ona verdiği 9 mm Canik marka beylik silahıyla, bir sivil koruma kisvesine bürünerek gerçekleştirdi.
Bu oklar saldırının arkasında TC devletinin varlığına işaret eder gibi. Ama tabii kimse buna inanmıyor.
AK Parti hükümetinin akut düşmanlarının bile bütün iddia edebildiği, saldırganın, hükümetten destek aldığını iddia ettikleri Nusra veya benzer bir örgüt adına hareket ettiği.
Yanıp sönen ışıklarla bezenmiş bunca ok hükümeti işaret ettiği halde kimse başını döndürüp o tarafa bakmıyor.
Kimsenin aklına “bu sizin memurunuz, bunu siz yaptınız” demek gelmiyor, çünkü bunun oldukça saçma bir iddia olacağının herkes farkında.
Peki, hal böyleyken nasıl oluyor da saldırı “Türk-Rus ilişkilerine yönelik açık bir provokasyon” oluyor?
Bu saldırı hangi akıl yürütmeyle, bağlantıyla, ilişkilendirmeyle Türk-Rus ilişkilerini bozacak?
Biraz zorlansa belki yerel yetkililerin yeterince güvenlik önlemi almamış olması vb öne sürülebilir.
Ama hayır. Kimse böyle bir şeyden de sözetmiyor.
Olası bir “güvenlik boşluğu”na vurgu o kadar az ki, Rus büyükelçisinin yakın korumalarının neden olayın tümüyle dışında olduklarının, hiçbir anda müdahil olmadıklarının, hikayenin hiçbir yerinde yer almadıklarının bile üzerinde pek durulmuyor.
Saldırının ardından koşarak birbirine sarılıp taziyelerini bildiren, üzüntülerini paylaşan, ortak araştırma grubu organize eden Türk ve Rus yetkililerden duyulan tek bir ses var;
“Karlov suikastı, Türk-Rus ilişkilerine yönelik açık bir provokasyondur.”
Ve tabii FETÖ.
Her taşın altından çıkan, sırf Türkiye’ye kötülük olsun diye kamikaze operasyonları düzenleyen, aklını yitirmiş bir güruhtan, haşhaşiler diye anılan bir örgütten başka kim olabilir bu suikastin ardında?
Elbette FETÖ.
Değil mi ki bu suikast “Türk-Rus ilişkilerine yönelik açık bir provokasyon”dur. Başka kim yapmış olabilir?
Açık oturumlar, tartışmalar, beyanlar birbirini izliyor.
Saldırganın FETÖ bağlantılarını açığa çıkarmaya yönelik her veri, özellikle titizlikle değerlendirilmiyor, onun yerine, elde ne varsa bir çorbanın içine boşaltılıyor.
Saldırganı vuranın aynı evi paylaştığı arkadaşı olduğu gibi birçok komplo teorisinin belirip belirip kaybolduğu bir sosyal medya gecesinin ardından kalan şu üç nokta oluyor:
(1) 15 Temmuz gecesi geçici görevle bulunduğu Diyarbakır’da izinli imiş. (2) İçinden birçok FETÖ’cü polisin çıktığı bir okulun, yine içinden birçok FETÖ’cü polisin çıktığı bir mezuniyet dönemindenmiş. (3) Dayısı da FETÖ’cülükten kapatılan bir okulunun yöneticiliğini yapmış.
İlk bakışta dikkate değermiş gibi görünen bu bağlantıları geçersizleştiren bir husus var: Saldırgan yukarıda sayılanlarla ilgili soruşturmalar geçirip aklanmış. Bu bilgiye hiç değinilmiyor.
Başka sorular da geliyor akla: Özel harekatta görevli bir polis memuru, neden kritik 15 Temmuz gecesi FETÖ lehine iş görmektense izne çıksın? Başka ve daha özel bir görevi mi vardı? Buna dair hiçbir veri veya hattâ hayali önerme yok ortada.
Bayraklar açık ve rüzgar onları görünür kılmak için esiyor.
Ama o bayraklar başka bir şeyin görünürlüğünü engelliyor: FETÖ’nün yanlış algılandığı gerçeğini.
Saldırganın asosyal yapıda olduğu söyleniyor.
Şimdiye kadar gördüğümüz, Cemaatin asosyal yapıda birinin barınacağı türden bir organizasyon olmadığı.
Şimdiye kadar gördüğümüz, 15 Temmuz’daki darbe girişimlerinin bir “kamikaze operasyonu” olmasına rağmen bireysel intihar eylemlerine hiç başvurmamış olmaları.
Şimdiye kadar gördüğümüz, kendileriyle ilgili birkaç intiharın, tümüyle çöken hayat algılarını veya muhtemel infazları yansıttığı.
Hepsinden önemlisi, şimdiye kadar gördüğümüz, cemaat üyelerinin mensubiyetleriyle birlikte hep hayatın maddi yanına dair bir zenginleşmeyle buluştukları.
Kısacası altın nesil hayatı hemen hep, belirgin bir rahatlık içinde yaşıyor.
Dolayısıyla böyle örgütlerden kolay kolay intihar eylemcisi çıkmayacağı açık.
FETÖ ile ilgili gözden kaçırılan başka bir gerçek de, 15 Temmuz öncesi hiçbir biçimde ellerine silah almadıkları. Ama onun yerine, Danıştay baskını, Santoro ve Dink cinayetlerinde olduğu gibi, kendilerinden olmayan tetikçileri motive ettikleri, sürükledikleri ve/ya eylemlerine göz yumdukları.
Peki, Büyükelçi Karlov’u vuran Altınbaş da böyle bir sürecin vurucu sivri ucu mu?
Muhtemelen değil.
Birincisi, FETÖ’nün polis ve yargı içindeki, bu tür operasyonlarda kullanabileceği örgüt ağı dağıtıldı.
İkincisi özel harekat memuru polis Mert Altıntaş, hiçbir yanıyla bu türden bir tetikçi profiline uymuyor.
Ve şu meşhur argüman; Kimin işine yarıyorsa o yapmıştır.
FETÖ’yü ABD’nin veya ABD derin devletinin bir uzantısı olarak kabul eden ve saldırının bu amaçla ABD tarafından FETÖ’ye uygulattırıldığı iddiasındakiler için yol burada da çıkmaza gidiyor. Saldırının Türkiye-Rusya ilişkilerini bozmak için düzenlendiğini iddia edenlerin teorisiyle birlikte bu iddia da çöküyor.
Çünkü saldırının hemen sonrası açıklamalardan ve olan bitenden de anlaşılabileceği gibi durum tam tersi.
Saldırı, bırakalım Rusya ve Türkiye’yi birbirinden uzaklaştırmayı; yakınlaştırdı kelimesinin çok hafif kaçacağı biçimde yakınlaştırmış bulunuyor.
Herhalde ABD, CIA, Derin Devlet, İlluminati veya her kimse, hangi üst akıl taşıyıcısıysa o, bu kadar da yanlış bir analiz yapmış, istediğinin bu kadar tersine bir sonuç almış olamaz.
Saldırganın ardında duran apaçık ortada ama biz görmezden gelmeye devam ederek yine “kimin işine yarıyorsa o yapmıştır”a dönelim.
Belli ki bu saldırı en çok Rusya’nın işine yarıyor.
Suriye meselesinde iki taraf sürekli dalgalanan, sorun çıktıkça konuşulan, masaya oturulup alış veriş yapılan bir pazarlık süreci yürütüyor.
Saldırı da bu süreçte en fazla Türkiye’nin elini zayıflatıp Rusya’nınkini güçlendiriyor.
Elbette buradan saldırının Rusya tarafından düzenlendiği gibi bir saçmalığa varacak değilim.
Varılacak yer gayet açık. Başka birçok örnekte olduğu gibi bu sefer de, “Kimin işine yarıyorsa o yapmıştır” formülü çalışmıyor.
Peki geriye ne kalıyor?
Bunca kaos içinde aslında apaçık görünen ne?
Basit; eylemin tipik bir “yalnız kurt” eylemi olduğu.
Egeli olduğu için Nusra vb yapılarla örgütsel bağı hiç olmamış, ama muhtemelen onların mücadelesinden etkilenen, Rusya’nın Suriye’de uyguladığı (ama bugün Türk basınında görmezden gelinen) şiddete tepki biriktirmiş bir genç.
Sağ elinde tuttuğu silah yüzünden sol eliyle yaptığı, aslında hemen tüm Müslümanların kullandığı ama şimdi ısrarla sadece cihatçılara maledilen işaret parmağı hareketi... Kötü bir aksanla (neden iyi olması gerekiyor o da belli değil) tekrarladığı, yine Nusra’ya maledilen cümleleri... Saldırının hemen arkasından sarfettiği, Suriye ve Halep’e işaret eden sözleri... İçe kapanık, anti-sosyal kişiliği... Bir özel harekât memuru olmasının getirdiği beceri ve olanaklar...
Bunların hepsini, gördüğü saldırı fırsatında birleştiren öfkeli bir genç.
Azmettirici yok.
Arkasında ne FETÖ, ne CIA, ne Rusya, ne Nusra ve ne de bunların benzeri veya zıddı bir örgüt var.
Elbette bu kesin bir sonuç değil ve elbette gerçeğe sürdürülen soruşturmayla ulaşılacak.
Veya ulaşılmasa da olay, görece daha sağlam bir yerde konumlanıp tartışılacak -- ama eldeki verilerle varılması gereken bu sonuç, neden özellikle Türk medyasından neredeyse tümüyle dışlanıyor?
Neden görülmüyor?
Daha dün değil miydi İstanbul Rus Konsolosluğu önündeki protesto?
Türkiye devleti Rusya ile çözüme ve barışa dönük yeni bir yola girmiş olsa da, Rus hava bombardımanıyla yıkılan hastaneler, katledilen siviller, buna duyulan tepki ne çabuk unutuldu?
Çünkü öyle gerekiyor.
İki sebepten.
Birincisi AK Parti hükümeti dış politikasıyla ilgili geniş ölçekte bir manevra yapıyor ve bu manevra manipüle edilmeye ya da her koşulda AK Parti taraftarlarınca savunulmaya çalışılıyor.
Yani bir anlamda, “yetkililer ne diyorsa o.”
Ve ikincisi: Yalnız kurtlar tehlikelidir.
Bir saldırı salgını başlatabilirler ve siz onların nereden, ne zaman geleceklerini bilemezsiniz.
O bakımdan “teşvik” edilmeleri her koşulda ve her yöntemle engellenmelidir.
Üçüncüsü de var: Böylesi Rusya’nın daha çok işine yarıyor.
Not: “FETÖ’nün yanlış algılandığı gerçeği”ni belirtip, neredeyse üzerinden sekerek fazla derinleştirmedim.
Bu konuya ileride tekrar tekrar değineceğim.
HABERE YORUM KAT