“Atatürk'ün Kürt sorunu değil, din sorunu vardı”
“Andımız” tartışmaları basit bir metni sabah akşam tekrar edip etmemekten öteye Tek Parti ve Tek Adam ideolojisinin ülke ve toplumu ırkçı tezler etrafında hallaç pamuğu gibi savurup atmaya matuf politik hesaplara ışık tutuyor.
Andımız tartışmasıyla birlikte tekrar zuhur eden hatta hiç bitip tükenmeyen Kemalizm ve ırkçılık tartışmalarına dair Prof. Dr. Zafer Toprak ile Radikal Gazetesi adına Ezgi Başaran'ın yaptığı röportajı okuyup tartışmakta fayda var.
Zafer Toprak'ın "Darwin'den Dersim'e Cumhuriyet ve Antropoloji" kitabı etrafında yapılan sohbet, dönemin ruhunu anlamak için kitapta yer alan bilgi ve belgeleri dikkatle okuyup analiz etmeyi gerekli kılıyor.
Andımız tartışmasıyla birlikte tekrar zuhur eden hatta hiç bitip tükenmeyen Kemalizm ve ırkçılık tartışmalarına dair Prof. Dr. Zafer Toprak’ın daha önce Radikal gazetesine verdiği röportajı bugünkü tartışmalara da sunduğu katkı açısından aşağıda ilginize sunuyoruz…
_________________________________________
Atatürk'ün Kürt sorunu değil, din sorunu vardı
Röp: Ezgi Başaran / Radikal (10 Nisan 2012)
Prof. Dr. Zafer Toprak, 'Darwin'den Dersim'e Cumhuriyet ve Antropoloji' kitabında Atatürk'ün 'antropoloji ilgisini' anlatırken "Cumhuriyet için hepimiz asimile olduk" diyor.
Neden
Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi ve Atatürk ilke ve inkılapları Enstitüsü kurucu yöneticisi Prof. Zafer Toprak bir süredir üzerinde çalıştığı kitabı bitirdi: ‘Darwin’den Dersim’e Cumhuriyet ve Antropoloji’, çarşamba günü piyasaya çıkacak. Prof. Toprak, Atatürk’ün tarihçiler tarafından yeterince üstünde durulmayan entelektüel faaliyetlerine yoğunlaşıyor. Kitabı okuduğunuzda antropoloji ilgisinin bir ulus inşasında nasıl rol oynadığını, Türk tarih tezine nasıl dönüştüğünü, toplum mühendisliğinin teorik altyapısını mükemmel şekilde görüyorsunuz. İşin elbette bir de Dersim ve Kürt sorunu ayağı var. Kitabında son sözü söylemekten özellikle kaçınan Prof. Toprak’tan verdiği bilgileri bu röportajda yorumlamasını istedim.
Atatürk’ün yeni insan yaratma sürecinde ne tür bir siyasi ve entelektüel teori var?
İki fay hattı söz konusu; biri 1919… Atatürk’ün bir siyaset adamı olarak yeniden doğuşu. Tabii metaforik anlamda kullanıyorum doğuş sözcüğünü. İkincisi ise 1929… O tarihteki Büyük Buhran, Türkiye’yi tekrar muhasebe yapmaya sevk ediyor. O vakte kadar Türkiye Batı’ya öykünen bir ülke. Ama Avrupa’nın çözümsüzlüğe doğru yol aldığını da görüyor. Bir tarafta Bolşevizm, öbür tarafta faşizm, bir müddet sonra nasyonel sosyalizm… Atatürk şuna karar veriyor: Dışardan gelen tüm bu tehditlere karşı yeni bir vatandaş kimliği, yeni bir insan olgusu oluşturmak. Bu da kültür devrimini gerektiriyor.
Kafasındaki yeni insan olgusu, Anadolu insanına ne kadar uyuyor?
Ulus devlete sadık olan yurttaşlar oluşturmak istiyor. Her şeyden evvel bu yurttaşın geçmişle bağını koparması gerektiğini düşünüyor.
Toplum mühendisliği yani?
Tabii. Çünkü milli mücadeleyi kazanmış olsa da bu insan tipi zihinsel olarak hâlâ Osmanlı’ya bağlı. O yüzden bana sorarsan Atatürk olmasa Cumhuriyet ve laiklik olamazdı. Halifenin simgesel olarak başta olduğu bir anayasal yapı, belki de bir meşruti monarşi olabilirdi.
Atatürk yerine başka otoriter biri olsa… Yani burada Cumhuriyet’i getiren Atatürk’ün en önemli özelliği otoriterliği değil mi?
Bir bakıma öyle tabii. Atatürk’ün kafasında güçler birliğine dayanan Rousseau-vari bir devlet modeli var. II. Meşrutiyet’e baktığımızda daha Montesquieu’yü anımsatacak bir yapıyla karşılaşıyoruz. Hürriyet ön planda. Oysa Cumhuriyet’le egemenlik kavramı öne çıkıyor. Meşrutiyet’te birey somut, Cumhuriyet’te soyut bireyle karşılaşıyoruz.
Yeni insan olgusu yaratırken antropolojiye bu denli ilgisinin sebebi ne?
Türkiye Milli Mücadele’yi kazanıyor ama Batı’nın gözünde hâlâ ikinci sınıf toplum. Batı ders kitaplarında Anadolu insanı sarı ırka mensup, Mongoloid olarak tarif ediliyor. Yani Batı’nın dışladığı bir insan tipi. Atatürk’ün antropolojiyi gündeme getirmesindeki birinci sebep, Batı’ya ‘Biz de sizler gibiyiz’ diyebilmek.
Ve bunun için insanların kafataslarını ölçen fizik antropolojiye yöneliyor değil mi?
Bakın, Atatürk’ün ilgilendiği ve Türk tarih ve dil tezini tetikleyen fizik antropoloji aslında Nazi antropolojisine alternatiftir. Antropolojiye göre insan tipolojisinde iki tür kafa şekli var: Dolikosefal ve brakisefal. İddia şu: Avrupa’da uygarlığı temsil eden ari ırktır ve ari ırk dolikosefal kafa yapılarından oluşur. Nazi antropolojisi bu doğrultuda gelişiyor. Fakat Fransa ve İsviçre’de buna ırkların saflığından değil, birbirine karışmış olmasından söz eden bir alternatif teori oluşturuluyor. Avrupa’ya neolitik evreyi getirenler Orta Asya’dan göç eden brakisefaller. Ve bunlar dolikosefallerle karışıyor. Anadolu insanı da Batı literatüründe brakisefal olarak tarif ediliyor. Atatürk de bu tezi geliştirip Türk tarih tezine dönüştürüyor. Anadolu’dan geçip Avrupa’ya giden brakisefaller Türk’tü diyor. Bunu diyebilmek için de derin antropoloji araştırmaları yapılıyor Anadolu’da.
Devlet kuran bir insanın bu kadar kafataslarıyla uğraşması tedirgin edici değil mi?
O günlerde kafatası fizik antropolojinin temel girdisi… Bugün üniversitelerdeki biyolojik antropolojinin ilk evresini kafatası oluşturuyor. Amerika dâhil birçok ülkede kafatası ölçüyorlar. Atatürk kafatasıyla değil bilimle uğraşıyor…
Afet İnan’a uğraştırıyor ama...
Antropoloji çalışmalarıyla başlayan Türk tarih tezi tarihçilik alanında çok önemli bir atılım gerçekleştiriyor. 1930’lu yılların Türkiye’de disiplinlerarası düşünce yapısını belirleyen bir ıngiliz sosyalist tarihçi: H. G. Wells. H. G. Wells’le birlikte tarih anlayışı geniş bir zamana yayılıyor; geçmiş milyonlarca yıl geriye çekiliyor. İlginçtir, Nutuk’ta atıf yapılan tek yabancı isim H.G. Wells. Atatürk bir şekilde Wells’in ‘insanlığın Tarihi’ adlı kitabını bulup okuyor. Bence bu kitap Türkiye’de tarihçiliğin dönüm noktalarından biri. Uhrevî nitelikteki Adem-Havva’dan başlayan tarih milyonlarca yıl geriye çekilerek dünyevî bir tabana oturtuluyor.
Atatürk, evrim teorisiyle de ilgili…
Tabii. O dönemde evrim teorisini gündeme getirmek ancak Atatürk’ün yapabileceği bir şeydi. Orta 1 Tarih kitabı, “Tanrıyı bulan, bunun sırlarını açan ve bugün hâlâ açmaya çalışmakta olan insan zekâsıdır” diye başlıyor. Bugün kolaysa, de bunu! Mantık kitaplarında, jeoloji, biyoloji kitaplarında Darwin var. Tarih kitapları Darwin’den esinlenilen ‘hayat zinciri’ne yer veriyor.
Ama o öldükten sonra bu kısımlar kitaplardan çıkarılıyor, nasıl oluyor?
Bu, dünyadaki tüm kültür devrimlerine özgü. Bir noktadan sonra belirli bir geri adım atılır. Kitapları aynı kişiler yazmasına rağmen 1938 sonrası Darwinist hayat zincirine yer verilmiyor. Türkiye’de bilimin temelleri 1930’larda atılıyor.
Afet İnan, Atatürk destekli antropoloji anketi için Anadolu’da 64 bin kişinin kafatasını ölçmüyor mu?
Hâlâ bilim adına bu tür ölçümler yapılıyor. Fizik antropoloji budur zaten. O dönemde bu tür ölçümler da son derece yaygın. Ve Afet İnan’ın yaptığı antropoloji anketi bilimsel manada çok övgü alıyor Avrupa’dan. Zaten o yüzden de 18. Uluslararası Antropoloji ve Tarihöncesi Arkeoloji Kongresi’nin Türkiye’de yapılmasına karar veriliyor. Türkiye bu sayede saygın bir yer ediniyor.
Peki, Afet İnan sonra bu araştırmadan dolayı niye utanıyor?
Utanmıyor ama antropolojinin farklı alanlara yöneldiğinin bilincinde. Türkiye’de de antropoloji giderek toplumsal ve kültürel alana kayıyor. Doktora tezinin kitaba dönüşmesi 1947 yılını buluyor. Nazi Almanyası’nın çöküşü ertesi insanlar ırk meselesine mesafeli bakmaya başlıyor. Afet İnan da bu araştırmasını sahiplenmiyor.
Atatürk antropolojiyi siyasi bir araç olarak nasıl kullandı?
Türk devriminin Osmanlı’yla ve İslam’la mesafesini koruyabilmesi için İslam öncesine uzanması gerekiyordu. Antropolojik tezlerle bu yapılıyor. 30’lu yıllarda ulusu inşa eden faktörler arasında din yoktur. Hatta kitaba başka hiçbir yerde bulamayacağın bir detay da ekledim: Atatürk kendi insanlarımızın Arap çöllerinde telef olmasına infial duyuyor. “O topraklarda ne işimiz vardı” diyor. Ve Hz. Muhammed, 1930’larda artık Muhammed olmuş… Sıfatı kaldırılmış durumda. Ders kitaplarında da hilafet konusunda veryansın edilir. Bilimlerin kiliseyle, ya da dinle en uzlaşmaz olanı antropoloji. Antropolojik bilgi dini sorguluyor. Cumhuriyet’in ilk evresinde antropolojiyi devreye sokmadan laiklik güç gözüküyor.
Bu antropolojik tezlerin Kürtler için anlamı nedir?
Aslında o dönemdeki antropoloji tezlerinde etnisite yok. Türk de Ermeni de Kürt de brakisefal olarak anılıyor. Hatta birtakım Kürt enteleküelleri de “Biz de brakisefaliz, aynı soydanız” diyor. O dönemde Kürt sorunsalı etnik değil, antropolojik bir sorunsal. Yani dışlayıcı değil, kuşatıcı. Herkes ortak paydada birleşiyor.
İyi ama problem ayrı bir halkı kafatasına bakarak Türk şemsiyesi altına koymakla başlamıyor mu?
Elbette orada bir mühendislik var. Çünkü bir de milliyetçilikler çatışması yaşanıyor. Bir tarafta Atatürk var, diğer tarafta Kürt milliyetçisi Baytar Nuri. Bu asimetrik bir güç savaşı. Atatürk ve kadrosu bir devlet geleneğinden geliyor, Kürt hareketi ise daha protonasyonalist, yani ön-milliyetçi bir aşamada. Yazılı kültür son derece sınırlı. Ayrıca Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kürt kimliği reddedilmiyor. Kitapta bunun somut örnekleri var. Devletin yayınlarında Kürt aşiretlerine yer veriliyor. Ne zaman ki şeyh Sait çıkıyor, Kürt kelimesi tedavülden kalkıyor, ‘dağ Türkleri’ geliyor.
Asimilasyon başlıyor...
Evet ama zaten Anadolu’nun her tarafı bu mühendislik yöntemleriyle Cumhuriyet’e entegre edildi. Benim atalarım kısmen Çerkesçe, Kumukça konuşurdu, ben tek kelime bilmem. Anlayacağın, hepimiz asimile olduk Cumhuriyet için. Ulus inşa etmek kolay değil. Dil açısından bakarsak da bugün konuştuğumuz Türkçe’nin yüzde 60’ı 1930’lu yıllarda yaratılmıştır. Ayrıca bütün ulus devletler bu yollardan geçmiştir.
Atatürk’ün Kürt sorunu yok muydu yani?
Dersim ve çevresine Osmanlı’dan itibaren 100 yıldır hâkim olunamıyordu. Ve rejim II. Dünya Savaşı öncesi yöreyi entegre etmekten yanaydı. Dersim harekâtının arkasında bu vardı. Anadolu’da yaşayanların her biri farklı coğrafyalardan göç etmişti. Cumhuriyet’in misyonu bu farklı unsurları bir potada eritmekti.
Ama din sorunu vardı...
Evet, Atatürk’ün Kürt sorunu değil ama din sorunu vardı. Dine epey mesafeli durduğunu söyleyebilirim. Yani anti-klerikal (din karşıtı) çizgi ınönü zamanında değil, Atatürk zamanında başlamıştır. Bunu tarih tezlerinden ders kitaplarına kadar her yerde gözlemlemek mümkün.
Kendisi dindar olmadığı gibi kimsenin olmasını istemiyor öyle mi?
O dönemde asıl amaç halkı hilafet olgusundan koparmak. Ayrıca bu din karşıtlığı bize özgü değil, dünyada din çok yıpranmış durumda o günlerde. Bir tarafta Sovyet Rusya, bir tarafta ıspanya.
İşte bu ters tepmedi mi ve dindar insanlar mağdur olmadı mı?
Elbette çünkü insanların kültür kodlarını bastırıyor. Cumhuriyet’in o günkü koşullarda geniş kitlelere ulaşması olanaksız. Her şeyden önce coğrafya buna engel. Cumhuriyet’in propaganda araçları çok kısıtlıydı, maddi gücü yoktu.
Atatürk’ün izlediği toplum mühendisliği bugün işler mi?
Bu devirde mümkün değil çünkü çok daha kristalize bir birey kavramı var. Milli Mücadele 1912’de Balkan Harbi’yle başlamış 10 yıllık bir savaş. Anadolu 5 milyon nüfus kaybetmiş. Geriye fakir, okur yazar düzeyi çok düşük bir kitle kalmış. Bugün küresel dünyada yaşıyoruz. İktidarların gücü de daha sınırlı, er geç toplumun kontrol mekanizmaları devreye giriyor. Toplum mühendisliği denense de geri teper.
HABERE YORUM KAT