1. YAZARLAR

  2. SİNAN ÖN

  3. Ancak müminler kardeştir…
SİNAN ÖN

SİNAN ÖN

Yazarın Tüm Yazıları >

Ancak müminler kardeştir…

20 Aralık 2024 Cuma 21:54A+A-

 

De ki:"Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (Enam/162) 

Bizleri yaratan ve belirli bir süreye kadar yaşatan Rabbimiz, imanımız ile amellerimiz arasında tenakuz olmasın ister. Hayatı bir bütün olarak Allah’a has kılarak yaşamamızı emreder. Teslim olanlardan salt camide değil, çarşıda da ibadet ahlakı bekler. Dolayısıyla camide Müslüman, çarşıda kapitalist olunmaz. Konjonktüre, kişilere, egemenlere; zafer ya da yenilgiye, rahmet ya da zahmete göre tavır takınılmaz. Duruma göre şekilden şekle girenler, Müslüman olarak adlandırılabilirler ancak iman henüz kalplerine yerleşmemiştir. (Hucurat/14)   

Bu kimselerin durumu, bir fırtınaya tutuldukları zaman Allah'ın dinine sarılarak: "Bizi bu tehlikeden kurtarırsan yemin olsun ki şükredenlerden oluruz" diye yalvaran; Allah onları kurtarınca, hemen yeryüzünde taşkınlık yapmaya başlayanlara benzer. ( Yunus/22-23) Oysa dönüşlerimiz nihayetinde Allah’adır.

14 yıldır Suriye’de yaşananlar, adeta Kur’an yeniden nazil oluyormuşçasına ibretlerle dolu. Nemrutça, Firavunca sergilenen zulme karşılık; mümin vakarıyla, sabır ve sebatla ortaya konulan özgürlük mücadelesi ve tevhidle müjdelenen zafer. Siz bakmayın “arka plan, yan profil” tellallarına; onların durumu, “Sendeki evlat acısı bendeki kuyruk acısı oldukça” hikayesinde matuf. 

Suriyeli Müslümanlar kazandılar peki ya biz? Türkiyeli Müslümanlar olarak emanetlere gereği gibi sahip çıkabildik mi? Muhacirlere ensar olabildik mi? “Kendimizden fedakârlık” yapmayı geçtim; mazlumlara zorluk çıkarmaktan, hoyrat davranmaktan imtina ettik mi? İmtihanı kazananlar ile verdikleri ahde vefa göster(e)meyenlerin yaşanmışlıklarını barındırıyor süreç. Kısaca bunlardan bir tanesini paylaşacağım sizlerle.

2014 yılının kışı, sıcak evlerimizde oturuyoruz. Vakit yatsı namazına yakın. Telefonum çalıyor. Karşıdaki ses bana derdini anlatmaya çalışıyor. Arapça konuştuğu için anladığım tek kelime “ağabey” olsa da, arayanın Suriyeli bir muhacir olduğunu biliyorum. Muhtemelen ilgilenmeye çalıştığımız diğer ailelerden telefonumuzu almışlar. Yardıma ihtiyaçları olduğunu anlıyoruz.

Arapça bilen kardeşlerden birisi ile tekrar iletişime geçince evlerinde yakacak ve yiyecek hiçbir şeylerinin olmadığını, beş çocuk ve eşi ile çok zor durumda olduklarını öğreniyoruz. Yola çıkıyoruz, birkaç sokak geçtikten sonra camiye giden komşularımızdan biri ile karşılaşıp selamlaşıyoruz. 

“Vakit yakın, camiye mi gidiyorsun?” diyor.

“Yok, Suriyeli bir muhacir aile zor durumdaymış, onların yanına gidiyorum” deyince yüzü değişiyor. 

“Bırak şunları yahu insan vatanını satar mı?” diye çıkışıyor. 

“Yanlış düşünüyorsun, bunlar kadın ve çocuklardan oluşan bir aile, başlarındaki babaları da savaşçı değil, zaten o olmasa nasıl geçim sağlayacaklar” diyoruz ama nafile. 

“Olmaz öyle şey, biz olsak böyle mi yaparız? Bırak şunlara yardım etmeyi, dönsünler ülkelerine!” diyerek öfkeleniyor. 

Selam verdiğimize pişman olsak da, “Seni cemaatten geri bırakmayalım, Allah namazınla birlikte tüm ibadetlerini kabul buyursun!” diyerek yolumuza devam ediyoruz… Allah bizlere bu aile ile ilgilenme, bir nebze de olsa ihtiyaçlarını giderme imkânını nasip etti hamdolsun. 

Tevafuk bu ya, Suriye devrimi olduktan birkaç gün sonra aynı komşumuzla, o gün birlikte namaz kılamadığımız camide karşılaşıyoruz. Etrafındaki birkaç Müslüman ile Suriye ve Esed hakkında konuşuyorlar; Esed’in yaptığı zalimlikler, işkence ve katliamlardan bahsediyorlar. 

Komşumuz on yıl önceki gibi yine hararetli, “Zalim, mendebur Firavun insanlara neler yapmış. Allah seni kahrı perişan etsin” diye Esed’e beddualar yağdırıyor. Yanına gidip, “Maazallah sizin bir zamanlar ülkelerine göndermek için can attığınız, şimdilerde komşularımız olan muhacirler de aynı akıbete uğrayabilirlerdi. Ve buna sizin gibi düşünenler sebebiyet vermiş olurlardı. “ demeyi çok istiyor ancak yapamıyoruz. Geçte olsa gerçeği anlamış olması ve geçmişte takınmış olduğu tavırdan dolayı tövbe eder umuduyla avunuyoruz.

Genlerinde İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık beslemek olanlar değil konumuz. Üzgünüm ama bugün Esed’in yaptıklarını dehşetle izleyen, ona beddualar eden birçokları bu komşumuz gibi düşündü. 

Tüm sorunlarımızı bu savunmasız mazlumların üzerine yıktık. Kiralar, fırsatçılar yüzünden değil muhacirler yüzünden arttı. Ücretler, daha çok kazanmak isteyen patronlar yüzünden değil muhacirler yüzünden düştü. Hastaneye, işgüzarlar yüzünden değil muhacirler yüzünden randevu alamadık. Toplu taşımaya, araçları azaltanlar değil muhacirler yüzünden binemedik. Çocuklarımızın kültürü, tüketim kültürünü aşılayan aileler yüzünden değil muhacirler yüzünden yozlaştı. Medeniyeti, Batıcılar sayesinde bulmuşken doğudan gelen muhacirler yüzünden kaybettik. Sokaklarımız, denizlerimiz tertemizdi muhacirler yüzünden kirlendi. Karıncayı bile incitmeyen bir toplumduk; kadın cinayetleri, taciz, tecavüz, gasp, hırsızlık, uyuşturucuya muhacirler sayesinde alıştık. Yediklerimiz, muhacirler yüzünden midemize dokundu!

Suriye devrimi sonrası kıymetli ağabeylerimizden biri, Türkiyeli kanaat önderlerinin içinde bulunduğu bir WhatsApp grubu kurdu. Yanlışlıkla olacak ki, beni de gruba ilave etmiş. Birkaç gün sonra yine yanlışlıkla olacak ki, beni gruptan çıkardı. Bu birkaç gün içinde, az da olsa ümmetin durumu ile alakalı yetkin kimselerin yazışmalarına şahit oldum. İçlerinden bir tanesi maddeler halinde, Suriye’deki durumu kendi zaviyesinden değerlendiriyordu. “Devrimin İsrail ve Amerika kontrolünde yapıldığı” imalarını barındıran maddeleri paranteze alıp, bir kenara bırakarak, konumuzla alakalı maddeyi anladığım şeklide paylaşayım.

“Ülkemizdeki Suriyelilerin ‘onurluca’ dönmeleri...”

 “Onur kime lazım?” diye sormadan edemiyor insan. “Bu ne telaş, ne bu acele?” diyemiyor insan. Yanlışlıkla dâhil edildiğim bir grupta cevap vermenin bana düşmeyeceği tesellisi ile cevap ver(e)memenin acısını bastırıyorum.  

“Gitmeliydiler!” Sevinin gidiyorlar. Gidebilirler ancak bu ülkenin bir ferdi olarak. Çünkü onların her biri bu ümmetin bir ferdi. Ya iman sahibi olmanın, “Ancak müminler kardeştir” ilkesinden geçtiğini ve “İman etmedikçe cennete giremeyeceğimizi, birbirimizi sevmedikçe de iman etmiş olmayacağımızı” aklımızdan çıkarmayacak ya da Müslümanlığımızın ulusalcılık bataklığında eriyip gitmesine razı olacağız. Tercih bizim…       

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum