"Anayasa Çıkmazı"
Hayrettin Karaman, "yeni anayasa" çalışmaları hakkında değerlendirmede bulunuyor, darbe anayasalarına yoğunlaşıldığını söylüyor, "daha önceki anayasaların da bir kısmında yer alan “Atatürk ilke ve inkılapları” vesayet değil midir?" diyor.
Hayrettin Karaman / Yeni Şafak
Baştan söyleyeyim bu komisyondan ve bu Meclis'ten yeni bir anayasa çıkmaz.
Niçin?
Çünkü iktidarın milletvekili sayısı buna yetmiyor, muhalefetin ise yeni bir anayasayı çıkmaza sokan şartları var.
HDP doğuda devlet içinde devlet kurmak istiyor, bundan vazgeçtiğine dair bir açıklamaları da yok. Diğer partilerin ve halkımızın tamamına yakınının buna razı olmayacağı şüphe götürmez.
CHP ile MHP mevcut anayasanın başlangıcına ve ilk dört maddesine dokundurmayacaklarını defalarca açıkladılar. Halbuki hem başlangıç kısmına hem de diğer dört maddenin bazı kısımlarına dokunmadan, bunları değiştirmeden çağdaş-demokratik bir anayasa çıkarılamaz ve vesayet anayasasından kurtulmak mümkün olmaz.
Her üç partinin, Recep Tayyip Erdoğan takıntıları yüzünden başkanlık veya ona yakın sistemlere karşı çıkmaları da bir başka önemli engeldir.
Şimdilerde hep darbe anayasası ve bunun getirdiği vesayetlerden söz ediliyor. Peki daha önceki anayasaların da bir kısmında yer alan “Atatürk ilke ve inkılapları” vesayet değil midir? Bunları halkın temsilcileri serbest iradeleriyle mi koydular yoksa “bu halk adam olmaz, akılları ermez, biz onların yerine onlar için faydalı olanı bulalım, koyalım” diyen vasîler mi koydular?
Bence ikincisi oldu.
Şöyle bir itiraz ileri sürülüyor.
Anayasalar halk oylamasına sunuldu ve halk da bunları kabul etti.
Bu itirazda bulunanlar söylediklerine inanıyorlarsa onlarla konuşmanın ve tartışmanın faydası yoktur. O oylamaların “ya kabul ya daha kötüsüne katlanma” baskısı altında olduğunu hepimiz biliyoruz.
Cumhuriyeti ve demokrasiyi kaldıralım veya bunu teklif edelim diyen yoktur.
Değişecek olanlar demokrasiye, halkın egemenliğine, çağdaşlaşmaya engel olan maddelerdir.
Bu maddelerin (ilke ve inkılapların bir kısmının) kaldırılmasının mümkün, hatta fiilen vaki olduğunu 2004 yılında kaleme aldığım “İnkılap Kanunları” başlıklı bir yazıda açıklamıştım (siteme bakılabilir).
Bazı anayasa hukukçuları da, 176'ncı maddenin ilk fıkrası ile “Anayasa metnine dahil” edilen başlangıç ilkeleri hakkında farklı görüşlere sahiptirler:
“Bu kavramlar ve ilkeler şüphesiz pozitif temele sahip kavram ve ilkelerdir. Bu kavram ve ilkeler oldukça soyut ve geneldir. Şüphesiz ki, bir kavramın veya ilkenin genel ve soyut olması onun hukukî geçerliliğini ortadan kaldırmaz. Onları somutlaştırmak ve belirginleştirmek onları uygulayacak ve yorumlayacak olan yetkili makamlara, örneğin Anayasa Mahkemesi'ne düşer. Ne var ki, bu kavram ve ilkelerin içeriklerinin belirginleştirilmesi oldukça zordur. Hukuk devleti kavramında gördüğümüz gibi, doktrin ve Anayasa Mahkemesi bu kavramların içeriklerini birtakım tabî hukuk ilkeleriyle doldurmaya teşebbüs edebilir. Bu halde ise bu ilkeler tabî hukuk ilkesi haline dönüşürler. Neticede Anayasa Mahkemesi bir kanunu bu ilkelerden birisine aykırı görerek iptal edebileceği gibi, uygun bularak iptal etmeyebilir de. Anayasa Mahkemesi'nin ne zaman bir kanunu bu kavramlara ve ilkelere aykırı görüp iptal edeceği önceden hiçbir şekilde tahmin edilemez. Hukukun en önemli özelliği önceden bilinmesidir. Bu kavramların kullanıldığı her denetim pek muhtemelen bir hukukîlik denetimi değil, yerindelik denetimine dönüşecektir. O nedenle, kanımızca, Anayasa Mahkemesi, kanunların Anayasaya uygunluğunu denetlerken, Anayasanın başka açık hükümlerine dayanmak imkanına sahipken Anayasanın 1, 2 ve 3'üncü maddesinde sayılan bu temel ilkelere dayanmamalıdır. Anayasa Mahkemesi, bu ilkeleri kullanmaktan olabildiği ölçüde uzak durmalıdır… Ergun Özbudun'a göre, Anayasa Mahkemesinin anayasaya uygunluk denetimi yaparken, Başlangıçtaki ilkelere değil, Anayasanın metnindeki ilkelere dayanması daha uygun olur.” (Prof. Dr. Kemal Gözler).
HABERE YORUM KAT