Anadolu İslamı ve Kökü Dışarıda İslamcılık
Keneş’in Gülen Camiası’nı ne kadar ve nereye kadar temsil ettiği malum. Ancak ‘Siyasal İslamcılık’ meselesine ilişkin bu bakış açısı sadece kendilerine ‘Hizmet Hareketi’ payesi verenlere ait değil.
HAKSÖZ-HABER
Today’s Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş’in Zaman Gazetesi’nin bugünkü nüshasında yayınlanan yorum-analizi AK Parti ile Fethullah Gülen Cemaati arasındaki ayrışma ve çatışmanın kökenlerine ilişkin tarihi-kültürel ciddi bir tartışmayı ihtiva ediyor. Kullanılan kavramlar, gündeme getirilen referans isim ve hareketler, kullanılan yöntem ve hedeflere dair ortaya konulan kıstaslar ayrışma ve çatışmanın ne kadar köklü olduğunu işaretliyor.
F. Gülen Cemaatini bir çizgi olarak Anadolu’dan neşet eden “yerli, sivil ve demokratik” hareket olarak tasvir eden Keneş, siyasal İslamcılığın “kökü dışarıda” olduğu hassaten vurguluyor. Üstelik şiddete eğilimli, devrimci, illegal, marjinal gibi bir dizi isnatla donattığı siyasal İslamcı düşünce ve hareketlere karşı Gülen Cemaati gibi Anadolu menşeili sufi meşrep oluşumları en etkili ‘panzehir’ olarak niteleniyor.
Keneş’in Gülen Camiası’nı ne kadar ve nereye kadar temsil ettiği malum. Ancak ‘Siyasal İslamcılık’ meselesine ilişkin bu bakış açısı sadece kendilerine ‘Hizmet Hareketi’ payesi verenlere ait değil. Çünkü bu perspektif aydınlanma-ilerleme merkezli Batı sömürgeciliğinin ileri karakolu oryantalizmin de onları kılavuz edinen Batıcı akademi ve iktidar elitlerinin de öteden beri kullandığı bir argüman. Zaten yazıda kendisini en çok hissettiren şey liberal demokratik değerlere uyumlu İslam anlayışının çatışma içinde olan İslamcı hareketlerden her zaman uzak olduğunun bir kez daha ihsas edilmesidir.
Bülent Keneş, yazısındaki bütün tartışmalı kavramsallaştırma ve kıyaslara rağmen okunmaya değer bir makale ile okuyucusunun karşısına çıkmış. AK Parti’yi Milli Görüş’e, Milli Görüş’ü de siyasal İslamcılık üzerinden kökü dışarıdalığa bağlayan perspektif Fethullah Gülen hareketiyle AK Parti kadroları arasında yaşanan rekabetin düşünsel temellerine dair geniş ve derinlikli bir perspektif sunuyor. “İslamî olana karşı siyasal İslamcılık” başlıklı makaleyi sizlerle de paylaşmak istedik. Vurgulu kelime ve cümleler bize aittir:
İslamî olana karşı siyasal İslamcılık
BÜLENT KENEŞ
Artık iyice ortaya çıktı ki Türkiye’de insanların, toplumsal kesimlerin ve siyasî oluşumların İslam’la olan ilişkilerini anlamadan, Türk siyasetinin bugününü ve gelecekte nasıl şekil alacağını derli toplu anlayamayacağız. Öyleyse İslam ile siyaset/toplum/devlet ilişkisi konusunda son dönemde öne çıkan iki farklı anlayışın ayırt edici özelliklerinin altını çizmenin vakti geldi.
Türkiye’de genel anlamda İslam dinini referans alan iki ana akım olduğunu söyleyebiliriz. İlk olarak tamamıyla Anadolu toprakları üzerinde neşet etmiş, Osmanlı’nın mirası olan çok kültürlülük, kuşatıcılık ve farklılıklar arasında hoşgörü anlayışından beslenmiş, dahası yüzlerce yıllık tarihin filtresinden süzülerek iyice özümsenmiş bir ılımlılığı esas almış, devlet ve benzeri topluma tahakküm unsurlarını değil sivil toplumu, bireyi ve evrensel ortak iyiliği esas almış yerli bir İslam anlayışının bugünkü temsilcilerinden bahsedebiliriz. Genel bir ifadeyle “İslamî (Islamic)” diyebileceğimiz bu toplumsal, sosyolojik dinamiklerin sufizmi de içerecek şekilde cemaatler, tarikatlar ve sivil toplum hareketleri şeklinde var olduklarının altını çizebiliriz.
İkinci kategoriyi ise, Batılı devletler tarafından işgal edilerek sömürgeleştirilen Hindistan, Pakistan, Mısır, Kuzey Afrika gibi İslam coğrafyalarında Batı’ya reaksiyon olarak ortaya çıkmış siyasal İslamcı hareketlerden beslenen Türkiye’deki İslamcı hareketler oluşturmaktadır. İdeolojik/entelektüel beslenme kaynakları ithal/tercüme olan ve genel bir ifadeyle “İslamcı (Islamist)” diyebileceğimiz bu hareketlerin kendilerini sosyal ve sivil birer hareket olarak değil, idealize ettikleri siyasal hedeflerle tanımladıkları görülmektedir. Siyasal İslamcı hareketler, sivil alanda birey ve toplumu hedef almaktan ziyade doğrudan devleti ele geçirmeyi hedeflemektedirler. Bu sayede devletin baskıcı gücünü kullanarak inandıkları değerleri tepeden inmeci bir şekilde topluma empoze etme arayışındadırlar. Siyasal İslamcılar için kendi anlayışları dışında bir anlayışın hakim olduğu bir devlet dünyada karşılaşılabilecek en büyük felaket, yok edilmesi gereken bir deccal ya da tağut iken, aynı zamanda aynı devlet, erişmek ve ele geçirmek istedikleri ve ele geçirdikten sonra da büyük kutsallık atfedecekleri en büyük idealleridir de.
Şu an Türkiye’de en geniş tabanlı temsilciliğini Hizmet Hareketi’nin yaptığı sivil, hoşgörülü ve kuşatıcı İslamî anlayışla, geleneksel olarak Milli Görüş’te karşılığını ve sosyo-politik görünürlüğünü bulan siyasal İslamcı anlayış, tarihleri boyunca hep birbirleriyle çakışmayan paralel rotalarda yol almışlardır. Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi, Saadet Partisi, Has Parti ve son dönemde kısmen AKP bu siyasal İslamcı geleneği temsil eden siyasal oluşumlar olarak ortaya çıkmıştır. Yasal ve meşru zemin dışında siyasal İslamcı anlayışın şiddete eğilimli, devrimci, illegal, marjinal yapılanmaları da olmuştur. İBDA-C, Hizbullah ve benzeri radikal İslamcı örgütler yer yer teröre varan bu tarzın örneklerindendir. Siyasal İslamcı anlayışın tam tersine geleneksel ılımlı İslamî anlayışın en belirleyici özelliğini devrimcilikten, radikallikten, marjinallikten ve şiddetten hep uzak durması oluşturmuştur.
Bir ideoloji olarak ortaya çıkan siyasal İslamcılığın entelektüel beslenme kaynaklarının daha ziyade Türkiye dışındaki İslamcı hareketlerin önde gelenlerinin eserlerinin tercümesiyle oluşturulduğu görülmektedir. Elbette ki zaman içerisinde kendi özgün ve yerli fikrî kaynaklarını da oluşturmaya başlamış ya da geleneksel İslamî düşünürlerin bazı eserlerinden etkilenmişlerdir. Ancak siyasal İslamcı hareketler en çok Pakistan’da radikal fikir ve eylemleriyle tanınan Cemaat-i İslamiyye’nin kurucularından Seyyid Ebu’l-A’lâ el-Mevdudî’den ya da Mısır’da kurulan İhvan-ı Müslimîn’in fikir önderlerinden Hasan el-Benna ve daha çok da Seyit Kutub’un eserlerinden etkilenmişlerdir.
Anadolu dışından taşınan bu siyasal İslamcı kaynaklara daha sonraları İran’ın devrimci kitapları da eklenmiş ve bu eklenme siyasal İslamcı hareketi daha devrimci ve radikal olma yönünde olumsuz etkilemiştir. Ali Şeriati, Ruhullah Musavi Humeyni, Hüseyin Ali Muntazeri ve benzeri İranlı fikir ve devrimci din adamlarının eserleri, 1979 İran Devrimi sonrasında Türkiye’deki siyasal İslamcı akımlar üzerinde büyük tesir icra etmiştir. Hatta bazı siyasal İslamcı hareketler tarafından İran Devrimi bir rol model olarak örnek alınmıştır.
Mevdudi, Kutub ve daha sonra devrimci İran mollalarının tercüme eserlerinin radikalleştirici etkisinin pan-zehiri ise, ne enteresandır ki Bediüzzaman Said-i Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan, Abdülhakîm Arvasi, Hüseyin Hilmi Işık, Mehmed Zahid Kotku gibi Anadolu’da neşet etmiş ve Mevlânâ, Yunus Emre geleneğini devam ettirmiş olan din alimlerinin ve fikir adamlarının fikirlerinden ve geleneksel tarikat ve sufizm ekollerinden beslenen sivil İslamî oluşumlar olmuştur. 1970’lerden itibaren ise fikren Anadolu dışından beslenen siyasal İslamcı hareketlere karşı geleneksel ve yerli İslamî yaklaşımın güçlü bir unsuru olarak Fethullah Gülen Hocaefendi’nin öncülük ettiği, bugün adına Hizmet Hareketi dediğimiz, sosyal hareket görünürlük kazanmıştır.
Hizmet Hareketi, tıpkı geleneğini devam ettirdiği Bediüzzaman Said Nursi’nin yaptığı gibi radikal İslamcı hareketler kadar, siyasal İslamcı hareketlere de hep mesafeli durmuştur. Bu mesafeyi hasmane ve rekabetçi bir tutumdan ziyade, sadece uzak durma şeklinde tanımlamak doğru olacaktır. Bu anlamda Hizmet Hareketi, sosyal açıdan görünürlük kazandığı ilk günden itibaren, siyasal İslamcılığın Türkiye’deki temsilcisi durumundaki İslamcı-siyasî oluşumlara hep şüpheyle yaklaşmıştır. Mesela, siyasal İslamcılığın çatı yapısı niteliğindeki Necmettin Erbakan’ın sürekli kapatıldıkları için farklı isimlerle yeniden kurulan hiçbir partisine destek vermemiştir. Bunun yerine Gülen’in takipçileri, özgür iradeleriyle kendilerine uygun ve yakın buldukları merkez partilere oy ve destek vermeyi tercih etmişlerdir. Üstelik bu tercih hiçbir zaman partizanlık düzeyinde olmamıştır. Bu destekler daha ziyade demokratikleşme, sivilleşme, şeffaflık, hesap verebilirlik, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve istikrar vaat etme konusunda daha öne çıkan ve inandırıcı bulunan siyasal partilere politika bazlı verilen destekler niteliğinde olmuştur.
Siyasal İslamcılık ile hoşgörülü sivil İslamî anlayıştaki Hizmet Hareketi, kendi paralel rotalarında yol alırken yollarının 2000’li yılların başında, tarihlerinde ilk kez olmak üzere kesiştiğini görmekteyiz. Daha doğrusu Hizmet Hareketi o güne kadar olageldiği şekilde kendi rotasında devam ederken, siyasal İslamcı gelenekten gelmekle birlikte bu mirası reddettiğini, köklü şekilde değiştiğini ve hatta “Milli Görüş gömleğini çıkardığını” söyleyen AKP, merkeze ve doğal olarak Hizmet Hareketi’nin izlediği rotaya yaklaşmıştır. Hatta süreç içerisinde yer yer bu iki hareket arasında örtüşmeler bile olmuştur.
Sivil İslamî çizgisini aynen sürdüren Hizmet Hareketi, eski Milli Görüşçüler tarafından kurulduğu halde siyasal İslamcılıktan vazgeçtiği izlenimi veren AKP’nin büyük ihtiyaç duyduğu medya desteğinin yanı sıra sivil, akademik ve bürokratik insan sermayesini bu yeni yapılanmanın istifadesine sunmuştur. AKP’nin Hizmet Hareketi’nin rotasıyla buluşmasının oluşturduğu sinerjiyle Türkiye, AB üyelik süreci manivelasını da kullanarak, tarihi boyunca görmediği önemde büyük reform ve demokratikleşme hamleleri gerçekleştirmiş ve militarist vesayetçi yapıları geriletmeyi başarmıştır. Ancak bu süreç boyunca Hizmet Hareketi hiçbir zaman AKP partizanı olmamıştır. Sadece inandığı değerler ve demokratik ilkelerle örtüştüğü oranda AKP’nin reformlarına ve demokratikleştirici politikalarına destek vermekten çekinmemiştir.
Zaten ne olduysa AKP’nin ilk yola çıktığında hayal bile etmediği büyük bir başarıya ulaşmasıyla olmuştur. Önce 12 Eylül 2010 anayasa referandumu ile vesayetçi yapıların sökülüp atılması, arkasından yeni anayasa yapma vaadiyle gidilen 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde yüzde 50 gibi muazzam oy alması AKP’nin üst kadrolarını ve lideri etrafına kümelenen bir oligarşik zümreyi farklı bir beklentiye yöneltmiştir. Neticede, artık önlerinde dengeleyici ve frenleyici gücünü hesap etmek zorunda olacakları hiçbir dinamik kalmamıştı. Öyleyse yeniden kendi asıllarına ve kökenlerine neden dönmesinlerdi? Kökenleri itibarıyla yola çıktıkları siyasal İslamcılığın gereğini neden yapmasınlardı? Ele geçirdikleri devletin karşı konulamaz gücü ve imkânlarıyla inandıkları doğrular ve değerler çerçevesinde kapsamlı bir toplum mühendisliğine neden soyunmasınlardı?
2011’deki büyük seçim zaferinden hemen sonra öyle de yapmaya başladılar. Fikrî kökeni dışarıdan olan siyasal İslamcılık ne vaz’ediyorsa hepsini gerçekleştirmeye koyuldular. Öncelikle bu toplumu kafalarındaki ideal topluma dönüştüreceklerdi. Sonra da buradaki dayatmacı siyasal İslamcılık projesinin başarılarının verdiği güçle İslam dünyasının lideri olacaklardı. Hesapları buydu ve bunun için daha fazla demokrasiye, daha nitelikli bir hukuka ya da standartları yükseltilmiş hak ve özgürlüklere değil, sadece ve sadece daha fazla güce ve iktidara ihtiyaç vardı. Bu yüzden de AKP’nin ilk iki dönemindekinden çok farklı ve hatta tamamen o dönemdekilere ters politikalar izlenmeye başlandı. Topluma umut veren demokratikleşme ve reform süreçleri büyük ölçüde durduruldu. Bununla da yetinilmedi HSYK, Sayıştay ve diğer yüksek yargı alanlarında hızla geri adımlar atılmaya başlandı. Aynı şekilde basın, ifade ve toplanma özgürlükleri tırpanlanmaya, illegal fişlemelerle kendi anlayışlarına tehdit gördükleri her unsuru medyadan ve bürokrasiden tasfiyeye giriştiler.
Böylece sivil İslamî yaklaşımın en güçlü temsilcisi Hizmet Hareketi ile, geldiği siyasal İslamcı geleneğe ani bir geri dönüş yapan AKP’nin yolları yeniden ayrıldı. Aslında, siyasal İslamcı kökten gelmekle birlikte değiştiğini söyleyerek kendisine paralel bir rotada seyreden Hizmet Hareketi’ne yaklaşan AKP, yeniden siyasal İslamcılığa dönerek bu rotadan kendisi uzaklaştı. Kendi aslî yörüngesine hızla geri döndü. Hizmet Hareketi ise bugün, tıpkı eskiden beri olduğu gibi, hep inandığı ve savunageldiği hoşgörülü, kuşatıcı, özgürlükçü sivil İslamî anlayışa ve demokratik değerlere sımsıkı bağlı kalarak yoluna devam etme çabasında.
Evrensel demokratik değerler dünyasında karşılığı da olan Hizmet Hareketi’nin bu ahlakî ve değer merkezli bağımsız duruşunu büyük bir tehdit olarak gören AKP ise, hiçbir ilke ve değer tanımaksızın çılgınca ve hoyratça bir yıkıma girişmiş bulunuyor. Hukuk, demokrasi ve etik değerler açısından örneği görülmedik bu yıkımı, tüm dünyayla birlikte biz de, büyük bir şaşkınlık içerisinde izlemeye devam ediyoruz.
HABERE YORUM KAT