Anadil ve AK Parti’nin Açılım Ufku
Anadilde eğitim ve yönetimde çok dillilik konusunda hükümetin takındığı tutum, Kürt açılımında ufkunun sınırlarını ortaya koymakla kalmıyor aynı zamanda Kürt sorununda önemli adımlar atmasına karşın hala geleneksel milliyetçi devlet anlayışını aşamadığını da gösteriyor. Mecliste Kürt vekillerin Kürtçe konuşması karşısında AK Partili Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’in adeta savcıları göreve çağıran bir tarzda BDP’lileri partilerinin kapatılması ile tehdit etmesi, Cumhurbaşkanının benzer uyarılar yapması, BBP ve MHP’lilerin “yakarız-yıkarız”lı tehditleri, 1991 yılında DEP’li Leyla Zana’nın Mecliste Kürtçe yemin etmesi sonrasında gösterilen tepkileri çağrıştırıyor.
Kürtçe tartışmasına, uzun zamandır siyasi konularda sessiz kalan Genelkurmay da bir uyarı açıklaması ile katıldı. Birkaç yıl önce yapılsa muhtıra olarak algılanacak bu açıklama genelkurmayın eskisi gibi ciddiye alınmamasından ve bu kez hükümete değil muhalefetteki bir partiye karşı yapılmış olmasından dolayı muhtıra olarak nitelenmedi. Hükümet de içeriğine katıldığı açıklamaya sadece “usuli” olarak karşı çıktı. Hatta bu kez ordunun, hükümetin tehditkar tavrından cesaret aldığı söylenebilir.
Genelkurmay açıklamasında “Dil birliğinin olmaması durumunda bunun sonuçlarının neler olacağı, tarihteki birçok acı örnekleriyle gözler önündedir.” denmekte. Aynı kaygılar hükümet ve muhalefet çevrelerine de hâkim. Oysa hem geçmiş hem de bugün bu anlayışı nakzediyor. Nitekim kimliklerin tehlike olarak görüldüğü ulus devlet yapılanmasına kadar tarihte etnik farklılıklar bir sorun oluşturmamıştır.
Bugüne gelince, Dünya üzerinde onlarca ülke birden fazla resmi dile sahip. Ve yine onlarca ülkede birden çok dilde eğitim veriliyor. Birkaç örnek verelim.
Güney Afrika Cumhuriyetinde 11 resmî dil var. İsveç’te 112 ayrı dilde anadil eğitimi veriliyor. Bunlarda biri de Kürtçe. İsviçre (Almanca, Fransızca, İtalyanca ve sadece 36 bin kişinin konuştuğu Retoromanşça), İspanya (İspanyolca, Katalonca, Galiççe ve Baskça), Singapur (Malayca, Tamilce, Mandarin Çincesi ve İngilizce) dört resmi dilli ülkeler. Venezuela’da ise Amerika kıtasında konuşulan tüm yerli diller resmi dil kabul ediliyor ve bir sınır konulmuyor. (İbrahim Sediyani’nin bu konudaki detaylı araştırması için bkz. https://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=18353)
Son olarak ulus devletin beşiği Fransa, 2008 yılında sınırları içinde konuşulan 75 farklı dili resmen tanıdı. Anayasa değişikliğiyle Korsika, Breton, Alsas, Oksitan, Bask, Katalan dillerinin yanı sıra Bearnaise ve Picard gibi çok az temsilcisi kalmış diller de tanınmış oldu.
Modern anlamda dil sorunu ulus devletlerin ürettiği bir sorun. Sentetik bir olgu olarak ulus, dil birliği üzerine inşa edilir. Çünkü ulus öncelikle ortak dile sahip topluluk olarak tasarlanır. Bu da yasaklamayı, inkârı, asimilasyonu beraberinde getirir.
Türkiye’de Türkçe dışındaki onlarca dil, bu nedenle yani “tek millet” saçmalığı yüzünden, bir asırdır yasak. Buna göre tek millet olgusuyla mücessem olan birlik beraberlik, ancak yok saymayla ve yasaklarla sağlanır. Yüzyıldır bu birlik beraberlik putuna yüz binlerce insan kurban edildi. Hala bu kanlı tapımda ısrar ediliyor. İşte aklın ve vicdanın körleştiği nokta.
Bir kavmi inkâr etmenin en kestirme yolu dilini yok saymak veya yasaklamaktır. Kur’an’ın dilleri Allah’ın ayeti saymasından hareketle rahatlıkla diyebiliriz ki, bir dili yasaklamak ile Allah’ın bir ayetini yasaklamak arasında fark yoktur. Şu analojiyi de yapabileceğimizi sanıyorum; anadil meselesini fıtri haklar bağlamında değil de hikmet-i hükümet yani siyasi bir karar olarak görmekle, Osmanlı sultanlarının siyaseten katl uygulamasını siyasi izahatla meşrulaştırmak aynıdır.
Şimdi Kürt sorununda zurnanın zırt dediği noktadayız. “Artık Kürt sorunu kalmamıştır, birkaç küçük düzenleme ile sorun hallolur” diyenlere, anadil sorununun Kürt sorununun bizzat kendisi olduğunu; hakikatin de, Kürdistan halkının yaklaşımının da bu olduğunu hatırlatmak isteriz. Anadil sorunu çözülmedikçe Kürt sorunu çözülemez. Mesele bu kadar basittir.
Anadil meselesi, her fırsatta hükümetten bağımsız olduğunu söyleyen ve kardeşlikten dem vuran çevreler için de bir samimiyet testidir. Bu temel/fıtri hak karşısında hükümetle ters düşme pahasına, hükümeti hakkaniyetli davranmaya zorlamak gerekiyor. Hak kavramı göreceli bir kavram değilse, konjonktüre, sisteme, hükümetlere göre değişmiyorsa yapılacak olan bu hakkı haykırmaktır.
Selam ve dua ile…
Bu Makale Özgün Duruş Gazetesi 68.sayısında da yayınlanmıştır.
YAZIYA YORUM KAT