Amerika-İran Çatışmasında Türkiye’nin Duruşu
P5+1’in 2015 yılında İran’la gerçekleştirdiği nükleer anlaşmanın sonunu getiren yaptırımlarda dün itibariyle yeni bir safhaya daha geçilmiş oldu. Anlaşma çerçevesinde İran’a yönelik kaldırılan yaptırımlar tekrar yürürlüğe girecek. Fakat anlaşma süreci nasıl sancılı olduysa anlaşmanın bozulması ve yaptırımların yürürlüğe girmesi de o düzeyde sancılı olacağa benziyor. Çünkü Trump yönetimindeki Amerika’nın anlaşmayı bozmaya yönelik eylem takvimi ve yaptırımların kapsamı Türkiye ve Avrupa Birliği’yle arasında ciddi ayrışmalar olduğunu gözler önüne serdi.
Avrupa Birliği yaptırımların yürürlüğe girmesini engelleyemedi ama “bu kararı beğenmedi”ğini hızlı ve net olarak deklare etti. Rusya’nın yaptırım kararını kınayarak “İran’la ticari ve ekonomik ilişkileri geliştirmek üzere adımlar atmakta kararlı” olduğunu ilan etmesi şaşırtıcı değildi. İsrail’se Trump’ın cesaretine vurgu yaparak teşekkür ederken gayet sevinçli bir tonda “Orta Doğu’nun bu kararı beklediği”ni iddia etti. Acaba “hangi Orta Doğu bu kararı bekliyordu?” sorusunun cevabı belliydi elbette. Suudi Arabistan’ın başını çektiği, Amerika ve İsrail’le stratejik işbirliği içerisinde olan Körfez monarşilerinden müteşekkil Orta Doğu devletçikleri işaret ediliyordu doğal olarak. 2011’den bu yana bölgede oldukça rahat hareket eden İran için açılan kredilerin sonuna doğru gelindiği iyiden iyiye belirginleşiyor geliyor gibi. Ancak İran üzerinden yaşanan iktisadi ve stratejik ayrışmanın oldukça zorlu, gerilimli ve bir o kadar da zikzaklar çizerek ilerleyeceğini öngörmek bir kehanet sayılmamalı.
Yanlış Seçim: Ağır Ceza
Amerika’nın tehdit ve şantajla yoğrulmuş çılgınlık, mafyavari hareket tarzı ve küresel manada yıkıcı politikalarını Trump yönetimin zirveye taşıdığından hiç kuşku yok. Amerika’nın politik teamülleri Trump’la beraber bütün zamanların en berbat, en ahlaksız ve en barbar niteliklerini haiz bir sıçramaya doğru (d)evriliyor. 11 Eylül saldırıları sonrasında Bush’un ilan ettiği “ya bizimlesiniz ya da teröristlerle berabersiniz” diyalektiği Trump’ın dilinde “İran’la ticaret yapan ABD’yle ticaret yapamayacak” tehdidine evrilmişti. İlan edilen yaptırımlar listesi olabildiğince geniş ve bütün taraflar için yıkıcı sonuçları ihtiva etmekle birlikte dost-düşman tüm muhataplara tek seçenek bırakılıyordu: “İran’la ilişkileri sonlandırmayanlar ciddi sonuçlarla karşı karşıya kalacak.”
Söz konusu tek seçenek vurgusu ABD Dışişleri Bakanı Pompeo tarafından en taze haliyle yaptırımların ikinci aşamasının yürürlüğe sokulduğu gün yani 5 Kasım’da şöyle güncelleniyordu: “İran'la iş yapan herkes cezalandırılacak. Avrupalı şirketler İran ve ABD arasında bir seçim yapmalı.” Her ne kadar Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton “(İran’a yönelik) En sert düzeyde baskı yapmak istiyoruz fakat dost ve müttefiklerimizin zarar görmesini istemiyoruz” dese de Trump yönetiminin petrol, finans, altın, teknoloji, nakliye vd. hemen hiçbir ticaret ve yatırıma geçit vermeye niyeti olmadığı aşikâr. Çünkü günden güne yaptırımlar listesine yaklaşık 50 İran bankası, İran Hava Yolları’nın yanı sıra eklenen kişi ve kurumlar durmaksızın artıyor.
İran’la ticaretten ‘şimdilik muaf’ tutulan sekiz ülke arasında Türkiye’de bulunuyor. Muafiyey sürecinde Ankara-Washington arasında epeyce heyetler gidip geldi. Türkiye ilk elde yaptırım kararının BM Güvenlik Konseyi’nden çıkmamış olmasını ve tek taraflı alınan karara uymaya mecbur olunmadığı vurgusuyla itiraz etti. Ayrıca enerji temin edilen kaynakların çeşitlendirilmesi ihtiyacının yanı sıra Avrupa Birliği, Asya ülkeleri ve Japonya’nın da bu sürece karşı olduğu da vurgulandı sık sık. Bu muhalif duruşun son derece nazik ve diplomatik bir dille sergilendiğine şahit olduk. Mesela Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu tarafından “bu karara uymayan ülkelerin Amerika’nın kredibilitesini sarsacağı” hatırlatıldıktan sonra birkaç kez “bölge ülkeleriyle istişare etmeniz lazım” gibi tavsiyelerde de bulundu Türkiye.
İran’a Ne Tavsiye Etmeli?
Amerika’ya yapılan tavsiyelerin biraz eksik ve yumuşak olduğunun altını çizsek de yapıcı olduğunu teslim etmemiz gerekir. Peki, İran’a dönecek olursak bu sürece dair neler tavsiye etmek gerekir? Evet, komşuluğu, kardeşliği, serbest ticareti, dayanışmayı vurgulamak hem doğru hem de her iki taraf açısından faydalı. Ancak iş iyi niyeti ve temennileri fazlasıyla aşan bir mahiyet taşıyor. Elbette Amerika veya bir başka emperyal devletin hassaten komşu bir ülkeye yönelik dayatmalarına, yaptırım ve ambargo kararlarına itiraz etmek ahlaki ve hukuki açıdan ihmal edilemez bir sorumluluktur. Fakat komşuluk haklarının sadece ambargo ve yaptırımlara karşı direnç sergilemekten ibaret olmadığını her daim hatırlamamız gerekiyor.
İran’ın nükleer enerjiye erişimi ve balistik füze geliştirme çalışmalarını ne Amerika’nın ne de başka bir ülkenin engelleme hakkı bulunuyor. Fakat 12 maddelik şartla arasında Türkiye’yi ve doğrudan bütün bölgeyi ilgilendiren bazı hususlar var ki kolayca geçiştirilebilecek şeyler değil. En iyi ihtimalle “neden Amerika şimdiye kadar bu cürümlere sessiz kaldı?” sorusunu sorabiliriz. Mesela yaptırımların gerekçesi olarak ileri sürülen 12 maddeden biri olan “İran, Suriye'nin tamamında İran komutasında bulunan güçleri geri çekmeli” talebini esasen en güçlü ve en yüksek sesle dile getirmesi gereken ülke Türkiye değil mi?
Bu bağlamda bölgeyi terörize eden unsurlardan birini işaretleyerek “İran, Devrim Muhafızları Kudüs Gücü'nün dünyadaki terörist ve militan ortaklarına verdiği desteği kesmeli” demek Amerika’dan önce Türkiye’nin hakkı değil mi?
Eğer komşuluk ve kardeşlik hukuka sahip çıkmakta tereddüt edilmeyecekse Amerika’dan önce Türkiye şu vurguyu bütün dünyaya duyurmalı değil miydi: “İran, Irak hükümetinin egemenliğine saygı duymalı ve Şii milislerin silahsızlandırılması, tasfiyesi ve yeniden entegrasyonuna izin vermeli.”
Suudi Arabistan’ın giriştiği işgal ve katliamları da vurgulayarak “İran, Husi milislere askeri desteğini kesmeli ve Yemen'de barışçıl siyasi çözüm için çalışmalı” talebini Türkiye’nin yükseltmesi, Amerika’nın yıkıcı siyasetine karşın, sahip olduğu yapıcı rolün de bir teyidi olurdu örneğin.
Amerika’nın emperyalist politikalarına karşı durmak, dayatma ve zorbalıklarına karşı direnç göstermek Türkiye’nin ahlaki, hukuki ve siyasi meşruiyetini perçinleyecek en hayırlı tercihtir şüphesiz. Bununla birlikte İslam coğrafyasını ifsad etmekte, işgal ve katliamlara açık hale getirmekte İran’ın oynadığı rolün en az Suudi Arabistan kadar kirli, kanlı ve karanlık olduğunun altını iyice çizelim. İran’ın Amerika karşısında mağdur olması Suriye ve Irak halkına karşı giriştiği işgal ve katliamları temize çıkaracak değil elbette. Despotik karakterini mezhep fanatizmi, yolsuzluk ve bölgesel hegemonyayla taçlandıran İran’ın nereye kadar kardeş ve komşu olduğunu iyi tayin etmek Türkiye açısından hayati bir tercih olacaktır. Amerika’nın kuyruğu olmaya itiraz edilmesi gerektiği kadar İran’ın hamaset ve propagandayla ayartma tuzaklarına karşı da daima uyanık olmak icap ediyor çünkü.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT