Amellerimizi gözden geçirelim!
"Her Mümin/Müslüman Dâvâ Adamı’dır. Bunun hakkını vermeli ve amellerini gözden geçirmelidir. Hadis- Şeriflerden birkaçı ile bir “nefs Muhasebesi” yapalım."
Yaşar Değirmenci/Yeni Akit
Amellerimizi gözden geçirelim!
Peygamberimizi duyunca O’nu tanımak görmek isteyenler araştırmak, soruşturmak için Medine’ye geldiklerinde bulunduğu yeri öğrenince gelip oturanları görünce farklılık sergileyen hiç kimseyi göremeyince soruyor: Bu kavmin efendisi kim?
Cevap o esnada oturanlara hizmet eden (süt dağıtan) zatın cevabı:
“Bir kavmin efendisi onlara hizmet edendir.” Bu cevabı veren de o oturanlardan ayrı bir yerde oturmayan, onlardan birisi gibi duran; Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi vesellem’dir.
Her mü’min, Allah’ın rızâsını kazanabilmek için, mensup olduğu cemiyete güzelce hizmet etmeyi mühim bir vazife bilmelidir. Zira hayatında hizmeti düstur edinen kimse, yaşadığı cemiyette hangi mevkide bulunursa bulunsun, Hak katında pek kıymetli bir makam sâhibi demektir. Nitekim hadîs-i şerîfte:
“Bir kavme hizmet eden kimse, (ecir ve mükâfâta nâiliyet bakımından) onların en büyüğü, efendisidir” buyrulmaktadır.
Şimdi dindar olarak bilinen, içi boşaltılmış, şeklî dindarlıktan kurtulumadığı halde sosyal medyaya, internet, iletişim vasıtalarına çirkin, iğrenç halleriyle düşerek din düşmanlarına malzeme verenlerin hâli içler acısı. Bunlara dini hayatı yaşamaya çalışan bizim cenahta bulunanların da eşlik etmeleri de ayrı bir üzüntü verici durum. Halimizi gözden geçirip, “nefs muhasebesi” yapmamızı gerektiren ikinci hadisi şerif’e de dikkat çekmek istiyorum.
Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hasır üzerinde yatıp uyumuştu. Uykudan uyandığında, hasır vücudunun yan tarafında iz bırakmıştı. Biz:
–Yâ Resulallah! Sizin için bir döşek edinsek, dedik. Bunun üzerine Resul-i Ekrem:
“Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim” buyurdular.
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Peygamber Efendimiz lükse ve rahata düşkün değildi. İçinde yaşadığı toplumun hayat şartlarının üstünde bir yaşayışı hiçbir zaman arzu etmedi. Her konuda olduğu gibi, evinin tanzimi ve kullandığı ev eşyalarında da sahâbîlere ve ümmetine örnek teşkil etti. Hz. Peygamber, hayatı boyunca her türlü dünyalık imkânı elde etme gücüne sahipken, böyle bir şey istemedi, zühdü ve tevazuu da terk etmedi. Kuş tüyünden, yünden veya pamuktan yapılmış rahat bir döşekte yatma imkânına sahipken, vücudunda iz bırakan bir hasır üzerinde yatmayı tercih etti. Oysa yıllarca hizmetinde bulunan aziz sahâbî Enes İbni Mâlik’in ifadesiyle Peygamberimiz’in vücudu bir ipek kadar hassas ve nazik idi. Buna rağmen, sahâbe-i kirâmın kendisini rahat ettirecek ve vücudunda iz bırakmayacak yumuşaklıkta bir döşek hazırlama teklifini kabul etmedi. Her zaman ifade ettiği gibi, dünyaya onu hiç terk etmeyecekmişçesine bağlanmadığını hatırlattı. Hatta, dünyadaki hayatının, bir ağacın gölgesinde dinlenecek kadar kısa olduğunu belirterek, lükse, rahata ve israfa düşkünlüğün bir Müslümana yakışmadığını kafalara ve kalblere yerleştirdi. Nasıl bir ağacın gölgesi sürekli değilse ve sadece güneş varken gölgenin hükmü söz konusu ise, insan da bu dünyada sürekli olmayıp geçicidir. Aynı şekilde dünya da geçicidir. Bu sebeple insanları aşırı derecede dünyaya özendirip bağımlı hale getirmek, dinimizde hoş görülmemiştir. Bu durum, dünyanın meşrû olan nimetlerinden faydalanmama anlamına gelmez. Sadece, zühde yönelik bir hayatın daha tercihe şâyân olduğunu ortaya koyar.
Hadisten Öğrendiklerimiz
Hz. Peygamber, kendi şahsî hayatında zühdü tercih etmiş ve ümmete bu yönde tavsiyelerde bulunmuştur.
*Dünya hayatı gelip geçicidir. Bu sebeple bağlanıp kalmaya değmez.
*Güzel ve hayırlı davranışlarla âhiret hayatına hazırlanmak gerekir.
Maksadı daha iyi anlatabilmek için benzetme ve misaller kullanmak câizdir.
Peygamberimizin mümin şahsiyetinin inşasında buyurduğu bir başka hadis-i şerif:
“Mümin yeşil ekine benzer. Rüzgârla eğilir (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin de böyledir; o da bela ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz).” Ekin berekettir. Bir tane, yedi başak; her başakta bakarsınız yüz tane. Bire yedi yüz. Her iklime dayanıklıdır. Ekinde tevazu ve vakar birliktedir. Sarsılır ama savrulmaz. Nebevi perspektifte müminin duruşu. Kimliği ve kararlılığı. Mazeret üretmeyi bitirip her hal ve şartta yaşanan bir dinimiz olduğu şuurunun verilmesi.
Şimdi Peygamber Efendimizin sunduğu bu pencereden bakarak her birimiz durumumuzu gözden geçirip “Örnek Peygamber”in, “Örnek Ümmeti” olalım.
Korkunç bir tükenişe doğru sürüklenmekten kurtulalım.
Öncelikli cephelerimizi şöyle sıralayabiliriz:
Tembellikle, konforla, korkularla, karamsarlıkla mücadele ve mücahede edelim.
Cehalete, sisteme, çevreye kurban giden nesillerin kurtulması için de gayret gösterelim.
Unutmayalım ki Mümin/Müslüman çevreye uyan, konumunu kaybetmeme adına helâl-haram ölçülerini unutan değil, bulunduğu her yere kendi mührünü vuran adamdır. Vahyin inşa ettiği Dâvâ Adamıdır.
HABERE YORUM KAT