Amelin gücü, sözün gücünü aşar
Öğrencilik yıllarımızda, yuva sıcaklığına hasret ama arkadaş sıcaklığının sarıp sarmaladığı yurt odalarımızda bitip tükenmeyen bir enerjiyle fikrî tartışmalar yapardık.
Bazen sabahlara kadar sürebiliyordu yaptığımız o hararetli tartışmalar. Dağınık odalardaki tartışmaların özünü, dünyaya nizam vermek oluştururdu...
Bir arkadaşımız da, kendisi de dâhil olmak üzere bu durumu tiye almak, içinde bulunduğumuz ironiyi göstermek üzere odasının duvarına bir yazı yazıp asmıştı. “Nizamsız bekar odalarında, dünyaya nizam veririz!” notunu düşmüştü.
Odalarını düzene sokmaktan âcizlerin dünyaya nizam verme heyecanlarıyla ters düşen hâllerini anlatıyordu.
Haklıydı tabiî.
Kendisine has uslûbuyla ince mesaj vermeyi iyi beceren biriydi Metin ağabey. Kendisini buradan selamlıyorum...
Birkaç yıl öncesine kadar bir TV kanalında dünyadaki siyasi gelişmeleri yorumlayan bir program hazırlayıp sunuyordu. Yurt odalarındaki enerjik tartışmaların ve o tartışmaların tetiklediği okumaların izdüşümleri yok değildi programlarında...
Konuya dönecek olursak, o yazının bana çok çarpıcı geldiğini söylemeliyim. Bilmediğimiz bir gerçeği söylemiyordu aslında. Bildiğimiz ama hayatımızı düzenlerken görmezden geldiğimiz bir gerçeği “hatırlatıyordu” sadece.
“Hatırlatmak” Hz. Peygamber’in (s.a.s) misyonu değil midir zaten?
Kendisini düzeltmeyen başkasını düzeltemez malûm. İnandırıcı olmaz, ikna edemez çünkü. Hayat bulan mesajlar, ölü hayatları diriltmeye muktedirdir ancak.
Bu bağlamda güzide bir neslin hayatında ne de mümtaz örneklikler vardır! Sahabelerin nasıl ve niçin Müslüman oldukları konusunu kastediyorum. Onların biyografisini ele alan ve literatürde “El-kutub Fî Marifeti es-Sahabe” diye bilinen eserler, onların İslâm’la tanışma serüvenlerini de aktarır bize.
Sahabelerin İslâm’ı seçmesinde en büyük etken nedir, düşündünüz mü hiç?
Felsefî ve aklî tartışmaların ikna gücü ise cevabınız, yanılıyorsunuz.
Felsefî ve aklî münazaraların neticesinde Müslüman olanların sayısı çok azdır.
Peki, onların İslâm’ı seçmesinde en belirgin âmil neydi?
Sahabe hayatını sosyoloji disiplini içerisinde analiz eden çalışmaların ortaya koyduğu sonuç şudur:
Allah’ın kendilerinden razı olduğunu Kur’an’da belirttiği o topluluğun kahir ekseriyeti Hz. Peygamber’in kusursuz hayatından, O’nun yakın öğrencilerinin amellerindeki ahlâkın gücünden etkilenerek İslâm’ı seçmişlerdi.
Onları büyüleyen kuru felsefî tartışmalar değildi, canlı hayatlarda tebellür eden güzel ahlâktı. Sözden önce amele bakıyorlardı.
Hz. Muhammed (s.a.s), tâ risalet öncesinden el Emin’di.. O’nun yakın çevresindekiler; meselâ Ebubekir sıddıktı, Ömer âdildi, Osman hayânın timsâliydi, Ali tasarruflarında hikmetin menbaıydı...
Amelin gücüydü insanları mest eden!
İnsanların çoğunun aklı gözlerindedir, gördüğüne inanır. Bir mesaj da en çok hayata dönüştüğünde gözdeki akla hitab eder.
Hayatlaşmış mesajın gücü sözün gücünden daha ağırdır, insanların gönül terazisinde. Bu da insanları güzel bir davranışa çağırdığımızda öncelikle kendimizden başlamamız gerektiğini salık verir bize.
Basit bir mantık kuralıdır; insan önce kendisini kurtarmalı ki sonra başkasını kurtarabilsin. Bu basit kuralı da hayatın birçok alanında görebiliriz.
Meselâ uçağa binenlerin her defasında şâhit oldukları bir sunum vardır. Herhangi bir kaza yahut beklenmedik bir tehlike ânında ne yapılması gerektiğine dair önemli bilgileri içeren bir sunum. Uçak havalanmaya hazırlanırken hem ekranlardan görüntülü olarak, hem de hosteslerin sahnelemesiyle anlatılır yapılması gerekenler.
Bunlardan birisi de, tehlike durumunda yukarıdaki kabinden oksijen maskelerinin otomatikman yolculara doğru sarkacağına dairdir.
Yapılması gereken ise, oksijen maskesini takıp normal teneffüs etmektir.
Eğer yanınızda küçük çocuk varsa, o zaman ne yapmalı? Maskeyi önce kime takmalı, çocuğa mı kendinize mi?
Sunumda, “Maskeyi önce kendiniz giyin, sonra da çocuğa giydiriniz” der, ve bu vurgu ısrarla yapılır.
Nedeni de gâyet açıktır. Çünkü çocuğa yardım edebilmek için önce kendinizi sağlama almanız gerekmektedir. Kendinizi kurtarmadan başkalarına yardım edemezsiniz gerçeğinden hareket edilmektedir burada.
Hayata dair bu kural da, bireyleri ve toplumu daha güzel olana dâvet etmek istiyorsak önce kendimizden başlamamız gerektiğini anlatır.
Hâsılı kelam, kendi yaşam alanımızı tanzim etmeden başkalarının yaşam alanlarını tanzim etmelerine yardımcı olamayız.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT